TTB Genel Sekreteri Vedat Bulut koronavirüs salgınında omicron varyantı ve Turkovac aşısıyla ilgili sorularımızı yanıtladı…
- Son süreçte pandemi farklı varyantlar ile devam ediyor. En son dünya çapında gündeme gelen omicron varyantının son durumu ile araştırmalarınız nelerdir? Bu konuda iktidar cephesinden ne gibi önlemler alınıyor? Ve genel olarak pandeminin geldiği yer üzerinden değerlendirmeniz nedir?
Güney Afrika’da ve Botswana’da ortaya çıkan omicron varyantı yüksek bulaşma oranıyla hızla dünyaya yayıldı. Bu yayılma özellikle deniz limanı olan kentlerden oldu. Yapılan çalışmalar delta varyantına kıyasla omicronun 2-4 kat daha yüksek üreme hızı olduğunu ortaya koydu. Virüsün vücudumuzda bağlandığı moleküllere (reseptörler) çok daha kuvvetli bağlanarak hücrelere daha kolay girme yeteneği elde ettiği, bunun için de Wuhan’da ilk tespit edilen türe göre 100 kadar farklı noktasında mutasyon yaptığı görüldü. Yayıldıktan sonraki 3 hafta içinde İngiltere’de en yaygın varyant olduğu ilan edildi.
Türkiye’de farklı bölgelerde yeterli varyant çalışmaları olmadığından Türkiye ile ilgili sadece tahmin yapabildik ve 11 Aralık 2021’de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye’de 6 vaka gördük dediğinde bunun bir ay içinde Türkiye’de de en yaygın varyant olacağını söyledik. Bu gerçekleşti. Sağlık Bakanı 12 Ocak tarihinde en yaygın varyant olarak omicronu gördüklerini söyledi.
Omicronun klinik şiddeti açısından daha az yoğun bakım gereksinimi olduğu, daha şiddetsiz geçtiği gözlemleri kliniklerden bildirildi. Bu nedenledir ki geçtiğimiz yılın ocak ayının rakamlarına, keza 70 binlere dayanan olgu sayısına rağmen bir kapanma kararı çıkmadı. Çünkü sağlık hizmetleri yoğun olarak vaka görmesine rağmen hizmette aksama geçtiğimiz yıl kadar olmadı. İktidar önlemleri gevşetti, filyasyon bir yıl öncesine göre neredeyse yok düzeyine indi. Tarama testleri sayısı omicron varyantının bulaştırıcılık hızına uygun şekilde arttırılmadı. Hatta PCR testlerinin yapılmasından vazgeçilir duruma gelindi.
Dünyada kapitalist sistem omicron varyantının yarattığı işgücü kaybını hem imalat hem hizmet sektöründe kaldıramaz duruma geldi. Kapitalizm omicrona teslim oldu. Ülkelerde giderek yayılan bir uygulama olarak izolasyon süreleri kısaltıldı, hastanede kalma süreleri azaltıldı. PCR pozitif olguların bile işlerine devam etmesiyle ilgili istisnai uygulamalar oldu. Bu nedenle artı değerin sürmesi ve kârlılık için emekçilerin yaşam hakları ihlal edilerek kapitalizm ülkemiz de dahil bu uygulamaları harekete geçirdi. Artık “toplum bağışıklığı” değil “toplum yaralanması” politikalarına geçildi. Kuşkusuz bu hastalığın şiddetine yönelik olarak bağışıklamanın da etkileri var. Dünyada nüfusun %50’si protokollere uygun bir şekilde tam bağışıklama dozu aldı. Bu, ölümleri ve yayılımı azaltmakla birlikte pandeminin durması için yeterli olmadı.
- Uzunca bir süredir aşılama çalışmaları yavaşlamıştı. Son haftalarda tekrar başladığı gözlemleniyor. Ayrıca iktidar milliyetçi politikalarını sağlık alanında da sürdürerek, Turkovac’ı diğer aşıların karşısına koyan bir politika yürütüyor. Öncelikle tıbbi anlamda Turkovac’ın durumu hakkında ne söylemek istersiniz? Ayrıca bu politika üzerinden –her zaman olduğu gibi– iktidar TTB’yi hedef alan söylemlerde bulunuyor…
TTB, tıbbi biyoteknoloji alanında dışa bağımlılığı azaltan, cari açığımızı düşürmeye yönelik bütün çalışmaları desteklemiştir. Hatta Türkiye’de aşı üreten Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatılmasına karşı çıkmıştır. Tekrar açılması ve aşı üretimi yapmasını, halk sağlığı taramalarını layıkıyla sürdürmesini talep etmiştir. Bu açıklamalarımız basında ve web sayfalarımızda yer almıştır. İktidarın ve Cumhurbaşkanının da bundan haberdar olmadığını sanmıyorum. Hıfzıssıhha açık olsaydı en azından inaktif aşı formunu üreten Çin’le başa baş bir dönemde ve uygun faz çalışmalarıyla biz de yerli Covid-19 aşısını üretmiş olacaktık. Hıfzıssıhhayı ve benzer başka aşı üreten kamu kuruluşlarını (örneğin Manisa’da kapatılan Manisa Tavuk Hastalıkları Araştırma ve Aşı Üretim Enstitüsü vb.) kapatan iktidar AKP iktidarıdır ve Cumhurbaşkanının bizzat kendisidir. Aslında rant neredeyse oraya yönelmiş, kimi zaman siyasi ranta, kimi zaman ticari ranta koşturmuşlardır. Türkiye yurttaşlarının menfaatlerini ve geleceğini tehlikeye sokan yüzlerce uygulamaya sahip olanların kendilerini yerli ve milli olarak isimlendirmeleriyse sadece ironiktir.
Turkovac aşısına gelince, hikayesini tam olarak anlatalım. Bu aşının çalışmaları önce ERUCoV-VAC ismiyle başladı ve TÜSEB tarafından fonlandı. Çalışma istendiği hızla ilerlemedi, çünkü fonlama ve çalışmalarda karşılaşılan bürokratik hantallık nedeniyle bu aşının faz çalışmaları dünyada EUA (AKO) belgesi almasından sonra gerçekleşti. Yani preklinik çalışmaların, hücre kültürlerinde ve deney hayvanlarında bitirilip bilimsel yayın haline geldiği tarih 5 Ekim 2021’dir. Transjenik farelerin (K18-hACE2) ve diğer hayvan modellerinin verdiği bilgiler ön fikir verir ancak aşıların onay sürecinde yeterli olmaz. 11 Aralık 2020 tarihinde Sağlık Bakanlığı’nın mevzuatını oluşturduğu Acil Kullanım Onayı sürecine ilişkin Acil Kullanım Onayı Kılavuzu açıkça Faz-1 ve Faz-2 sonuçları olan, Faz-3 sonuçları kısmi olan aşılara onay verileceğini kurala bağlamaktadır. Bu klinik faz çalışmalar insanlarda yapılarak yayınlanmalıdır. Şu ana kadar yayınlanmış klinik faz makalesi bulunmamaktadır.
Bu aşının temel sorunu, diğer AKO almış aşılar Türkiye’de 2021 Ocak ayından itibaren kullanılmaya başlandığı için plasebo kolu kullanamamış olmasıdır. Yani diğer aşılarla aynı süreci yaşamamıştır. Çift kör, randomize plasebo kontrollü çalışmalar yapılamamıştır. Bunun yerine Turkovac ve CoronaVac (Sinovac) kıyaslaması çalışması tek kör non-inferiorite çalışması olarak yapılmıştır. Bunun tek nedeni de yine iktidarın kendisidir. Yerli ve milli aşı üreteceğim diyenlerin ikiyüzlülüğü söz konusudur. Aşı AR&GE çalışmalarının finansal ve idari bürokrasisi o kadar hantaldır ki, bir kamu kuruluşu olan Erciyes Üniversitesi’nin aşı prototipini geliştirmesi diğer aşılarla aynı hızla yürütülememiştir. Hatta verilen fonun ve yeterince hızlandırılamayan desteğin karşılığı bir siyasi acelecilikle bilim insanlarını baskı altına alarak, “Verdiğimiz paranın karşılığı nerede, aşımız nerede” komedisine dönüşmüştür. 22 Aralık 2021’de ilgili mevzuata ve kılavuza uyulmadan acil kullanım onayı verilmesinin nedeni budur. 2022 yılına sarkmasının yaratacağı psikolojik etki bir nedendir, iktidarın gündemi değiştirme ihtiyacı ikinci bir nedendir.
Pandemi 2022 yılı Mart ayında Türkiye’deki 2 yılını dolduracak. Mevcut ekonomik krizi ve pandemiyi yönetememenin üzerini örtmek için kendi mevzuatlarını da çiğneyerek, Faz-1 ve Faz-2 sonuçları yayımlanmadan ve Faz-3 sonuçları kısmen verilmeden acil kullanımı onayladılar. Bilimsel çalışma ekibinin öngördüğü tarih kuşkusuz bu değildi. TTB’nin açıklamalarıyla 12 Ocak 2022 tarihinde bir basın toplantısıyla verileri basınla paylaştılar. Bu basın açıklaması iki konuyu açığa çıkardı. 40.800 kişi ile yapılması planlanan non-inferiorite çalışması, ancak bilimsel makale haline getirilmeyen ve bilim çevrelerinde tarafsız hakem heyetlerince değerlendirilmemiş olan verileriyle aşının CoronaVac’dan daha etkili olduğu öne sürülmüştür. Bu sunulan verilerin tamamı 1008 kişiyle belirlenmiştir. Mutlak ve göreceli risk analizleri 1008 kişinin verisidir. Bu sunumun içerdiği son analiz tarihi 27 Aralık 2021’dir. Yani AKO verildikten 5 gün sonrasıdır. 1008 kişinin 40.800 kişilik çalışmada ne kadar kısmi (Acil Kullanım Onayı Kılavuzu) olduğunu tartışmayacağım. Ancak diğer husus daha önemlidir; klinik çalışmayı yürüten çalışma ekibinin bu onaydan haberi yoktur. 22 Aralık’ta TÜSEB tarafından sonuçlar istenmiş ve AKO bilimsel çalışmaları yapan bilim insanlarından habersiz verilmiştir. Bu aşının AR&GE çalışmalarına ait sorunları bu şekilde özetleyebilirim.
Üretim aşamasına gelince, Şanlıurfa’da eski bir AKP milletvekili olan kişinin fabrikasında üretilme kararı verilmiştir. Veteriner aşıları üretmiş olan bu firmanın GMP (İyi İmalat Koşulları) ve BSL-3 belgelendirmesini sorgulamıyorum. Ancak beşeri bir tıbbi ürün üretecek olduğundan kalite kontrolünü sorgulamak durumundayız. Burada Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatılmış olmasının önemi bir daha ortaya çıkıyor. Eskiden devlet sorumluluğu içerisinde yapılan aşı üretiminde QC çalışmaları da mecburen büyük bir sorumluluk içinde yerine getirilirdi. Bu aşının üretiminde üretim basamaklarının tamamında devletin görevlendireceği uzmanların QC basamaklarını adım adım kontrolü/denetlemesi gereklidir.
Eski bir AKP milletvekilinin ne kadar denetleneceği konusunu sorgulamayacağım. En iyisinin yapılması için devlet elinden geldiğince denetlemelidir. Çıkabilecek bir sağlık krizinin üzerinin örtülebilmesi için aşı uygulamalarında niçin şehir hastanelerinin (şirket hastanelerinin) seçildiğini de sorgulamayacağım. Ancak bir sağlık krizi doğduğunda makinistin suçlanmamasını istiyorum. Hızlı tren kazasının üzerinden 17 yılı aşkın süre geçti. Bu kazada tüm siyasiler ve sorumlular hariç tutulup sadece makinistlere ceza verilmişti. Siyasi nedenlerle hızla yapılmaya çalışılan bu işlerin sorumluları sadece karar verici otoritelerdir. Bir yol kazası oluşmamasını temenni ediyorum. Yol kazası olursa da bilim insanlarını suçlayamayacağımızın bilinmesini isterim.
Kızıl Bayrak / Ankara