Doğrudan kapitalist sistemin yol açtığı krizlerin en önemli boyutlarından biri olan ve küresel ısınmaya bağlı olarak yaşanan iklim değişikliği, gezegenimiz üzerindeki canlı yaşamı tehdit eder boyutlar kazanmış bulunuyor. Tarih sahnesine çıktığı andan itibaren, emeğin yanı sıra doğayı da hiçbir ölçü, kural ve sınır tanımadan hoyratça sömürüp yağmalayan kapitalizm, gezegenimizi adım adım yaşanmaz hale sürüklüyor. Birleşmiş Milletler (BM) gibi kimi emperyalist kuruluşlar bile iklim krizini/değişikliğini “varoluş krizi” olarak tanımlamakta, radikal önlemler alınmadığı takdirde on yıl sonra dünyanın artık geri dönüşü olmayan bir sürece gireceğini ileri sürmektedirler.
Dünya tarihinde ilk kez görülmese de iklim değişikliğinde yeni olan şey, bunun insan faaliyetlerinin bir sonucu olarak gündeme gelmesi ve özellikle de sanayi devrimi sonrası kapitalizmin hızlandırdığı bir gelişme olmasıdır. Başta petrol olmak üzere fosil yakıtların yaygın kullanılması, sınırlı olan dünya kaynaklarının sınırsızca ve hoyratça yağmalanması, bunun sonucunda ekosistemlerin hızla tahrip edilmesi gibi etkenler iklim krizinin ortaya çıkmasında belirleyici bir rol oynamaktadırlar. Kapitalistlerin doğa üzerinde uyguladığı yıkıcı baskı, daha hızlı artıyor, yıkım ve tehdit hemen her alanda büyümeye devam ediyor. Dolayısıyla iklim değişikliği ve ekolojik kriz, kapitalist piyasa ekonomisinin en büyük başarısızlıklarından biri olarak orta yerde duruyor.
Doğanın milyonlarca yıl içinde oluşmuş dengesinin kapitalist üretimin ve çılgınlığın bir sonucu olarak önemli ölçüde bozulduğu ve böyle giderse canlı yaşamın yok olma akıbetiyle karşı karşıya kalacağı gerçeği bilim insanlarınca belgeleniyor. Bunun yıkıcı sonuçları ise daha şimdiden sayısız göstergeler üzerinden açığa çıkmış bulunuyor. Bunun da etkisiyle iklim değişikliği ve ekolojik kriz, özellikle de son yıllarda toplumun temel gündemlerinden birine dönüştü. Daha fazla tartışılmaya başlandı, önemli bir duyarlılığın konusu haline geldi. Kapitalizmin suçlanmasına ve sorgulanmasına vesile oldu. Zirvelerin, çeşitli platform ve anlaşmaların değişmez konusu oldu. Düzenli olarak yayınlanan raporlarda ise yakın geleceğin en büyük riskleri arasında sayıldı.
Sorunun tüm yakıcılığıyla ve daha etkin bir tarzda, özellikle de son birkaç yılda gündeme oturmasında İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg’in İsveç parlamentosunun önüne oturmasıyla başlayan “Fridays for Future” hareketinin rolü büyük oldu. Hareket, “B gezegeni yok” sloganıyla, giderek güçlenip milyonları kapsayan küresel ve güçlü bir eylem dalgasına dönüştü. Sorunun “sıcaklığını” ortaya koymakta son derece önemli bir etken oldu. Küresel düzeyde milyonları kucaklayan protestolar, burjuva hükümetler üzerinde de bir basınca yol açtı. “Medeniyetimiz, çok az sayıda insanın muazzam miktarda para kazanmaya devam edebilmesi için feda ediliyor” diyen 15 yaşındaki Greta’nın tetiklediği iklim karşıtı hareketin sosyal ve politik etkisi de büyük oldu. Hareket, genç kuşakların politikleşmesinde önemli rol oynadı.
“İklim değişikliği” adında bir felaket yaşanıyor
Konuyla ilgili yayınlanan bütün raporlar ve bilimsel araştırmalar iklim değişikliğinin beklenenden daha sert ve daha hızlı hissedildiği konusunda uyarılarda bulunuyor. Son beş yılın, tarihteki en sıcak yıllar olduğu belirtiliyor ve afetlerin daha yoğun ve daha sık yaşanır hale geldiğine dikkat çekiliyor. 2019 ve 2020 yılında dünya çapında “benzeri görülmemiş aşırı hava” olaylarının yaşandığı ve bunun da insanlık için şimdiden ağır sonuçlara yol açtığı ileri sürülüyor. Dolayısıyla bilim insanları ve uzmanlar, iklim değişikliğinin etkilerini günümüzün en tehlikeli risklerden biri olarak değerlendiriyor, “gezegende acil durum” oluşturacağını öngörüyorlar.
Dünya Ekonomik Forumu’na göre şu anki türlerin yok olma hızı, tarihte görülmeyen bir yükseklik ve hızda ilerliyor. Türlerin neslinin tükenmesiyle ilgili BM’nin Mayıs 2019’da yayınlanan raporuna göre, yeryüzündeki sekiz milyon hayvan ve bitki türünün bir milyonunun nesli tükenme tehdidi altındadır. Diğer 4,9 milyon türün ise uzun vadede neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği belirtiliyor. Küresel ısınmadan kaynaklı olarak kutuplardaki ve Fransa, İsviçre, Avusturya, İtalya ve Himalaya dağlarındakiler olmak üzere buzulların dünya çapında gittikçe daha büyük bir hızla erimesi, insanlığa büyük faturaya dönüşecek sonuçlara yol açıyor.
İnsanlar daha şimdiden iklim değişikliğinin yarattığı felaketler sonucu evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Dünya genelinde halihazırda 210 milyon “iklim mültecisi” olduğu bildirilmekte ve yaklaşık 25 yıl içinde bu sayının 1 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Yaşanan iklim değişikliği tarım üzerinde de yıkıcı etkilerde bulunmaktadır. Endüstriyel tarım ve fabrika hayvancılığı sadece toprağı kirletmekle kalmıyor, aynı zamanda iklim değişikliğini de tetikliyor. Zira endüstriyel gıda sisteminin atmosferin ısınmasındaki payının yüzde 20’nin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Araştırmalar, küresel ısınma, tarımı gittikçe daha fazla etkilediği için 821 milyon insanın açlık riski altında olduğunu gösteriyor. Afrika’da birçok ülkede yaşanan çekirge istilaları tarımsal mahsulü ve bitki örtüsünü talan ederken, 8,5 milyar dolara ulaştığı tahmin edilen zarara neden oldu. İstilaların iklim değişikliğinin tetiklediği olağan dışı yağışlarla ortaya çıkan nemli koşullarla ilişkili olduğu düşünülüyor. Öte yandan iklim değişikliğinin sonucu olarak salgın hastalık riskleri de artmakta ve çeşitlenmektedir.
Küresel ısınmayla birlikte yaşanan kuraklık ve çölleşme de dehşetli boyutlar kazanmış durumda. 3,6 milyar hektarlık alan çölleşmiş, 100’ü aşkın ülke ve 1,5 milyar insan çölleşmeden doğrudan etkilenmiştir. Sıcaklığın bu hızla artmaya devam etmesi durumunda, 3,2 milyar insanın yaşamakta olduğu alanların gelecek on yıl içinde artık yaşanamayacak yerlere dönüşeceği iddia edilmektedir. 1990-2015 yılları arasında 129 milyon hektar orman kaybının yaşandığı söylenirken, 2013’ten 2019 yılına kadar da orman yangınlarında %83 oranında artış yaşandığı belirtiliyor. Orman yangınlarında, ormanlarla birlikte sayısız bitki ve hayvan türünün de yanıp yok olduğunu belirtmeye gerek bile yok. Öte yanda aşırı hava olaylarının yol açtığı maddi yıkım, milyarlarca doları buluyor. “2020 için Maliyet Hesabı: İklim Yıkımıyla Dolu Bir Yıl” başlıklı yeni Christian Aid raporu, yılın en yıkıcı 15 iklim felaketini tespit etti ve bunların milyarlarca dolarlık zarara yol açtığını kayda geçti. 2020’nin iklim krizi bağlantılı felaketlerini derleyen Greenpeace ise, krizin faturasının 2020 yılında 145 milyar olduğunu açıkladı ve atmosferdeki karbondioksit miktarının mayıs ayında 417 ppm (milyonda bir birim) ile en yüksek seviyeye ulaştığını belirtti.
Bugün yaşanmakta olan iklim değişikliği, gezegenimize kapitalist sömürü düzeni kadar onulmaz zararlar veren bir başka toplumsal düzenin olmadığını gerçeğini ortaya koymaktadır. Küresel ısınmanın yol açtığı felaketlerden tüm insanlığın eşit derecede etkilenmediğini, dünya çapında artan afetlerden ve ekolojik krizden en çok işçi sınıfının ve emekçilerin etkilenip acı çektiğini de geçerken belirtmek durumundayız. Yayınlanan raporlar da buna fazlasıyla ışık tutmaktadır.
Sorunun kaynağı
Ekolojik yıkımın ulaştığı yıkıcı boyutlar ve kitlelerin gösterdiği duyarlılık ve basınç karşısında kapitalist dünya sisteminin efendileri-sözcüleri, kapitalist hükümetler ve partiler sözüm ona konuyu “çözmek” üzere iklim zirveleri düzenliyor, anlaşmalar gerçekleştiriyorlar. Ancak bunu yapmaktaki asıl amaçları, dikkatleri ana sebeplerden uzaklaştırmak ve yıkımın biricik suçlusu olan kapitalist sistemi aklamak, başka günah keçisi aramaktır. Örneğin kapitalistler, iklim değişikliğinin temel nedenlerinin “aşırı bireysel tüketim” ve “aşırı nüfus” olduğunu da iddia etmektedirler. Böylece kapitalizmin insanlığa ve doğaya karşı işlediği suçları, sorunun oluşmasında hiçbir payı olmayan sıradan insanların ve dünyanın emekçilerinin üzerine yıkmaktadırlar.
Oysa iklim değişikliğinin temel nedeninin kapitalist üretim tarzı ve uluslararası dev kapitalist şirketlerin faaliyetleri olduğu yeterince açıktır. Örneğin, 2017’de yayınlanan Carbon Majors Raporu, 1988’den 2015’e kadar salınan tüm sera gazlarının yüzde 70’inin sadece 100 büyük şirketten geldiğini göstermektedir. Araştırmalar, bankaların ve sigorta şirketlerinin iklime onulmaz zararlar veren büyük projeler için kömüre ve petrole on milyarlarca dolar yatırım yaptığını, iklime en çok zarar veren büyük ölçekli fosil yakıt çıkarma projelerini desteklediklerini ortaya koyuyor. Bu gerçek, çevre koruma ve sivil toplum kuruluşlarının kömür, ham petrol ve doğalgaz çıkarımı için 12 uluslararası mega projenin finansmanını incelediği “Kaybedilen beş yıl” çalışmasının temel bulgusu olarak kamuoyuna sunulmuş bulunuyor. Söz konusu çalışmaya göre, banka ve şirketler kömür madenlerini, kömür ve gazla çalışan elektrik santrallerini ve denizlerdeki petrol kuyularını yüz milyar doları bulan miktarlarla dolaylı olarak finanse ediyorlar. Yanı sıra BP, DuPont, Royal Dutch/Shell, Ford Motor Company, Daimler Chrysler, Texaco ve General Motors vb. gibi otomobil ve enerji alanında faaliyet gösteren çokuluslu şirketler de iklim değişikliğine neden olan enerji politikalarına destek vermeye devam ediyorlar. Dünyada en fazla karbon salınımına yol açan ülkeler ise ABD başta olmak üzere AB ve Çin gibi kapitalist merkezlerdir. Dolayısıyla sıcaklık artışına neden olan kirletici emisyonların başlıca sorumluları, bankalar, petrol şirketleri, otomotiv ve metal endüstrileri ve dev emperyalist ülkelerdir.
Bu nedenle, sorunun çözümü, “bireysel tasarruf”la, “bireysel aşırı üretime” son vermekle, “aşırı nüfusu önlemekle” değil, kapitalizmi aşmakla mümkündür. Aşırı bireysel tüketim çılgınlığından söz edilecekse eğer, bu bir avuç asalaklar takımı için geçerlidir. Zira milyarlarca işçi-emekçi ve yoksul bırakalım aşırı tüketimi, yaşayabilmeleri için zorunlu olan ihtiyaçlarını bile tüketme olanaklarından yoksun bulunmaktadırlar. Bir avuç asalağın dünya servetinin neredeyse tümüne sahip olduğu, zenginliğin yüzde birin elinde toplandığı bir dünyada ekolojik yıkımdan, iklim değişikliğinden bireyleri-emekçileri sorumlu tutmak, kapitalistlere özgü rezilce bir aldatma ve yüzsüzlük örneğidir. Karbon salınımının başlıca sorumlusu emperyalist kapitalist sistem ve bu sistemin olmazları olan tekeller, soluduğumuz havayı bile öldürücü derecede kirletmiş bulunuyorlar. Avrupa Kalp Araştırmaları Dergisi’nde (European Heart Journal) yayınlanan bilimsel bir araştırmada, 2015 yılında hava kirliliği yüzünden 8,8 milyon kişinin hayatını kaybettiği kaydediliyor.
Sorunu çözme iddiasında bulunan kapitalist hükümetler ve iklim değişikliğinin sorumluluğunu taşıyan şirket ve tekeller sorunu “çözmekle” görevlendirilen kapitalist kurum ve kuruluşların başında yöneticiler olarak durmakta ya da bu kurumları yönlendirmektedirler. Sorunu çözmenin ifadesi olarak Paris İklim Zirvesi, Kyoto Protokolü, Kopenhag Zirvesi vb. etkinliklerde, çözüm yönünde “tarihi önemde adımlar” attıklarını her defasında ilan etmelerine rağmen atmosfere karışan sera gazı miktarının artmaya devam ediyor olması tesadüf değildir. Tüm göstermelik adımlara rağmen sıcaklık seviyesinin, sera gazı emisyonunun, kuraklık ve okyanuslardaki yükselmenin önemli artışlar göstermesi, atılan “tarihi adımların” palavradan ve gelişen duyarlılığı ve tepkiyi yatıştırmaktan ibaret olduğunu göstermektedir.
“Sistem değişsin, iklim değişmesin!”
Milyonları kapsayan iklim karşıtı hareketin dile getirdiği bu şiar, farkında olunsun ya da olunmasın, iklim değişikliğiyle kapitalist sistem arasındaki dolaysız ilişkiye işaret ettiği gibi, iklim değişikliğini durdurmanın kapitalist sistemin ortadan kaldırılması zorunluluğuna bağlandığına da işaret etmektedir. Aşırı üretim, aşırı tüketim, aşırı sömürü ve dünya kaynaklarının sınırsızca-vahşice talan edilmesi üzerine kurulmuş kapitalist sistem, tüm canlı türünü ve uygarlığı yok edecek olası gelişmelerin şartlarını yaratmakta ve insanlığın sonunu hazırlamaktadır. Bu, en dehşetli bilimsel gerçeklerden biridir. Sınıfsal eşitsizlikler, derin sosyal kutuplaşmalar, sömürü, işsizlik, yoksulluk, açlık ve daha nice sosyal felaketin yanı sıra bir tür olarak insanlığın yok oluşu, kapitalizmin nasıl bir barbarlık olduğunun, ne denli insan ve doğa düşmanı bir sistem olduğunun çarpıcı kanıtıdır.
Sömürüye ve sınıflara dayanan kapitalizm, nasıl ki tüm toplumsal çelişkilerin ve biriktirdiği devasa sorunların kaynağıysa ekolojik yıkımın da temel kaynağıdır. Tüm öteki temel toplumsal-sosyal sorunlarda olduğu gibi kapitalizmin iklim sorununu çözebilecek niteliğe sahip olmadığı ve reforme edilemez olduğu gerçeği, kapitalizmden radikal bir kopuşu zorunlu kılmaktadır. Zira kapitalist dünya sistemi iklim değişikliği gibi bir felaketin yalnızca temel kaynağı değil, fakat bunun önlenmesi önündeki en temel engeldir de. Zira kapitalist ekonominin temel işleyiş yasası artı-değer sömürüsü ve buna dayalı olarak sürekli sermaye birikimidir. Bu da emeğin yanı sıra doğanın kuralsızca sömürülmesi demektir. Kapitalizmin, doğası gereği, insan ve doğayı, insan ve doğa arasındaki uyumu değil, ama aşırı kârı ve sınırsız büyümeyi düşündüğü, her şeyi metalaştırdığı için iklim değişikliğini ve ekolojik yıkımı önlemesi mümkün değildir. Tüm iddiaların aksine, kapitalist hükümetlerin iklim konusundaki politika ve tercihlerini belirleyen şey, hiç de insanlığın ve doğanın geleceği değil, fakat yalnızca kapitalist tekellerin, bankaların ve şirketlerin çıkar ve ihtiyaçlarıdır. Bunun ibretle izlenen sayısız örnekleri gözler önündedir. Dolayısıyla iklim değişimine karşı verilen mücadele de kapitalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçası olmak durumundadır.
Bunalımlar, savaşlar ve devrimlerle karakterize olacak olan yeni yüzyıl, aynı zamanda gezegenin yıkıma uğrama sürecini de hızlandırıyor. Orman yangınları, derelerin, akarsuların ve göllerin kuruması, deniz ve okyanusların kimyasal atıklarla zehirlenmesi, çöplerle kirlenmesi, buzulların erimesi ve sonuçları, kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar, hortumlar, ozon tabakasında tahribat, sera etkisi, yenilenemez kaynakların hızlı tükenişi ve tüm canlı yaşam dengesinin gitgide bozulması, biyo-çeşitlilikte fakirleşme, bitki ve hayvan türlerinin kayboluşu, gezegenimizi bir yok oluşa doğru sürüklüyor. Eğer şimdiden radikal önlemler alınmaz, sera etkisi yaratan gaz emisyonu durdurulmazsa “yeni bir tip iklim”e geçilebileceği, bunun da gezegenimiz ve üzerindeki canlı yaşam için tam bir felaket olacağı bilim insanlarınca döne döne uyarılara konu ediliyor.
Kapitalizmin biriktirdiği envai çeşit sorunlardan ve yol açtığı felaketlerden en çok işçi sınıfı ve emekçi kitleler etkilenmekte ve acı çekmektedirler. Küresel ısınmanın etkilerinden en çok zarar görmekte olanlar da onlardır. Kapitalizmi yıkmak, üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmak ve böylece kendisiyle birlikte tüm insanlığı ve gezegeni yıkımdan kurtarmak görevi işçi sınıfının omuzlarındadır. Kapitalist sistemin yıkıcı doğasının en yıkıcı ifadesinden biri olan küresel ısınma-iklim değişikliği, insanlığın ve doğanın sosyalizme olan acil ihtiyacını ortaya koymaktadır.