Pandemi değil, kapitalizm öldürüyor

Korona salgını en çok her birisi mezbahanelere dönüşmüş bulunan işyerlerinde işçileri öldürüyor. Bu anlamıyla kapitalist tekellere diz çöktürebilecek en temel özne, üretimden gelen gücüne dayanarak grevlerle, direnişlerle kapitalizmin dönen çarklarını durdurabilecek olan işçi sınıfıdır. Bu gerçek, kapitalist tekellerin en korkulu rüyası olmaya devam ediyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 30 Nisan 2021
  • 22:29

Kapitalist sistemin talan ve sınırsız kâr ekonomisinin tetiklediği Covid-19 salgını dünya çapında 140 milyonun üzerinde hasta ve 3 milyonun üzerinde ölüm vakasıyla insanlığı tehdit etmeyi sürdürüyor. SARS-CoV-2 virüsü 2020’nin başlarında Çin’in Vuhan kentinde ilk ortaya çıktığında, dünyanın emperyalist barbarları bunu Çin’in durdurulamayan ekonomik büyümesine karşı tanrının bir lütfu olarak gördüler. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından 2020 Mart ayında Covid-19’un dünya çapında hızla yayılan bir salgın ilan edilmesine rağmen, yine bu aynı güçler hiçbir tedbir almayarak milyonlarca insanın ölümüne sebep oluyorlar. Oysa bilimin ve tekniğin bu kadar geliştiği bir dünyada pandeminin yaratacağı yıkım ve ölümler pekala durdurulabilirdi. İşte tam da bu noktada “Kâr, daha fazla kar!” amacıyla dönen kapitalist çarkların gerçek yüzü ortaya çıkıyor.

DSÖ geçtiğimiz yıl 11 Mart’ta Covid-19 salgınını bir pandemi ilan etmesinden sonra bile, aşı piyasasına hakim olan en büyük üç tekel (GSK, Sanofi ve Merck) salgının kendiliğinden sönümleneceği ve kâr getiren bir alan olmayacağı gerekçesiyle hiçbir adım atmadılar. BBC’nin aralık ayında belirttiği gibi, “Başlangıçta firmalar aşı projelerini finanse etmek için acele etmediler. Geçmişte özellikle ani gelişen bir sağlık acil durumu altında aşı geliştirmek çok kârlı olmamıştı.” Ancak Avrupa Birliği (AB), İngiltere ve ABD hükümetleri ile çeşitli sermaye grupları tarafından finansman teklif edildikten sonra, sektör aşı geliştirme üzerine çalışmaya başladı.

Oysa yıllardır dünyanın birçok ülkesinde, yalnızca aşıların geliştirilmesi değil, aynı zamanda, aşıların temelini oluşturan bilimin çoğu, üniversiteler ve kamu laboratuvarları aracılığıyla kamu kaynakları üzerinden finanse edilmektedir. Öyle ki, Çin’deki Şanghay Halk Sağlığı Klinik Merkezi’nden Profesör Zhang Yongzhen tarafından yapılan ve daha önce bilinmeyen binlerce virüsün gen diziliminin çıkarıldığı ilk araştırmadan tüm aşı geliştirme ekipleri çok önemli bir şekilde faydalandılar. Söz konusu merkez, Covid-19 hastalığına neden olan virüsün ilk gen dizilimini, Vuhan’da ilk Covid ölümünün kaydedildiği gün açık kaynaklı virological.org sitesinde ücretsiz olarak kullanıma sundu. Oxford Üniversitesi, Moderna ve BioNTech’in kendi aşılarını bu kadar çabucak geliştirmelerine olanak veren şey, Çinli bilim adamları tarafından SARS-CoV-2’nin genetik kodunun yayınlanmasıydı.

Koronavirüs aşıları ABD, İngiltere, Avrupa, Çin, Rusya ve Hindistan’da geliştirildi ve büyük oranda da bu ülkelerde kullanılmaya başlandı. Zira bu ülkeler sadece aşıları geliştirmekle kalmadı, aynı zamanda üretilenlerin büyük bir bölümünü satın aldı. Bu da yoksul ve orta gelir düzeyine sahip ülkelere ulaşan aşı miktarının düşük kalmasına neden oluyor. DSÖ’nün şubat ayındaki açıklamasına göre, dünya çapında 360 milyon dozdan fazla aşı yapıldı. Ancak bu dozların yüzde 80’i yalnızca 10 ülkede uygulandı. Kuzey Carolina’daki Duke Üniversitesi’nde küresel sağlık ve kamu politikaları Profesörü Gavin Yamey’e göre, 2,5 milyarlık bir nüfusun yaşadığı yaklaşık 130 ülkeye ise tek bir doz aşı dahi gönderilmedi. Yamey, BBC’ye yaptığı açıklamada, “Zengin ulusların üretilen aşıları ne kadar yüklü şekilde aldığını görmek son derece iç karartıcı. Aşılar, temelde önce ben ve sadece ben denilerek kapışıldı. Bu durum, büyük bir adaletsizlik, yanı sıra halk sağlığı konusunda da korkunç bir tutumun açık göstergesidir” dedi.

“Güneşi patentleyebilir misiniz?”

Bilim insanları, başlangıçta aşılarının özel olmayan, telifsiz şekilde üretilmesini istemişlerdi. Jenner Enstitüsü yöneticisi Adrian Hill, kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevapta çocuk felci aşısını geliştiren ve aşıyı patentlemeyi reddeden Dr. Jonas Salk’ın sözlerini hatırlatıyordu. Bu patent kime ait diye sorulan Salk, şu meşhur cevabı vermişti: “İnsanlığa ait. Patenti yok. Güneşi patentleyebilir misiniz?” Oysa bugün, milyonlarca insanın yaşamına mal olan korona salgını şartlarında aşı üretimi sermayenin çıkarları için katı patent yasalarıyla kontrol ediliyor. Bu düzenlemeler, ilaç üreticisi kapitalist tekellerin kasalarını doldururken, aynı zamanda aşıların yoksul ülkeler için erişilemez hale gelmesine yol açıyor.

Öte yandan aşı üretimi için kapitalist tekellere aktarılan kaynaklarla ilgili açıklamalar yapan tıp dergisi Lancet’in şubatta yayınladığı bir raporda, aşı üreticilerinin aşı geliştirme çalışmaları için kamu ve kâr amacı gütmeyen fonlardan yaklaşık 10 milyar dolar aldığını belirtiyor. Raporda, bu projelerle ilgili verilerin birçoğunun kamuya açık olmadığı ve bu nedenle de kesin rakamın daha da yüksek olabileceği aktarılıyor. Buna rağmen bu tekeller aşı üzerinden daha büyük vurgunlar vurabilmek için tüm giderleri kamu kaynaklarından, yani işçi ve emekçilerden kesilen vergilerle finanse edilen aşılar üzerinde hak iddia etmeye devam ediyorlar.

Fikri mülkiyetin korunmasına yönelik küresel standartlar olan TRIPS anlaşması, 1990’larda Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) üye emperyalist ülkeler ve kapitalist ilaç tekellerinin baskısıyla kabul edildi. İlaç veya aşı geliştiricileri o zamandan beri kapsamlı ayrıcalıklardan yararlanırken patent üzerindeki hakları da 20 yıla kadar korunmaktadır. Bu dönemde sadece onlar üretebilirken, aynı zamanda ilaç ve aşıların fiyatlarını belirleme haklarına da sahiptirler. Korona salgını birçok cana mal oluyorken, BM İnsan Hakları Komisyonu, UNESCO ve DSÖ de dahil olmak üzere birçok uluslararası kuruluş veri ve bilgiye açık erişim çağrısında bulunuyor. Yanı sıra DTÖ üyesi ülkelerin çoğunluğu, giderek daha ucuz aşı üretilebilmesi için patent haklarının geçici olarak askıya alınması çağrısında bulunuyor.

Güney Afrika ve Hindistan önderliğinde 58 ülke, koronavirüs aşıları üzerindeki patent haklarının geçici olarak kaldırılması için DTÖ’yee başvurdu. Bu yolla küresel koronavirüs aşı üretiminin daha da artırılabileceği dile getirildi. Ancak aşı teminindeki bütün sıkıntılara rağmen, ABD, AB, İngiltere ve Japonya aşı üzerindeki patentin kaldırılmasına karşı çıkarak bunu veto ettiler. Uluslararası İlaç Üreticileri ve Dernekleri Federasyonu Başkanı Thomas Cueni, aşı patentlerinin kaldırılmasının bir sonraki salgında felakete yol açacağını, kapitalizme özgü bir mantıkla açıklıyor: “Eğer şimdi bu patentleri kaldırırsak bir sonraki salgın hazırlığı için çok yanlış bir mesaj vermiş oluruz. Tek bir doz daha fazla üretemeyeceğimiz gibi, firmaların ilerideki salgınlara karşılık verme teşvikini de kırmış oluruz.”

Kapitalist ilaç tekellerinin temsilcilerinin aksine, Sınır Tanımayan Doktorlar’ın hukuk ve politika danışmanı Hu Yuanqiong ilaç firmalarının aşı patentleri ile küresel aşı üretimini kısıtladığını iddia ediyor: “Aşı firmaları aslında üretim kapasitesi olan ülkelerle ortaklıklarını maksimize etmeye çalışmıyor. Örneğin Kanada’nın aşı üretim kapasitesi var, ama patent sahibi olan aşı firmaları, Kanada’ya üretim izni vermedi. Aynı durum Güney Afrika ve Bangladeş için de geçerli.” Ayrıca patentler yüzünden aşı tedarikinin ihtiyaca göre değil, kâra göre belirlendiğini söyleyen temsilci, çözüm önerilerini şöyle dile getiriyor: “Tedarik zincirini büyük firmalar kontrol ediyor. Nerede ne kadar aşı üretileceğine ve önceliklere onlar karar veriyor. Bu durumun düzelmesinin tek yolu sıra dışı önlemler almak. Eğer hükümetlerin patentleri kaldırma hakkı olursa, firmaların kısıtlaması ortadan kalkar. Böylece sonraki salgında gelişmekte olan ülkelerde ve dünya genelinde daha fazla kapasitemiz olur. Yalnızca büyük ilaç şirketlerinin insafına kalmayız.”

Patent hakkının kaldırılmasını veto eden emperyalist egemen güçler bu yolla kapitalist ilaç şirketlerinin aşı üzerinden vuracakları vurgunu garantiye alıyorlar. Örneğin Pfizer, yalnızca Kovid-19 aşısı satışları nedeniyle bu yılki cirosunda 15 milyar dolar artış beklediğini açıkladı. BioNTech ile eşit düzeyde brüt kâr paylaşmak isteyen grup, vergi öncesi kâr hacmini yüzde 30 olarak tahmin ediyor. İşte tam da bu nedenlerden dolayı salgın, kapitalist ilaç tekelleri için milyarlar değerinde. Oysa aşı araştırmaları başından sonuna kadar kamu kaynaklarından finanse edilirken, DTÖ bizim paramızla bulunmuş aşıya erişimimizi ticari gerekçelerle engelliyor. Salgın, aynı zamanda kapitalist sistemin en gelişmiş ve zengin ülkelerinde bile, sağlık hizmetlerinin nasıl bir metaya dönüştürüldüğünü göstermektedir.

Bir tarafta sefalet ve ölüm öbür tarafta servet birikiyor

Pandemi, milyonlarca insanın yaşamına mal olurken aynı zamanda işsizlik ile şekillenmekte olan derin bir ekonomik ve toplumsal krizi hızlandırdı ve ağırlaştırdı. Eşitsizlikte ve küresel aşırı yoksullukta eşi görülmemiş bir artış yaşandı. İşten atılanlar, kısa süreli ödeneğe mahkum olanlar, ücretsiz izine çıkarılıp açlığa terkedilenler artık milyarlarla ifade edilmektedir. Ağır bir sefalete itilen bu milyarlarca insan tam da pandemi koşullarında içine düşürüldükleri bu koşullarda salgına karşı daha da korumasız bir duruma düşmüşlerdir.

Emekçiler cephesinde durum bu iken, sermayenin şahlanışı durmuyor. Covid-19 salgını sadece gelişmiş ve gelişmekte olan ya da yoksul ülkeler arasındaki aşı adaletsizliği ile sonuçlanmadı. Politika Çalışmaları Enstitüsü (IPS) tarafından yayımlanan bir rapora göre, salgın döneminde emekçiler ağır ekonomik zorluklar yaşarken, kapitalistler servetlerine servet kattı. Raporda toplam milyarder sayısının 2 bin 365 olduğunun altını çiziliyor. Tüm milyarderlerin toplam varlıkları Aralık 2020 itibarıyla yaklaşık 13,1 trilyon ABD doları. Bu servet, tüm dünya nüfusunu Covid-19’a karşı aşılamak ve salgının onları asla yoksulluğa sürüklememesini sağlamak için fazlasıyla yeterli olacaktır. Yine, Forbes dergisinin yıllık dünya milyarder listesine göre, dünyadaki milyarderlerin toplam serveti, geçtiğimiz yıl yüzde 60’dan fazla artarak, 8 trilyon dolardan 13,1 trilyon dolara sıçradı. Forbes, “COVID-19 korkunç ıstırapları, ekonomik acıyı, jeopolitik gerilimi ve insanlık tarihindeki en büyük servet artışını getirdi” diye yazıyor.

Bir tarafta devasa bir servet birikimi varken, öte tarafta milyonlarca insan açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya. Dünya çapında 250’den fazla sivil toplum kuruluşu yayınladıkları açık mektupla, ülkeleri, Birleşmiş Milletler’in 34 milyondan fazla insanı açlık nedeniyle ölümden kurtarmak için talep ettiği 5,5 milyar dolarlık ek fona bağışta bulunmaya davet etti. Mektuba imza koyan örgütler, açlık çekenlerin sayısının giderek arttığına dikkat çektiler. İklim krizi ve eşitsizlik problemlerine eklenen korona pandemisinin dünyanın birçok yerinde kıtlığa neden olduğunun belirtildiği mektupta, aralarında çocuk ve gençlerin de bulunduğu 34 milyon kişinin açlıktan ölme tehlikesiyle burun buruna olduğu kaydedildi. Geçen şubat ayında BM’ye bağlı örgütler, ihtiyaç sahipleri için 5,5 milyar dolar ek yardım çağrısında bulunmuştu. Mektupta, bu miktarın dünya çapında ülkelerin bir güne denk gelen askeri harcamalarının toplamından az olduğuna dikkat çekildi.

Dünya çapında, pandeminin yarattığı yıkıma karşı aşılar üzerindeki patentlerin kaldırılması için yaygın kampanyalar sürdürülüyor. Bu kampanyalar oldukça anlamlıdır ve desteklenmelidir. Çünkü bu sistem içerisinde de mücadeleler yoluyla birtakım kazanımlar elde etmek mümkündür. Ama bu kazanımların elde edilebilmesi için asıl olarak işçi sınıfı ve onun kitle örgütleri olan sendikaların sürece aktif bir biçimde dahil olması gerekmektedir. Çünkü korona salgını en çok her birisi mezbahanelere dönüşmüş bulunan işyerlerinde işçileri öldürüyor. Bu anlamıyla kapitalist tekellere diz çöktürebilecek en temel özne, üretimden gelen gücüne dayanarak grevlerle, direnişlerle kapitalizmin dönen çarklarını durdurabilecek olan işçi sınıfıdır. Bu gerçek, kapitalist tekellerin en korkulu rüyası olmaya devam ediyor.

İşsizlik, açlık, sefalet, emperyalist talan savaşları vb. gibi, salgın hastalıklar da kapitalist barbarlığın onlarca yüzünden birisidir. Bütün bu kötülüklerin kaynağı olan bu sistem ortadan kaldırılmadan insanlığın gerçek anlamda kurtuluşu mümkün değildir. Dolayısıyla devrim hedefine kilitlenmeyen her türlü çaba, reformlar için yürütülen mücadeleler ve kazanımlar geçici olmaya mahkumdur. Bu nedenle pandemi de dahil, kapitalizmin yarattığı bütün kötülükleri ortadan kaldıracak olan sosyal devrimler ve onun öncüsü olan sınıfı örgütlemek için çabaların her zamankinden daha yoğun olarak sürdürülmesi tarihi bir görev olarak önümüzde durmaktadır.