“İnsanlık tarihi ve gezegenimizin tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir noktadayız. … Toplumlarımız ve gezegenimiz için kırmızı uyarı ışıkları yanıyor. … COVID-19 küresel salgını da apaçık dengesizliklerin üzücü sonuçlarından en yenisi olabilir ancak, doğanın üzerinden elimizi çekmezsek sonuncusu da olmayacak.”
Böyle başlıyor 30’uncu yılında yayınlanan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) ‘Önümüzdeki Sınır: İnsani Gelişme ve Antroposen’ başlıklı 2020 İnsani Gelişme Raporu.
2019 yılı verileri baz alınarak hazırlanan rapor İnsani Gelişme Endeksi (İGE), Eşitsizliğe Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi, Toplumsal Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi ile Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’ni içiriyor.
Rapora, bu yıl ilk kez ülkelerin karbondioksit emisyonları ve madde ayak izini hesaba katan “Gezegensel Baskılara Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi” (GİGE) de eklendi.
En yüksek insani gelişme endeksi (İGE)
Uzun ve sağlıklı yaşam, bilgiye erişim ile kabul edilebilir bir yaşam standardı gibi 3 temel boyutta hesaplanan insani gelişme endeksinde ilk üç sırada Norveç̧, İrlanda ve İsviçre yer alıyor. Bunları sırasıyla Hong Kong, İzlanda, Almanya, İsveç, Avusturya, Hollanda, Danimarka izliyor.
Avrupa’nın kapitalist ülkeleri listenin ilk sıralarında yerini alırken, listenin en altında ise Afrika’nın en yoksul ve iç savaşlarda tükenen ülkeleri yer alıyor. İGE sıralamasının en altında 0,394’lük değerle Nijer bulunuyor. Yukarıya doğru Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Güney Sudan, Burundi, Mali, Sierra Leone ve Burkina Faso, Mozambik ve 0,459’luk değerle Eritre sıralanıyor.
Türkiye en yüksek insani gelişme endeksinde 54. sırada
Türkiye’nin insani gelişim endeksi, 0,820. Böylece iki yıl üst üste yüksek insani gelişim kategorisine giren Türkiye 189 ülke arasında 54’üncü sırada.
Türkiye’de 1990-2019 yıllarında beklenen yaşam süresi 13,4 yıl artarak 77,7’ye, ortalama öğrenim süresinin 3,6 yıl artarak 8,1’e ve beklenen öğrenim süresinin ise 7,7 yıl artarak 16,6’ya ulaştı. Bu dönemde, kişi başına Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) yaklaşık yüzde 121,4’lük bir artış göstererek 27.701 dolara yükseldi.
Türkiye cinsiyet eşitsizliği endeksinde 68’inci sırada
İnsani gelişme dağılımındaki eşitsizliğe uyarlanmış endekste ise Türkiye’nin değeri yüzde 16,7’lik kayıpla 0,683’e düştü. Böylece 2019’da 162 ülke arasında 68’inci sırada yer aldı. Türkiye’de Parlamentodaki kadın milletvekili oranı yüzde 17,4 olurken, kadınların işgücü piyasasına katılım oranı yüzde 34 olarak kaydedildi.
Çok Yüksek İnsani Gelişme Endeksi değerine sahip ülkelerin eşitsizlik nedeniyle kaybı ortalama yüzde 10,9 olurken, Avrupa ve Orta Asya’da bu oran yüzde 11,9 olarak kaydedildi.
İnsani Gelişme Endeksi’ni ülkenin kişi başına karbondioksit emisyonu ve madde tüketim düzeyine göre uyarlayan (Gezegensel Uyarlanmış Değeri) ve 2019’daki verilere dayanarak hazırlanan endekste Türkiye, 0,746 değerle 169 ülke arasında 44’üncü durumda.
Ülkelerin gezegene baskılarını hesaba katan yeni bir endeks: GİGE
Hiçbir ülkenin gezegen üzerinde ağır baskı oluşturmadan çok yüksek insani gelişmeyi henüz başaramadığını aktaran raporda doğa ve toplum için kırmızı uyarı ışıkları yandığı vurgulanıyor. Raporda ilk kez gezegenin insanları şekillendirmesi yerine, insanlar gezegeni şekillendiriyor deniliyor. İnsan ve doğa arasındaki ilişkinin bir an önce dengelenmesi gerektiği uyarısı yapılıyor. Rapor insanlığın ve gezegenimizin, Antroposen (insan çağı) dediğimiz tamamen yeni bir jeolojik çağa girdiğine işaret ediyor, burjuva hükümetlere acil çağrı yapıyor: “Ya çevre ve doğa üzerindeki ağır baskıları azaltmak için cesur adımlar atacağız ya da insani gelişme duracak!”
Raporda ayrıca eylemlerimizin “özellikle fosil yakıtlara ve madde tüketimine bağımlılığımız”ın, iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin çöküşü, okyanusların asitlenmesi, hava ve su kirliliği ve toprak bozulmasına neden olduğu vurgulanıyor. 2019’a kadar son beş yıl içinde açlık çeken insan sayısının 60 milyon arttığına, doğal tehlikelerle ilişkili afetlerin sayısının son 20 yılda yüzde 75 çoğaldığına, 4 milyardan fazla insanın bundan etkilendiğine, 1,23 milyondan fazla insanın yaşamını yitirdiğine ve afetlerin 3 trilyon dolar değerinde ekonomik kayba yol açtığına dikkat çekiliyor.
Rapora göre dünyanın en yoksul ülkeleri 2100 yılına kadar, iklim değişikliği nedeniyle her yıl 100’ü aşkın günde aşırı hava olayına maruz kalabilecek. Bu rakam ancak Paris Anlaşması’nın gerekleri tam olarak yerine getirilirse yarıya düşürülebilecek.
Raporda ayrıca ülkelerin kendi içinde ve ülkeler arasında var olan sömürgecilik ve ırkçılığın neden olduğu eşitsizliklere değiniliyor. Daha varlıklı ve daha sanayileşmiş olanlar doğadan daha çok yararlanırken, bedelini başkalarına yüklüyorlar. Bu da yoksul olanların olanaklarını büyük ölçüde düşürüyor, onları yok oluşa sürüklüyor.
Karbon salımı konusunda 2015 Oxfam araştırması
İnsanların yol açtığı karbon salınımlarını, karşılaştıran, 2015 tarihli Oxfam araştırması, kişi başına düşen salınımlardaki eşitsizliği ortaya koyuyor. Çalışma, ilkin, en zengin yüzde 10’un küresel karbondioksit salınımlarının yüzde 50’sinden sorumlu olduğunu, en fakir yüzde 50’nin salınımların yalnızca yüzde 10’unu gerçekleştirdiğini gösteriyor. İkinci olarak ise, en az karbondioksit salınımı yapan insan grubunun, iklim krizinin etkilerine en fazla maruz kalan grup olduğunu ortaya koyuyor. En fakir yüzde 50’nin içinde olan insanların ezici bir çoğunluğu, en korunmasız ülkelerde yaşıyor ve seller, kuraklıklar ve sıcak hava dalgaları gibi tehlikelerle daha fazla karşı karşıya kalıyor.
Fosil yakıtlarda kimlerin ekonomik çıkarı oluğuna bakıldığında eşitsizlikler çok daha keskinleşiyor. Forbes’un milyarderler listesinde yer alıp da fosil yakıt üretiminde doğrudan çıkarı olan insanların sayısı 2010’dan 2015’e 54’ten 88’e, bu kişilerin toplam servetleri 200 milyar dolardan 300 milyar dolara yükselmiştir. İklime zarar veren eylemlerden ve politikalardan dolaysız bir biçimde kâr sağlayan bu küçük elit grup, mevcut durumu değiştirmeye pek yanaşmamaktadır.
Bunu Birleşmiş Milletler’in Paris Anlaşması’nda üzerinden de görmek mümkün. Anlaşmaya göre 196 ülke, sanayi öncesine göre sıcaklık artışını 2°C’ın, hatta 1,5°C’ın altında tutma ve karbon salınımını 2050 itibariyle sıfıra düşürme vaadinde bulunmuştu. Her şey hazır olmasına karşın sermaye hükümetleri, imzaladıkları anlaşmaya uygun hareket etmemekte direniyorlar. ABD emperyalizmi ise zaten anlaşmadan çekildi.
Sorunların kaynağı kapitalizm, çözümü işçi sınıfı!
Çevre ve doğa sorunlarını tartışmak, düzeni teşhir etmek, çevreyi ve doğayı koruyan, denetleyen birtakım yasaların çıkması ve çıkarılan yasalara uyulması konusunda burjuva hükümetlere basınç uygulamak anlamlı ve gereklidir fakat nihai çözüm değildir. Sorun tek başına doğa ve insanların bilinçsizliğiyle de açıklanamaz.
Gezegenimizi yok oluşa sürükleyen, üretim araçlarını elinde bulunduran sermaye sınıfının sonu gelmez kâr ve rekabet hırsıdır, sermayenin sonu olmayan büyüme dürtüsüdür. Sermaye sınıfı, daha fazla kâr uğruna en basit koruma tedbirlerini dahi uygulamaktan kaçınır. Sermayenin daha fazla kârı için ormanlar katledilir, akarsular ve denizler kimyasal atıklarla kirletilir, üretilen milyonlarca otomobille ve fosil atıkların çıkardığı gazla hava zehirlenir. Kapitalizmde üretim doğanın korunması ve insan ihtiyaçları gözetilerek gerçekleştirilmez. Bu kapitalizmin doğasına aykırıdır. Bu tarz üretim, kaynakların ölçüsüz kullanılmasına ve muazzam israfa neden olur. O yüzdendir ki gezegenimiz bir teknoloji çöplüğüne dönüşmüş durumda.
Kapitalistlerin derdi doğaya zararsız üretim değil, kâr için doğanın ve işgücünün hoyratça tüketimidir. Kapitalistlerin kârı, işçinin sömürüsü ve doğanın yağmalanması demektir. 1988’den bu yana gerçekleşen küresel sera gazı salınımlarının yüzde 71’inden yalnızca 100 şirketin sorumlu olması bile kendi başına yeterli bir fikir vermektedir.
İnsani gelişme dağılımındaki eşitsizliklerden tutalım da Covid-19’a, iklim krizinden gezegenimizin yok oluşuna kadar tüm bu sorunlar kapitalizmin işleyişinden ve sınıf mücadelesinden bağımsız ele alınamaz. Diğer bir deyişle, kapitalizmin varlığı doğanın yaşamasının önündeki en büyük engeldir. Gezegenimizi bu sorunlardan ve yok oluştan kurtaracak olan ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının kapitalist sisteme karşı verdiği mücadele, doğayla birlikte tüm insanlığın kurtuluşu olacaktır ve ancak o zaman insan ve doğa arasındaki ilişki dengelenecektir.