Covid-19, halk sağlığı ve “sürü bağışıklığı”

Ya barbarlık içerisinde çöküş ya sosyalizm! Pandemi süreci, insanlığın bu ikilemle karşı karşıya olduğunun itirazsız bir şekilde doğrulanmasıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Ekim 2020
  • 11:30

Covid-19 salgını fabrikalar başta olmak üzere yaşamın her alanında yayılmaya devam ediyor. Kapitalist tekellerin çıkarlarını temel alan hükümetler, üretim ve ticaretin kesintiye uğramaması için salgın karşısında halk sağlığını koruyucu ciddi önemler almıyorlar. Salgına karşı “mücadeleyi” bireyselleştirerek, salgının yaygınlaşmasından bireyi/toplumu sorumlu tutuyorlar. Pandemi süreci adeta “sürü bağışıklığı”nın insafına bırakılmış durumda. Beslenme, barınma ve çalışma koşullarından dolayı zaten bağışıklık sistemi zayıf olan, kalabalık ev ortamında yaşamak, toplu ulaşım araçlarını kullanmak ve en zor şartlar altında çalışmak zorunda bırakılan emekçiler kaderlerine terk edildi. Salgında yaşamını yitirecek yaşlıların, kronik hastalığı olan emekçilerin ölümlerinin sağlık ve emeklilik kasalarının yükünü azaltacağı da hesaplanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, 20 Ekim itibarıyla, resmi koronavirüs vaka sayısı 40 milyon 238 bini, hayatını kaybedenlerin sayısı 1 milyon 118 bini aştı. Avrupa’da vaka sayıları pandeminin ilk aylarına kıyasla 2’ye, 3’e katlanmış bulunuyor. Dürüst bilim insanları gerçek vaka ve yaşamını yitiren insan sayısının resmi rakamların çok üzerinde olduğu görüşündeler. DSÖ de 700 milyondan fazla insanın salgına yakalandığını tahmin ettiklerini duyurmuştu. Türkiye'deki bilim insanları da gerçek vaka sayısının açıklanandan en az on kat fazla olduğunu söylüyorlar.

Vaka sayısının dünya ölçüsünde kış-bahar aylarını geride bıraktığı gerçeği hükümetler tarafından da kabul ediliyor ve bir takım “önlemler” alınıyor. Ama bu önlemler yalnızca salgının hızını kesmek için. Silah sektörü başta olmak üzere zorunlu olmayan sektörlerde üretim çarkları dönmeye devam ediyor. Başta AVM'ler olmak üzere ticarete hiçbir sınırlama yok. Zorunlu olmayan sektörlerde üretime ara verilerek, insanların günlük gereksinimlerinin toplumun sırtından biriktirilen zenginliklerden ve fonlardan karşılanmasına karşı çıkan hükümetler, bu durumu “toplumun kapanması” olarak sunuyorlar. Tam bir riyakarlıkla “Hayat eve sığar” diyerek, evinde ekmeği olmayan, elektriği kesilen yoksul insanlarla alay ediyorlar.

Salgının ilk aylarında sağcı ve faşist hükümetlerin başını çektiği sürü bağışıklığı uygulamasına karşı toplumlardan yükselen tepkileri de dikkate almak zorunda kalan liberal “demokratik” hükümetler, daha sonra tedricen bu uygulamalara geçtiler. Sürü bağışıklığı ilk İngiltere’de gündeme gelmiş, artan vaka sayısı, ölümler ve başbakan Johnson'nun virüs kapmasının etkisiyle geri adım atmak zorunda kalmışlardı. Ama kapitalizmin çarklarının dönebilmesi için, “toplumun kapanmaması” adına “sürü bağışıklığı” politikası açıkça formüle edilmeden uygulamaya konuldu.

Covid-19 virüsünün genç insanlar için de ölümcül olabildiğini açıklayan DSÖ Genel Direktörü, “Tam olarak anlayamadığımız tehlikeli bir virüsün serbestçe dolaşmasına izin vermek, basit bir şekilde ahlak dışıdır. Bu bir seçenek değildir. Ancak pek çok seçeneğimiz var. Ülkelerin bulaşmayı kontrol etmek ve hayat kurtarmak için yapabileceği ve yaptığı birçok şey var. Bu, virüsün serbestçe dolaşmasına izin vermek ile toplumlarımızı kapatmak arasında bir seçim değil” diyor.

Kapitalist sistemin mabedi, toplu kıyım teori ve pratiğinin başını çekiyor. 14 Ekim tarihli Newsweek’de, Trump yönetiminden iki yetkilinin, “Beyaz Saray’ın Great Barrington Deklarasyonu’nu desteklediğini” söylediği haberi yer aldı.

“Great Barrington Deklarasyonu”, kapitalist tekellerin “düşünce kuruluşu” olan Amerikan Ekonomik Araştırma Enstitüsü’nün (AIER) düzenlediği bir toplantının ardından piyasaya sürüldü. Hükümetlerden, “doğal enfeksiyon yoluyla virüse karşı bağışıklık geliştirmeleri”, evde çalışmaya son vermeleri ve virüsün yayılabileceği kitlesel etkinlikleri teşvik etmeleri istendi. Trump ve Bolsonaro da çağrısını yaptıkları yürüyüşlerle buna çoktandır destek veriyorlar. “Komplo teorisi-coronavirus” yürüyüş ve mitinglerinde fabrikalar ve okullarda virüsün yayılması savunuluyor. Washington Post’un bir Beyaz Saray yetkilisinden aktardığı, “Plan (Great Barrington Deklarasyonu), aylardır başkanın politikası olan şeyi onaylıyor” sözleri, bu gerçeğin altını çiziyor.

Covid-19 en çok yaşlılar ve kronik hastalar için ölüm riskini artırsa da, virüsün her yaştan insanı etkilediği, öldürdüğü ve kapsamı henüz tam bilinmeyen kalıcı hasarlar bıraktığı bilim insanlarının ortak görüşüdür. Saygın bilim insanları “sürü bağışıklığı” politikasını ahlak dışı olarak değerlendiriyorlar.

DSÖ Genel Direktörü, “Sürü bağışıklığı, insanları bir virüsten koruyarak sağlanır, onları virüse maruz bırakarak değil. Halk sağlığı tarihinde bırakın bir pandemiyi, bir salgına yanıt verecek bir strateji olarak sürü bağışıklığı asla kullanılmadı” diyor.  Yanı sıra, “Örneğin, kızamığa karşı sürü bağışıklığı, nüfusun yaklaşık yüzde 95'inin aşılanmasını gerektirir”,“Ayrıca Covid-19 bulaşmış kişilerin, ikinci kez virüsü kaptığına dair bazı örnekler de var. Bu nedenle, virüsün kontrolsüz bir şekilde dolaşmasına izin vermek, gereksiz enfeksiyonlara, acı çekmeye ve ölüme izin vermek anlamına gelir” uyarısında bulunuyor.

Bilimsel gelişme, teknolojik üstünlük ve sahip olduğu maddi zenginliklerle övünen ancak bunları insanların hizmetine sunmak yerine insanlığa ölüm kusan savaşlara akıtan ABD’de, ismi açıklanmayan bir yetkilinin şu sözleri medyada yer aldı: “200 bin kişinin öldüğünü herkes biliyor. Bu son derece ciddi ve trajik. Ama öte yandan, toplumun felç olması gerektiğini düşünmüyorum ve insanları evlerine kapatmanın zararlarını biliyoruz.”

Yeni yüzbinlerin ölüme sürülmesi demek olan, “Toplumun (yani kapitalist üretim ve ticaretin) felç olması gerektiğini düşünmüyorum” sözleri, kapitalizmin insanlık dışı karakterini ve ahlakını tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor.

Mart ayı sonunda Almanya'da “kurtarma fonu”, AB'de ise “korona fonu” üzerinden trilyon dolarlar kapitalist tekellerin kasasına aktarılmıştı. Ancak “istihdamın korunması” propagandasının bir yalan olduğu çok geçmeden açığa çıktı. Yaz aylarıyla birlikte Avrupa'da işten atma dalgası başladı. Geniş emekçi yığınlar yoksulluk ve sefalete mahkûm edildiler.

Pandemi bahane edilerek yürüyüşler, mitingler, grevler yasaklandı. Ancak askeri tatbikatlar, savaşlar, silah satışları dur durak tanımıyor. AKP-MHP rejimi de AKP etkinlikleri dışındaki toplantı, yürüyüş, miting, grev ve basın açıklamalarını, meslek örgütlerinin kongre yapmalarını bile yasaklıyor.

Ya barbarlık ya sosyalizm!

Bir yıla yakın bir zamandır yayılmasını sürdüren pandemiye karşı sermaye devletlerinin neyi ne kadar ve hangi sınıf için yapacağı test edilerek açığa çıkmış bulunuyor. Sermaye hükümetleri, başlangıçta gönülsüzce ve tedarik zincirlerinde yaşanan kırılmaların da zorlamasıyla yarım yamalak uyguladıkları üretimdeki sınırlamaya bir süre sonra son verdiler. Kapitalist tekeller, korona fonlarından aldıkları trilyon dolarları kasalarına indirdikten sonra işten atma saldırılarını yaşama geçirdiler. Ve bugün sermaye hükümetleri, salgın her geçen gün daha hızlı yayıldığı ve yeniden ağır bir yıkım yaşanmaya başladığı halde, köklü önlemlerden almaktan uzak duruyorlar.

İşçi sınıfı, emekçiler, gençlik ve kadın hareketleri ancak ortak bir mücadele cephesi yaratarak bu saldırganlığa karşı durabilirler. Eğer işçi sınıfı ve emekçilerin ürettiği maddi zenginlikler ve bilimsel-teknolojik olanaklar bir avuç sömürgen asalağın elinden sökülüp alınmaz, emekçileri “sürü” olarak gütmelerinin önüne geçilemezse, insanlık yeni bir barbarlığa sürüklenecektir. Ya barbarlık içerisinde çöküş ya sosyalizm! Pandemi süreci, insanlığın bu ikilemle karşı karşıya olduğunun itirazsız bir şekilde doğrulanmasıdır.