İnsanlığın üstüne bir kabus gibi çöken koronavirüs salgını devam ediyor. Tüm dünyada “normalleşme” adımları salgının yayılma hızını arttırdı ve insan sağlığı açısından tehlikenin boyutunu büyüttü.
Vaka sayılarındaki artışlara rağmen, hayat olağan şekilde sürüyor. Zira sermaye iktidarı için pandemi kısıtlamaları döneminde olduğu gibi, “normalleşme” döneminde de aslolan, ekonominin çarklarının dönmesidir. Bir avuç asalağın çıkarlarının ön planda olduğu kapitalist sistemde, ekonomi sarsılmasın diye toplum yıkıma uğratılıyor. Tıpkı halihazırda süren koronavirüs salgınında olduğu gibi… Salgının topluma dayattığı “yeni dönemde” sorunu sadece bireyin kendi sorumluluğuna indirgemek, vaka artışlarının insanların salgın karşısındaki “rehaveti” yüzünden yaşandığını açıklamak safsatadan başka bir şey değildir.
Pandemiyle birlikte toplumu döneme uygun şekilde yeniden organize etmek gerekmektedir. Fakat toplumun ihtiyaçları yerine sermayenin ihtiyaçlarının ön planda tutulduğu kapitalist sistemde bunu beklemek nafiledir. Salgın başladığından beri dünyada ve ülkemizde yaşananlar, şimdiye kadar kontrol altında tutulması gereken salgının daha çok yayılmasına neden oldu.
Topluma virüsle birlikte yaşamayı öğrenmeyi telkin eden AKP iktidarı, yaşanan sorunlar karşısında işçi ve emekçileri yalnız bırakmıştır. Bu süreçte açlık ve ölüm ikilemi ile karşı karşıya kalan işçi ve emekçiler, yaşamlarını sürdürebilmek için virüsün kol gezdiği ortamlarda ekmek kavgası veriyorlar. Bu koşullarda işçi ve emekçilerin yaşadığı sorunların en önemlilerinden biri de çocuklarının eğitimleri konusundaki belirsizliklerdir. Salgının başından itibaren üretimin dışında yer alan çocukları ve gençleri eve hapsederek önlem aldığını yutturmaya çalışan AKP iktidarı, bu süreçte özellikle işçi ve emekçi çocuklarının eğitim hakkını gasp etmiştir. Kapitalist sistemde eğitim olanakları eşit düzeyde paylaşılmadığı içindir ki bu süreçte emekçi çocukları adeta kaderlerine terk edildiler. AKP iktidarının pandemi döneminde yaptığı tek şey, uzaktan eğitim adı altında sadece görüntüyü kurtarmak olmuştur.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk tarafından yüz yüze eğitimin ağustos sonunda başlayacağı duyurusu üzerine toplumda büyük bir tedirginlik yaşanmıştı. Halihazırda mevcut okulların kapasitesi zaten ihtiyacı karşılamıyor. Şimdi bir de koronavirüs salgını var. Çocukların kalabalık okullarda nasıl eğitim alacakları sorusu ailelerdeki kaygıları ister istemez büyütüyor. Dahası, çocuklar üzerinden ailelerinin ve bütün bir toplumun sağlığı da tehdit altındadır. Çünkü aylardır süren pandemi döneminde örgün eğitimin yapılabilmesi için herhangi bir hazırlık yapılmadığı gibi, eğitim-öğretim kurumlarında gerekli altyapı sorunları da çözülmedi. Örgün eğitim yakın zamana kadar belirsiz bir tarihe ertelenirken, son olarak okulların 21 Eylül’de açılacağı açıklaması yapıldı. Son yapılan açıklamalarda vakalarda görülen hızlı artış nedeniyle okulların kademeli açılacağı ifade edildi.
Pandemi sürecinde eğitim sistemine yönelik önerilerde bulunan ve yakın zamanda okullar açıldığı takdirde tehlikenin boyutunu ifade eden eğitimcilere ve bilim insanlarına kulak tıkayan AKP iktidarının asıl niyeti, özel okulların yaşadıkları tıkanmaya çözüm bulmaktır. Kendisi de özel okul sahibi olan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un işi, özel okul patronlarının taleplerine yanıt üretmek olmuştur. Bakan, bir an önce özel okullarda kayıt işlemlerinin başlaması ve pandemiden kaynaklı tekrar okullar kapansa dahi özel okulların kasalarına para girmesini sağlama çabası içerisine girmiştir.
Ayrıca gözlerini para hırsı bürümüş AKP şefi Erdoğan, bu süreçte “öğretmenlerin bedava maaş almaları”ndan çok rahatsız olmuştur. Bu yüzden olsa gerek ki hiç ilgilerinin olmadığı bir takım projelere öğretmenler de çağrılmakta ve gereksiz bir şekilde meşgul edilmektedirler.
Görüleceği üzere, toplum sağlığı bu kadar tehlikedeyken ve atılan her adım vaka artışına sebebiyet verirken yüz yüze eğitime geçilmesi ısrarının arkasında yine kâr ve rant yatmaktadır. Dertleri gerçekten çocukların eğimi olsaydı, uzaktan eğitim esnasında işçi ve emekçi çocuklarına imkan sağlanır, hiç kimse mağdur olmazdı. Türkiye’de yaşanan YKS ve LGS sürecinde çocukların ve gençlerin sınava girme tarihini turizm sektörünün ihtiyaçları üzerinden ayarlayan AKP-MHP rejiminin, paralı eğitimin sağladığı rantı göz ardı etmesi mümkün değildir. Sermaye iktidarı açısından özel okulların kasalarının dolmasının garanti edilmesi, devlet okullarında “ihtiyaçlar” adı altında para toplanması, okul servislerinin oluşturduğu rantın paylaşımı, kursların ve etüt merkezlerinin kasalarının dolması vb. daha önceliklidir. Dolayısıyla bu çarkların dönmesi için okulların açılması gerektirmektedir.
N. Kaya