IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) eski baş ekonomisti, Harvard Üniversitesi’nden Prof. Kenneth Rogoff, bu yılın baharında yayınlanan bir yazısında, koronavirüs salgınını “uzaylı istilası” filmlerindeki felaketlere benzeterek, küresel kapitalist ekonominin durumunu, “son 150 yılın en sert resesyonu” olarak betimlemişti. Financial Times gazetesinin küresel ekonomi editörü Martin Wolf ise küresel kapitalist sistemin durumunu, “Dünya ekonomisi çöküyor” diye tanımladı.
Pandemi döneminden önce bir çöküş sürecine girmiş olan küresel kapitalist sistemin “çöküşü”nü pandemi daha görünür kıldı. Kapitalist dünya düzeninin merkezlerinde açıklanan 2020 yılının birinci ve ikinci çeyreğine ait ekonomik veriler, “çöküş” sürecinde bir durulma olmadığını gösteriyor.
Yaşanan ekonomik çöküşü pandemi konjonktürüne bağlayan, durumun geçici olduğunu ima eden resmi açıklamalar yapılıyor. Egemenler böylece kapitalist sisteme karşı ortaya çıkan güven bunalımını kontrol altına alarak yönetmeye çalışıyorlar. Fakat kapitalist sistemin işleyen kuralları propagantif açıklamaları boşa çıkartıyor.
Pandemi öncesine kısa bir bakış
2007 mali krizi öncesinde yaptığı uyarılarla dikkatleri çeken Prof. Nouriel Roubini, 2019 yılında Bloomberg televizyonuna yaptığı açıklamada, “Dünya ekonomisi için korkutucu zamanlar… gelecek yıl (2020) için küresel resesyon ve finansal kriz riski var” diyordu. 2007-08 mali krizine karşı uygulanan parasal genişleme politikaları, finans krizinin ateşini düşürüp sorunları gizlemekten başka bir işe yaramadı. Krizin temelinde yatan 140 trilyon dolarlık büyük borç dağı geçen süre içerisinde katlanarak büyüdü ve 240 trilyon dolarla dünya hasılasının yüzde 300’üne ulaştı.
Birleşmiş Milletler (BM) Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın pandemi öncesinde açıkladığı veriler uluslararası sermaye hareketlerinde 3 yıldır bir gerileme yaşandığını, 2018 yılında yabancı sermaye yatırımlarının küresel düzeyde yüzde 13 gerilediğini gösteriyor. ABD’de, son 7 resesyon öncesinde, bono piyasalarında yaşanan kırılmalarda kısmi olumluluk göstermeye başlayan getiri eğrisi yeniden olumsuzlaşırken, benzer eğilimler Almanya finans piyasasında da ortaya çıkmaya başladı.
Finansal alanda ortaya çıkan olumsuz eğilimler-kırılmalar reel ekonomiye de sirayet etti. Küresel düzeyde imalat sanayi performansını ölçen PMI İmalat Endeksi, 2018 yılının ilk aylarından bu yana sürekli gerileyerek, Haziran 2019’da, 2012’den sonraki en düşük düzeyine inmişti. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin’de de ekonomik büyüme yavaşlamış, Güney Kore’nin ihracat artış hızı Haziran 2019’da son 3,5 yılın en düşük düzeyine gerilemişti. İhracatı altı aydır sürekli düşen Japonya’da imalat sanayi, Tankan indeksine göre 2016’dan bu yana en geri düzeyinde seyrediyordu.
Euro Bölgesi’nde, Fransa hariç tüm ekonomilerde üretim düşerken, bölgenin en güçlü ekonomisi olan Almanya’da 2019 için büyüme oranı beklentisi %1,6’dan %0,6’ya çekildi. Son olarak Avrupa Merkez Bankası’nın ekonomiyi desteklemek amacıyla ara verdiği bono alımlarına yeniden başlaması, resesyon beklentisinin kritik bir aşamaya geldiğinin itirafıydı. İngiltere’de Satın Alma Müdürleri Endeksi, ekonomik büyümenin 2019 Nisan-Haziran döneminde, imalat ve inşaat sanayi üretimlerinde ise haziran ayında negatif alana geçtiği açıklandı.
Duke Üniversitesi’nin 2019’da finans müdürleri arasında yaptığı bir araştırma, ABD finans müdürlerinin yüzde 69’unun gelecek yılın (2020) sonuna kadar bir resesyon beklediklerini gösteriyordu. Washington Post da Philadelphia ve New York’ta imalat sanayi etkinliğini ölçen indekslerinin hiç beklenmedik oranda sert gerilemeler kaydettiğini aktarıyordu.
2007’de 140 trilyon dolar olan toplam küresel borç içindeki payı yüzde 7 olan ve “yükselen piyasalar” olarak tabir edilen bağımlı ülkelerin borç stokları da toplam borç içerisinde yüzde 7’den yüzde 27’e çıkarak devasa bir hacme ulaştı.
Küresel kapitalist ekonomide yaşanan kırılmalar ve çöküş belirtilerini de dikkate alan Dünya Bankası 2019 yılı için büyüme beklentisini yüzde 2,6 oranında düşürdü.
Pandemi ve sonrası
Pandemi öncesinden devralınan ekonomik kriz pandeminin yükleriyle de birleşince kriz çöküşe doğru derinleşti. IMF’nin, 2020’nin bahar aylarında, pandemi sürecinin daha başlarında açıkladığı son Dünya Ekonomik Görünümü raporunda, küresel kapitalist ekonominin merkezlerinde koşulların, 1930’lardaki büyük buhrandan bu yana ilk kez bu kadar kötüleştiğini söylüyordu. Raporu takip eden aylarda kapitalist ülkelerin 2020 yılının çeyrek yıllık ekonomi verileri durumun ne kadar vahim olduğunu gösterdi. 2007-08 finans krizinde olduğu gibi piyasaya sürülen trilyon dolarlara rağmen üretimde düşüş gibi, ekonomik daralma, işsizlik ve iflasların da önlenemediği görüldü.
Çin Ulusal İstatistik Bürosu tarafından açıklanan 2020 yılının ikinci çeyreğine ait veriler küresel kapitalist sistem içinde bir istisna olarak kaldı. Çin’de açıklanan verilere göre gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) önceki çeyreğe göre yüzde 3,2 genişledi. Ekonominin böylelikle ilk çeyrekteki yüzde 6,8’lik küçülmeyi tersine çevirdiği gibi gözükse de açıklanan veriler, 2019 yılında büyüme hızı yavaşlayan ekonominin aynı dönemine göre yüzde 1,6 gerisinde kaldı. Çin’de gerçekleşen bu ekonomik büyüme batıda biraz hayret, biraz da kıskançlıkla karşılandı.
Çin bu koşulları Büyük Çin Devrimi’nin mirası olan devletleşme ve planlı ekonomiye borçludur. Çin bürokrat burjuvazisi Çin Devrimi’nin kazanımlarını tasfiye etse de ülkenin büyüklüğü ve sermaye birikimindeki zayıflıklardan dolayı devlet mülkiyeti ve kendi amaçları için tam olarak uygulanmasa da belli sınırlar içerisinde planlı ekonomiden vazgeçemedi. Batıda, kapitalist tekellerin her sıkıştıklarında devletin kanatları altına sığınmalarının da gösterdiği gibi devasa büyüklüğe ulaşan kapitalist tekelleri özel mülkiyet sınırları içerisinde ayakta tutmak, özellikle fırtınalı dönemlerde çok daha zor olmaktadır. Devlet kapitalizmine zorunlu bir dönüş gibi, hükümetlerin maliye politikalarına daha çok müdahalesini isteyen seslere de önümüzdeki dönemde daha çok tanık olacağız.
“Bu kez gerçekten farklı”
1930’lardaki depresyon gibi, 2007-2008 krizlerinin etkilerinin borsada, üretimde, işsizlikte ortaya çıkması yaklaşık 2-3 yıl sürmüştü diyen ünlü ekonomist Nouriel Roubini, Covid-19’un etkilerinin ise 1-2 haftada kendilerini gösterdiğini belirtiyordu. Carmen Reinhart ise yaşananları, “Bu kez gerçekten farklı” diye özetledi.
Covid-19 salgını emperyalist kapitalist ekonominin sorunlarını, iç ve uluslararası çelişkilerini, üretimin uluslararasılaşmasıyla mülkiyet sisteminin özel “ulusal” karakterinin uyumsuzluğunu hızla ortaya sererek, görünür hale getirdi. Kapitalist sistem zemininde kurulan tedarik zincirlerinin işlevselliğinin bir yere kadar, kapitalist dünyada işler ‘normal’ yolunda ilerlediği süre boyunca işe yarayabileceğini gösterdi. Dünya çapında üretimin ve tedarik zincirlerinin azami kârı amaçlayan rekabetçi kapitalizm temelleri üzerinde kurulmasının işlevselliğinin ve kalıcılığının olmayacağı gibi, pandemi döneminde yaşanan kısmi gerilimlere karşı bile dayanıklılığının olmadığı görüldü.
İhtiyaçların karşılanmasını amaçlayan sosyalist üretimden başka herhangi bir sistem, bugünkü üretim araçlarının gelişkinlik düzeyine uyum sağlayacak uluslararası bir toplumsal üretim sistemini ve işlevsel tedarik zincirlerini gerçekleştirme yetisine sahip değildir. “Dünya ekonomisi çöküyor”ken bu çöküntüden kurtulmak için, çöküntü ve çürümenin nedenlerine karşı savaşmak için her zamankinden daha çok zorunluluklarımız var.