Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yaptığı son açıklamaya göre, geçen hafta küresel ölçekte 5,8 milyon yeni korona vakası görüldü. Bu şimdiye kadar kaydedilen en yüksek rakam. DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus’un belirttiğine göre, Covid-19 salgını sonucu “1 milyon ölüye ulaşmak dokuz ay aldı, 2 milyona ulaşmak dört ay aldı, 3 milyona ulaşmak ise üç ay aldı.” Ortadaki vahim duruma rağmen, kapitalist ilaç tekelleri, Covid-19 aşıları üzerinde patent hakları olduğunu ileri sürerek, aşı üretimini tekellerinde tutmaya devam ediyor, böylece dolaylı da olsa milyonlarca insanın ölümüne sebep oluyorlar.
Bu arada salgının yıkıcı tablosu “kutsal patent hakkına” karşı yapılan itirazları büyütüyor. Dünya çapında birçok ülke, kurum ve bilim insanı, daha önce de yaptıkları çağrıları yineleyerek, aşılar üzerindeki patentlerin bir an önce kaldırılmasını talep ediyorlar. Bu çağrı ilk olarak geçen sene ekim ayında, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından kabul edilmiş olan TRIPS anlaşması nedeniyle başkaları tarafından üretimi yasaklanmış olan aşı patentlerinin kaldırılması amacıyla yapılmıştı. Ancak 60’tan fazla ülkenin destek verdiği bu çağrı ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği gibi emperyalist merkezlerin “kutsal patent hakkının” korunması gerekçesi nedeniyle kabul edilmemişti.
Son günlerde, bu çağrıyı destekleyen ülkelerdeki artışın yanı sıra, aralarında Nobel ödüllü bilim insanları ve eski liderlerin de bulunduğu 175 kişi, Beyaz Saray’a, aşıların fikri mülkiyet haklarının askıya alınması için devreye girme çağrısı yaptı. Dünya genelinde Covid-19 aşılarında fikri mülkiyet haklarının kaldırılması yönünde talepler artarken, ABD’de Joe Biden yönetiminin bu talebe destek vereceğini açıklamasıyla süreç yeni bir boyut kazandı. Biden’ın açıklamasının ardından Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 27 üyeli Avrupa Birliği’nin ABD’nin önerisini konuşmaya hazır olduğunu söyledi.
Ekim ayında bu çağrıya karşı çıkan bu emperyalist merkezlerin yaptığı açıklamaların samimiyeti tartışmalıdır ve bunun gerisinde kirli yeni stratejik planların olduğundan kuşku yoktur. Avrupa Komisyonu Başkanı’nın kısa bir süre sonra “Patent haklarının korunmasını savunuyoruz” yönlü açıklama yapması, bunu açıkça ortaya koymuştur. Tümüyle kapitalist tekellerin yönettiği ABD’ye gelince, dünya çapında zedelenen itibarını yeniden kazanmak için bu yola başvurduğu bilinmeyen bir sır değil. Zira DTÖ’de böyle bir kararın ancak oybirliğiyle alınabileceği, konuyla ilgili oylamalarda önerinin reddedileceği gerçeği orta yerde duruyor. Nitekim bu tartışmaları izleyen günlerde Almanya, Fransa, Japonya ve İsviçre devletleri, patent haklarının korunmasını ısrarla savunacaklarını ve yapılan bu önerileri desteklemeyeceklerini açıkladılar.
“Kutsal patent hakkı” aşıya eşit erişimi engelliyor
Henüz ruhsat aşaması tamamlanmadan kimi aşıların yüzde 75’i dünya nüfusunun yüzde 13’ünü oluşturan Avrupa Birliği, ABD, Kanada gibi ülkelerce satın alınmıştı. ABD’de kişi başına 7 doz, Avrupa Birliği’nde 4 doz ön alım ile aşı stokçuluğu yapıldı. Yoksul ülkelerden Bangladeş her dokuz kişiden ancak bir kişiye aşı yapabilecekken, Kanada ise her bir kişiye 9 doz aşı alımı yaptı. Aralık 2021 itibarı ile aşı üretimine geçebilecek üreticilerin toplam yıllık aşı doz kapasitesinin 6 milyar olduğu söyleniyor. Aşı iki kez yapıldığından bu yaklaşık 3 milyar insanı kapsayacak. Bu durumda dünya nüfusunun yarısından fazlası için bu yıl umut yok. Oysa tüm Covid-19 aşı veri tabanı insanlığın ortak mirası kılınırsa, herkes aşı olabilecek.
Bunun önündeki engel 2006’da yürürlüğe giren Fikri Mülkiyet Hakkı Patent Antlaşması’dır (TRIPS).1 Ocak 1995 kurulan Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) ilk icraatı TRIPS sözleşmesini 10 yıl sonra yürürlüğe girmek koşulu ile üye devletlere dayatmak olmuştu. O tarihte aşı üretim patentine sahip kapitalist ülkelerden az sayıda ilaç firması üretim yaparken, Hindistan vb. kimi ülkeler eşdeğer aşı üretimi ile çok daha ucuza aşı satarak, gelişmekte olan ülkelerin can simidiydiler. 2006’ya gelindiğinde DTÖ kararı ile patentsiz jenerik aşı üreten ülkelerde üretim sona erdi. Artık patent sahibi kapitalist tekeller 20 yıl boyunca üretim ve dağıtım konusunda tek söz sahibi oldular. Bu süre dolmadan eşdeğer aşı üretim ve satışı yasaklandı. Üstelik aşı fiyatını bu tekeller belirlemeye yetkili kılındı. Bu tarihten itibaren sağlık hizmetleri, kapitalist tekellerin elinde, ulaşılması çok zor olan bir meta haline geldi. Bilimsel araştırma merkezleri, hastaneler hızla özelleştirilerek, kapitalist tekellerin elinde büyük kâr getiren kurumlara dönüşmeye başladılar.
Kamusal kaynaklarla finanse edilen sağlık hizmetleri kamunun ortak malıdır
Oysa, ABD de dahil bütün kapitalist ülkelerde tüm aşı keşif süreçleri kamusal kaynaklar ile finanse edilmektedir. Bu, Covid-19 aşısının araştırma ve üretim sürecinde de aynen devam etmiştir. ABD’de Covid-19 aşılarını üreten Moderna için yaklaşık 2,5 milyar dolar, Oxford için 1,5, Biontex için 2 milyar dolar kamusal kaynaklar sağlandı. Covid-19’a karşı aşıların hızlı bir şekilde geliştirilebilmesinde Alman hükümeti de araştırma, geliştirme ve üretim faaliyetlerine kamu kaynaklarından yüksek miktarlarda para aktarmıştır. BioNTech şirketi, kuruluş aşamasında, Alman Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’ndan 392 milyon euro ve Avrupa Yatırım Bankası’ndan 100 milyon euroluk hacimli bir destek almıştır. Yine CureVac şirketinin de 2020 başında Alman hükümetine yatırım çağrısı yapması üzerine, Ekonomi Bakanlığı’nın 300 milyon euro üzerinde kaynak sağladığı, şirketin ayrıca Eğitim ve Araştırma Bakanlığı özel programından 252 milyon euro, uluslararası aşı koalisyonu CEPI’den de 34 milyon dolar ve ardından 8,3 milyon dolara varan destek aldığı bilinmektedir.
Yine, Rusya tarafından bulunduğu açıklanan Covid-19 aşısı, bir devlet araştırma birimi olan Gamaleya Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Araştırma Enstitüsü tarafından geliştirildi. Aslında aşının Rusya değil Sovyetler Birliği’nin ardında bıraktığı bir kurumca geliştirilmekte olduğunu söylemek daha gerçekçi. Diğer önemli Covid-19 aşı üreticisi Çin için de durum aynı. Çin ve Rusya gibi ülkelerin aşı üretim çalışmalarındaki başarıları, geçmişteki sosyalist miraslarındaki deneyim ve başarılarından gelmektedir. Ortadaki gerçek hiçbir şirketin tek başına yeterli kapsamda etkili ve güvenilir aşı üretecek durumda olmadığını göstermektedir. Bu nedenle Covid-19 aşısı üzerinde çalışan, üreten şirketlerin teknolojilerini, bilgi-birikim, biyolojik materyal ve telif haklarını hızlı bir şekilde kamunun ortak kullanımına sokmaları pandemiyle mücadelede atılacak en önemli adım olacaktır.
Mesele, kamu tarafından fonlanan çalışmalara, normalde aşı çalışmalarına hiç yatırım yapmayan ilaç tekellerinin son aşamada dahil olması ve aşı üzerinde mülkiyet iddia etmeleridir. Bu nedenle kapitalist ilaç tekellerinin aşı üzerinde “patent hakkı” iddia etmelerinin hiçbir meşru dayanağı yoktur. Buna rağmen başta Almanya, Fransa, Japonya, İsviçre gibi sermaye devletleri olmak üzere pandemiyi daha fazla kâr amacıyla ahlaksızca fırsata çeviren kapitalist ilaç tekelleri, aşıda patentin kaldırılmasına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Güya ileride ilaç araştırmalarını ve inovasyonları sektere uğratacağı gerekçesiyle…
Araştırmalar için gerekli kaynakların kamudan sağlandığı bir tabloda bunun hiçbir dayanağı kalmamaktadır. Gerçekte tek dertleri aşırı kazanç elde etmektir. Covid-19 aşısı sermaye için son derece kazançlı bir yatırım alanıdır. Kapitalist ilaç tekelleri olan Pfizer, Johnson & Johnson ve AstraZeneca, bir yıl içinde kazançlarını 26 milyar dolara çıkartılar. Bu tekellerin bir yıllık kazançları ile 1,3 milyar insanı, yani Afrika’nın tüm nüfusunu aşılamak mümkün. Üstelik bugünkü mevcut kâr, gelecekte beklenen kârın sadece küçük bir kısmıdır. Dünya genelinde yılda 1,2 trilyon dolar para kazanabilen ilaç şirketlerinde patlama yaşanıyor. Tam da bu nedenlerden dolayı kapitalist ilaç tekelleri aşıda patentlerin kaldırılmasına karşı çıkıyorlar.
Ortadaki bu tablo kapitalist barbarlığın gerçek yüzünü ortaya koymaktadır. Salgın asıl olarak dünyanın yoksul mazlum halklarını, işçi ve emekçileri vurmaktadır. Çünkü onların içinde yaşamak zorunda bırakıldıkları açlık ve sefalet koşulları, milyarlarca insanı salgına karşı korumasız bırakmaktadır. Bu anlamıyla insanlığı yakıp kavuran bu salgına karşı mücadele onu yaratan ve her türlü kötülüğün kaynağı olan kapitalizme karşı mücadeleyi gerektirmektedir. Bu mücadele, başta sağlık, eğitim, konut hakkı olmak üzere, özelleştirmeler yolu ile kapitalist tekellere peşkeş çekilen bütün alanlarda kamulaştırma mücadelesi ile birleştirilmek zorundadır. Sorunların kaynağı olan kapitalizm ortadan kaldırılmadan insanlığın gerçek kurtuluşu mümkün olmayacaktır.