2020 yılının sonuna yaklaşırken, milyonlarca insanın, pandeminin yanı sıra açlık, yoksulluk, sefalet ve işsizlik batağında tükeniyor olması, Türkiye’nin en temel gündemi durumunda. AKP-MHP rejimi altında her geçen gün ağırlaşan ekonomik-sosyal yıkıma, salgının kontrolden çıkıp yaygınlaşmasıyla insani yıkımın büyümesi eşlik ediyor.
Son derece vahim boyutlar kazanan mevcut tablonun birinci dereceden sorumlusu, dümenini AKP-MHP gerici-faşist bloğunun tuttuğu sermaye iktidarıdır, onun içerde ve dışarda izlediği politikalardır. Gerekli önlemler alınmadığı için pandemi her gün yüzlerce insanın yaşamına mal oluyor. İşi-aşı olmadığı için intihar edenlerin sayısı giderek artıyor. Bunların sorumluluğunu taşıyanlar gerçek rakamları gizliyor ve tam bir arsızlıkla “ülkede yoksulluk sorunu yok” vaazları verebiliyorlar.
Toplumun üzerine bir karabasan gibi çökmüş bulunan dinci-faşist iktidarın 2020 yılı icraatlarına göz atıldığında, tüm alanlarda tam bir iflasla karşı karşıya olduğu görülüyor. Bunun içindir ki rejim ancak faşist baskı ve terörü tırmandırarak, mafya şeflerine alan açarak ayakta kalabiliyor. Faşist partinin başı Bahçeli tam bir kudurganlığın ifadesi açıklamalar yapıyor, tehditler savuruyor. Sarayın bir bakanı muhalefeti arsızca tehdit ediyor, seçim olsa da olmasa da iktidarı devretmeyeceklerini ilan ediyor. HDP’ye ve Kürt halkına dönük saldırganlık yeni boyutlar kazanmış bulunuyor...
2020’nin açılışını Suriye’ye savaş ilan ederek yaptılar
Covid-19 salgını dünyada yayılmaya başladığında, dinci-faşist iktidar cihatçı çetelerle birlikte işgal ettiği Suriye’nin İdlib kentine askeri yığınak yapıyor ve tehditler savuruyordu. Histeri öyle bir boyuta vardı ki, Suriye ordusunun İdlib çevresinden çekilmemesi “savaş nedeni” ilan edildi. Batılı emperyalistlerin de onayı ile başlatılan saldırı ancak hava bombardımanıyla Türk askerlerinin ölümü üzerine durduruldu.
Yayılmacı-fetihçi hırslarla gözü dönen rejimin efendileri, salgın kol gezerken, ekonomi iflasa sürüklenirken, Suriye topraklarındaki işgali yayma peşindeydiler. Kaynaklar kirli savaşlara aktarıldı, on binlerce cihatçının maaşları ödendi, vb... Bu yayılmacı politika, işçi ve emekçiler için daha çok işsizlik, daha çok yoksulluk ve sefaletten başka bir sonuç yaratmadı.
Covid-19 salgınını felakete çevirdiler
Salgına karşı önlem almak bir yana, daha en başında 25 bini aşkın umreciyi Suudi Arabistan’a göndererek, koronavirüsü ülkeye taşıdılar. Salgın yayılınca da kapitalistler için 100 milyar liralık “kurtarma paketi” hazırladılar. İşçileri ise sömürü çarklarının dönebilmesi için ölüm pahasına fabrikalara sürdüler. Başlangıçta verilen kırıntılar dışında işçi ve emekçilere destek sunmadıkları gibi, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehir belediyelerinin yardımlarını engellediler.
İlk dalganın hafiflemesiyle salgının yayılmasına yol açan kalabalık toplantılar yapmaya başladılar. Ayasofya’da kılınan kitlesel namaz, onlarca toplantı, açılışlar vb. ile salgının tam bir felakete dönüşmesine zemin hazırladılar. Gelinen yerde Türkiye salgında dünyada 6. sıraya yükseldi. Hekimler ve bilim insanları günlük ölüm sayısının bin civarında olduğunu ifade ediyorlar. Salgın kontrolsüz bir şekilde yayılıyor. İki-üç hafta kapanma dışında büyüyen bu felaketin önüne geçmek mümkün olmadığı halde hiçbir adım atılmıyor.
Rejim krizi derinleşiyor
Tek adam rejimi kendi içinde de istikrar kazanamadı. Devletin baskı ve şiddet aygıtları sürekli tahkim ediliyor. Asker ve polis ordularına bir de saraya bağlı “bekçiler ordusu” eklenmiş durumda. Ancak bunlar rejim krizinin derinleşmesini önleyemiyor. Zira sistemin şiddet aygıtları dışındaki kurumları da dökülüyor. Adam kayırmacılık, yozlaşma, yağma ve talan bünyeyi tepeden-tırnağa sarmış bulunuyor.
Bir tür mafyalar-çeteler koalisyonu haline gelen AKP-MHP rejimi, kendi içinde de çatışma yaşıyor. Sarayın “veliaht” damadı ve bakanı Berat Albayrak’ın harcanmasının gerisinde, bunun ürünü kirli hesaplaşmalar yatıyor. Öte yandan, “damadını harcayan herkesi harcar” korkusu AKP saflarını da sarsmış görünüyor. Baskı, tehdit, rüşvet ile siyasi kriz ertelenmeye çalışılıyor. Ama çatlakların derinleşmesini önlemek olası görünmüyor.
Saldırgan dış politikanın yarattığı sorunlar
İktidarı kaybetmemek için her şeyi göze alan AKP-MHP gericiliğinin iç politikada şiddet dışında kullanabileceği etkili bir aracı kalmadı. Bu nedenle yayılmacı dış politikadan medet umuyorlar. Bu politikayı düzen muhalefetini dizginlemenin bir imkanı olarak değerlendiriyor ve ırkçı-şoven propagandayı tırmandırmanın aracı olarak kullanıyorlar.
Ancak, saldırgan dış politika gereği Suriye, Irak, Libya, Azerbaycan ve Akdeniz’de Türk ordusunun sahaya sürülmesi ve tehdit-şantaj diplomasisinin esas alınması emperyalistleri rahatsız ediyor ve krizlerin derinleşmesine yolaçıyor. Katar Emiri dışında bölgede dostu kalmayan dinci-gerici iktidarın emperyalist efendilerine yaranması eskisi kadar kolay değil. Efendilerine hizmet konusunda bir sorunları olmasa da, bu hizmet karşılığında rejime destek ve yayılmacılığa onay vermelerini istiyorlar. Onay bir yana, yaptırım tehdidi ile karşılaşıyorlar. Henüz çok ağır olmasa da, ABD’nin S-400’lerden dolayı yaptırım kararı alması, işin ciddiyetine işaret ediyor.
Tüm yıla yayılan tehdit, şantaj, çatışma, savaş politikası Suriye, Libya, Azerbaycan, Irak ve Doğu Akdeniz’de pek çok sorun yaratsa da, bu süreç Türk sermaye devletinin çapını ortaya koydu. Savaş sanayisine büyük bir bütçe harcayan dinci-faşist iktidar bazı çatışmalarda etkili olsa da, iflas etmiş bir ekonomiyle “emperyalistlik oynama” hevesleri krizleri daha da derinleştirmekten başka bir sonuç yaratmadı.
Ekonomik kriz derinleşiyor
Salgın yayılmaya başladığında Türkiye kapitalizmi ağır bir ekonomik-mali krizle yüzyüzeydi. Salgının yeni bir boyut kazandırdığı krizi kontrol altına almaya yönelik tüm politikalar iflas etti. Buna rağmen, TÜİK’in uydurduğu rakamlar üzerinden “ekonomi tıkırında” yalanları yakın zamana kadar sürdürüldü.
Pandeminin yanı sıra izlenen dış politika da krizin derinleşmesine, ekonominin dibe vurmasına yol açtı. Hizmet sektörü ve esnaflar büyük bir yıkım yaşadı. Faizleri yükseltmemek adına Merkez Bankası’ndaki 120 milyar dolarlık rezerv yerli ve yabancı finans şirketlerine ucuza satıldı. Tüm önlemlere rağmen Türk Lirasının değer kaybı sürdü. Astronomik rakamlara ulaşmış bulunan borçlar daha da katlandı, dış borç ödemeleri büyük bir sorun haline geldi.
Sonuçta faizleri yükseltmek ve “faiz lobisi” önünde diz çökmek zorunda kaldılar. Gelinen yerde ancak uluslararası piyasalardaki ortalama faizin 7 katını ödeyerek borç bulabiliyorlar.
İşçi sınıfı yeni bir mücadele yılına hazırlanmalıdır!
İzlediği tüm politikalarla milyonların yaşamını tam bir cehenneme çeviren sermaye ve iktidarı, krizin daha da büyüyecek olan faturasını emekçilere ödetmek dışında bir çıkış yoluna sahip değil. Öte yandan, toplumsal serveti üreten işçi sınıfı ve emekçiler için, bu çürümüş rejimin dayattığı açlık, sefalet, işsizlik ve ölüm bir kader değil. Elbette, kendilerine dayatılan faturayı ödemeyi reddettikleri, kapitalistler ile siyasi temsilcilerinin karşısına örgütlü bir güç olarak çıkmayı başarabildikleri koşullarda...
İşçi sınıfı, emekçiler, yoksullar ve ezilenler ancak birleşip örgütlenerek, mücadelenin yolunu tutarak, siyaset alanına çıkarak, hem kendilerine dayatılan yıkımı reddedebilir hem de kapitalistlerden ve yozlaşmış rejimin temsilcilerinden hesap sorabilirler.
Yeni yılda bu ikilem kendisini daha açık bir biçimde dayatacaktır. İşçi sınıfı ve emekçiler için tek çıkış yolu, onurlu ve insanca bir yaşam için, yaşama hakkı için, geleceği için bu mücadeleye hazırlanmaktır.