Alman tekellerinin, kapitalist aşırı üretim ekonomisinden kök alan krizi, pandemi koşullarında iyice derinleşmiş, işçi ve emekçiler için sonuçları çok ağır olacak bir düzeye evrilmiştir. Özellikle son beş yıldır otomobil sanayisi üzerinden ortaya çıkan kriz, sektörün yan kolları olan yedek parça üretimi, metal ve elektronik işkollarında ağır bir biçimde hissedilmektedir.
Alman ekonomisinin son on yıldır ağır bir krizle cebelleştiği gerçeği, Wiesbaden’deki Federal İstatistik Dairesi’nin (Destatis) verilerinden de yansıyor: “Mayıs 2010’dan bu yana çalışan kişi sayısında en büyük yüzdelik düşüş yaşanırken, 5,5 milyon kişinin istihdam edildiği imalat sanayisinde neredeyse bütün sektörlerde çalışan sayısı azalmıştır. En büyük düşüş yüzde 5,6 ile metal üretimi ve işleme sektöründe oldu. Plastik üreticilerinde yüzde 5,1 istihdam azalması olurken, otomobil üretiminde yüzde 4,1 ve makine üretimi sektöründe ise yüzde 3,8 istihdam düşüşü kaydedildi.” Dünyanın beşinci ve Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’da kriz, son on yıldır kademeli olarak derinleşerek sürmektedir. Pandemi, durumu daha da ağırlaştırmıştır. Alman ekonomisi 2020’de tarihi seviyede küçülerek bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 11,3 daralmıştır.
Kapitalist tekeller faturayı emekçilere ödetiyorlar
Son elli yılın en büyük tarihi daralmasını yaşayan Alman ekonomisi ve bundan sorumlu olan kapitalist tekeller, korona salgınını da fırsata çevirerek, işçi ve emekçilere karşı dizginsiz bir saldırı programı hazırlıyorlar. Bu saldırıların birinci sırasında işten atmalar gelmektedir. Duisburg-Essen Üniversitesi İşletme ve Otomotiv Ekonomisi Bölümünden Prof. Dudenhöffer, sektörel araştırma verilerini Deutsche Welle’de paylaşırken, “Alman otomotiv markalarının depolarında, toplam 1,3 ile 1,7 milyon araçlık stokunun bulunduğunu ve hiçbir şirketin bu üretim fazlalığı kapasitesini yıllarca taşıyamayacağını vurguluyor.” Haberde Dudenhöffer’in, “bu sebeplerden dolayı, ‘iyimser bir tahminle’ şu an otomobil üreticisi firmalarla, onların yan sanayinde çalışan yaklaşık 830 bin kişiden en az 100 bin kişinin işine son verileceği öngörüsünde bulundu”ğu belirtiliyor.
Yine aynı konuda, mali danışmanlık firması Allianz tarafından, 17 Haziran’da, “Avrupa’da dokuz milyon istihdam risk altında” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapora göre, “Avrupa’nın en büyük beş ekonomisinde (Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya) kısa süreli çalışma ödenekleri programına dahil olan milyonlarca (45 milyon) kişi, devlet koruma programlarının süresinin dolması durumunda önümüzdeki yıl işlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya.” Raporun devamında kısa süreli çalışma ödeneği uygulamasının devam etmesi durumunda bile önümüzdeki yıl içinde 4,3 milyon çalışanın işini kaybedileceği tahmine yer veriliyor.
İşten atma saldırılarının yanı sıra kapitalist tekeller üretim giderlerinin düşürülmesi adına Almanya’da “çok fazla olan” sosyal hakların kısıtlanmasını şart koşmaktadırlar. Bunun anlamı çalışanlar için toplu sözleşme görüşmelerinde sıfır ücret artışı demektir. Şimdiden birçok işyerinde işçi ücretlerinin düşürülmesi gündeme getirilmiştir. On yılların mücadelesi ile kazanılmış olan izin ve Noel bayramı ödenekleri kaldırılmaktadır. Yıllık izinlerin kısaltılması, işyerleri tarafından ödenmekte olan ek emeklilik hakkının kaldırılması saldırıların diğer halkalarıdır. Yanı sıra taşeron işçiliğin yaygınlaştırılması, esnek çalışmanın kalıcı hale getirilmesi, işten atmaların kolaylaştırılması, mesailerin ödenmemesi vb. onlarca saldırı işçi ve emekçileri daha da köleleştirmek için uygulanmaya konulmuş bulunmaktadır. Kapitalist tekeller ve onların hizmetindeki sermaye devletleri, krizin faturasını emekçilere ödetebilmek için tam bir uyum içerisinde ortak hareket etmektedirler.
Topyekûn saldırılara karşı tek çözüm devrimci sınıf hareketi!
Dünyanın her tarafında, sermaye işçi ve emekçilere karşı topyekûn bir saldırı başlatmış bulunmaktadır. Uğruna ağır bedeller ödenerek elde edilmiş olan bütün kazanımlar, kapitalist tekeller tarafından hedef tahtasına çakılmış bulunmaktadır. İşçi sınıfı tüm bu saldırıları düzenin icazet sınırlarını aşan, devrimci sınıf kimliği üzerinden yaratılacak olan örgütlü militan mücadele yollarına başvurarak püskürtebilir. Günümüz koşullarında sermayeyi saldırılar konusunda bu kadar cüretkâr kılan, tam da işçi sınıfının içinde bulunduğu atalet ve örgütsüzlük durumudur.
İşçi sınıfı sermayenin saldırılarının yanı sıra, başta sendikal bürokrasi olmak üzere burjuva liberaller ve devrim iddiasını çoktan yitirmiş olan reformist partilerin ağır ideolojik kuşatması altındadır. Sendikal bürokrasi, kapitalist tekellere, saraylara “sosyal barış” ilan ederek, “aynı gemideyiz” yalanlarıyla işçi sınıfını hiçbir şekilde sebebi olmadığı bu krizin faturasını ödemesi için itaat etmeye zorlamaktadır. Sınıfın kitle örgütleri olan sendikalar, başlarına çöreklenmiş bürokratlar sayesinde, kapitalizmin bu kadar kapsamlı saldırıları karşında utanmazca tam bir suskunluk içerisindedirler. Bir ihanet çetesine dönüşmüş olan bu bürokratlar kastı, en ufak mücadele bir yana, işçi ve emekçileri atıl bir durumda tutabilmek için elinden gelen bütün çabayı ortaya koymaktadır.
Burjuva liberaller takımı ise, pandemiyle daha da derinleşen krizi insanlığın ortak bir sorunu ilan ederek, toplumun bütün kesimlerini ortak sorumluluk paylaşmaya davet etmektedir. Bu liberaller kapitalizmin aşırılıklarının törpülenmesi, sosyal adalet, işçi ve emekçilere biraz daha fazla kırıntılar verilmesi, sınıflar arası sosyal barış vb. yalanlarla beslendikleri sistemi korumaya, kapitalizmin ömrünü uzatmaya çalışmaktadırlar. Bu satılmışlar, vakıflarıyla, sendikal bürokrasi içerisindeki güçleriyle, adı sol olan partileriyle işçi sınıfının devrimci bir kimlik kazanmasına karşı amansız bir mücadele yürütmektedirler.
Devrim iddiasını bayraklarından, bilimsel sosyalizm düşüncesini programlarından çoktan çıkartmış olan küçük burjuva halkçı hareket ve partiler ise, işçi sınıfının tarihsel rolünü anlamayarak ona yabancılaşmaktadırlar. Oysa bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da, “Bugün burjuvaziyle karşı karşıya gelen bütün sınıflar içinde yalnızca proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Öteki sınıflar modern sanayi karşısında çürür ve en sonunda ortadan kaybolurlar; modern sanayinin özel ve asıl ürünü proletaryadır” diyerek, işçi sınıfının tarihi devrimci rolünün altını önemle çizmişlerdir.
İşçi sınıfının devrimci bir kimlik kazanmasının yolu, en başta onun ileri kesimlerinin bilimsel sosyalizm düşüncesi ışığında eğitilerek örgütlenmesini şart koşar. Bilimsel sosyalizm düşüncesi ise işçi sınıfına dışarıdan, yani, bunu kendisine bir program edinmiş devrimci sınıf partileri tarafından taşınabilir. Bugün işçi sınıfının devrimci sınıf kimliği ile mücadele sahnesine çıkabilmesi için gereksinim duyduğu ve en büyük ihtiyacı olan çalışma tarzı budur. Oysa sınıfa yabancılaşanlar bir tarafa, sınıf içerisinde çalışma yaptığını iddia edenler, yasal sınırlara hapsolmuş icazetçi kaygı ve reformist politikaları ile sınıfın devrimcileşmesi önündeki en büyük engeldirler.
Kapitalizmin topyekûn saldırıları karşısında, işçi sınıfını sadece kırıntılar elde etmek için mücadeleye çağırmak, bunun için çaba sarf etmek kaçınılmaz olarak elde olanları da yitirmekten başka bir işe yaramaz. Sınıflar mücadelesinin bütün tarihi deneyimleri işçi ve emekçilerin sahip olduğu bütün kazanımların gerisinde, yasal sınırları aşan militan devrimci mücadeleler olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, devrimci hedeflerden kopartılarak, salt reformlar için verilen mücadelenin ne kazanımları ne de kalıcılığı olabilir. Komünistlerin 15 yıl öncesine ait ve olduğu gibi doğrulanan aşağıdaki değerlendirmelerini kavrayan bir siyasal sınıf çalışması, günümüzün en yakıcı ihtiyacıdır:
“Bugün bu kazanımlar bir kez daha sermayenin karşı saldırısına konu olmuştur ve işçi sınıfı onları ancak yeni devrimci sınıf mücadelelerine girişerek yeniden elde edebilir. Özellikle devrimci sınıf mücadeleleri diyoruz; zira 150 yıllık tarihi dönemin toplamı üzerinden biliyoruz ki, burjuvazi devrim tehdidiyle yüz yüze kalmadıkça, bu hakları bir parça istikrarlı bir biçimde vermeye kolay kolay yanaşmamıştır, yanaşmayacaktır da.
“Dolayısıyla tüm bu tarihi ders açıkça göstermektedir ki, kapitalizm altında reformlar ancak devrim mücadelelerinin yan ürünleri olabilirler. Sınıf mücadelesi kapitalizmin yıkılmasına, yani toplumsal devrime vardırılmadığı sürece de, bu kazanımlar, kendi o sınırlı ve güdük halleriyle hiçbir biçimde istikrarlı ve kalıcı olamazlar. Bunalımlara ve güçler dengesindeki değişime bağlı olarak burjuvazi tarafından karşı saldırıya konu edilir ve çoğu durumda da yeniden gasp edilirler. Bugün dünya ölçüsünde olup bitenler şahsında açıkça görmekte olduğumuz gibi.
“Aynı tarih dersinden önümüzde yeni bir devrimci sınıf mücadeleleri döneminin uzanmakta olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Sınıf ilişkileri ve mücadelelerinin tarihsel diyalektiği buna işaret etmektedir, olayların mantığı bunu hazırlamaktadır. Bizzat sermayenin karşı saldırısıyla ‘sosyal devlet’ geride bırakıldığına göre, bunun geçici olarak sağladığı sosyal barış da geride kalacaktır. Buna kesin gözüyle bakabiliriz.” (Ekim, Sayı: 241, Mart 2005, Başyazı)