Pandeminin seyri ve baskı ortamı

Pandemi sürecini baskıyı artırma konusunda fırsata çeviren AKP-MHP iktidarı, kendi tabanlarında dahi meşruluklarının azaldığının farkında. Bu nedenle muhalif her kesime saldırıp, dinsel gericiliği ve milliyetçiliği artırmaya, kendi gerici çıkarları ekseninde toplumu kutuplaştırmaya özen gösteriyorlar. Ne salgın hastalık ne de işçi ve emekçilerin sefalet koşulları umurlarında.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Eylül 2020
  • 19:07

Salgın sürecinde birinci dalganın ikinci zirvesini yaşıyor olduğumuzu iktidar sözcüleri de açıklamak zorunda kaldılar. Gerçek vaka ve ölüm sayılarını gizleme konusunda ısrarlı çabalarına rağmen toplumun geniş kesimleri, Sağlık Bakanlığı rakamlarının şeffaf olmadığını biliyor. Salgının kontrolden çıktığı ya da kontrol altında olduğu tartışmaları sürüyor ancak Ağustos ayının ortalarından itibaren resmi rakamlara bile yansımak zorunda olan bir artış söz konusu. Özellikle ağır hasta oranının yüksekliğine dikkat çekiliyor.

1 Haziran itibarıyla adım adım “normalleşme” dönemi başlamıştı ve her ne kadar ‘yeni normal’ tanımlamaları yapılıp, önlemlerden söz edilse de aslında her şey eski haline döndü. 

Sadece Türkiye de değil, neredeyse bütün devletler kapitalist çarkların sorunsuzca dönebilmesini öncelik olarak belirledi. Salgına yönelik mücadele ve toplum sağlığı ise göstermelik alınan önlemler ile “bakın bir şey yapıyoruz” mizanseni ile yönetiliyor. 

Bu ciddiyetsiz tutumun gerisinde elbette ki mevcut düzenin işleyiş mantığı yatıyor. Sağlık sisteminin özelleşmiş olmasının bedelini işçi ve emekçiler ağır ödedi ve ödemeye devam ediyor. ABD’de yaşananların bu anlamda acı bir örnek olduğu ortada. Salgının ortaya çıkması, yayılması ve kontrolden çıkmasının temel nedeninin kapitalizm olduğunu her alanda, her zaman dile getirmek gerekir. Çünkü toplum sağlığı üzerine yapılacak planlamalarda çıkış noktası buradan doğru olacaktır. 

Salgının ilk zamanlarında en fazla vaka ve ölüm sayısı İstanbul’da görülürken, son haftalarda artış daha çok Anadolu’da gözlemleniyor. Ankara’nın yeni Wuhan olduğu çokça yer aldı sosyal medyada. Başka illerde de yoğun bakım ünitelerinin dolduğu üzerine paylaşımlar yapılıyor. Ağır hasta vakalarında genç nüfus oranının arttığı da dile getiriliyor. İstanbul için en güncel açıklama ise Prof. Dr. Tufan Tükek’in twitter paylaşımında yer aldı: “Çapa’da 530 testin 81’ i pozitif. Pozitiflik oranı %15 i geçti. Bugünden artık salgının İstanbul için yeniden başladığını söyleyebiliriz. Ağırlıklı gençler ve maalesef zatürre oranı yüksek.”*

Önümüzdeki haftalarda havaların daha da soğumasının da etkisi ile mevsimsel hastalıkların yaşanacağı beklenen bir durum. Doktorlar, Covid-19 ve diğer rahatsızlıkların belirtilerinin benzer olacağından dolayı hastanelerde yığılma olacağı yönünde uyarılar yapıyor. Bununla birlikte, sağlık emekçilerinin çalışma koşullarında yaşanan zorluklar nedeniyle tükenmişlik içerisinde olduğu, istifa ve intihar edenlerin yanı sıra salgından kaynaklı ölenlerin sayısının her geçen gün arttığı belirtiliyor. 

Pandemi süreci boyunca zorunlu iş kollarının yanı sıra tüm sektörlerde üretim aksamadan devam etti. Gerçek önlemler alınmadan işçi ve emekçiler geçimini sağlamak için çalışmak zorunda bırakıldı. Başta fabrikalar olmak üzere işyerleri birer pandemi merkezlerine döndü. Sadece Vestel fabrikasında 7 işçi hayatını kaybetti, 1000 civarında işçi ise hastalandı. Vestel büyük bir fabrika olduğu için basına yansımış oldu.

Salgın sürecini başarılı bir şekilde yönettiklerini her mecrada dile getiren AKP-MHP rejimi ise, yalanlarına rağmen açığa çıkan tablo karşısında sorumluluğu topluma atıyorlar. Maske, mesafe ve temizlik üçlemesine dikkat çekip, bu kurallara uyulmuyor diyerek halkı suçlu ilan ettiler. Hem Erdoğan hem de faşist iktidarın diğer sözcüleri itina ile kendilerini aklamaya devam ediyorlar. 

Sermaye devletinin pandemi boyunca aldığı önlemler sermaye sınıfını rahatlatmaya yönelik oldu. İşçi ve emekçiler ise salgın ile baş başa bırakılıyor, ölüme terk ediliyor. Kısa çalışma ödenekleri, ücretsiz izinler gibi uygulamalarla işsizlik ve yoksulluk daha da vahim hale gelmiş, salgınla birlikte derinleşen ekonomik kriz sonucu hayat pahalılığı artmış durumda.

Toplumsal hoşnutsuzluk her geçen gün daha da büyürken, dinci-gerici iktidar toplumun asıl ihtiyaçlarını görmezden gelerek Ayasofya önünde 350 bin insanı topluyor, Malazgirt zaferini kutluyor ve Giresun’da mitingler düzenliyor. Mesele kendi siyasi ihtiyaçları olunca virüsün yayılma tehdidi ortadan kalkıyor. İşçi ve emekçilerin akılları ile alay ediliyor. Özel okul sahibi eğitim bakanı, özel hastane sahibi sağlık bakanı salgını yönetme süreçlerinde aldıkları kararlar ile özel sektörün hesaplarını gözetiyorlar.

Dinci-faşist rejim, toplum sağlığına yönelik ciddi hiçbir önlem almazken, hoşnutsuzluktan kaynaklı oluşabilecek tepkilere karşı hazırlık yapmaktan da geri durmuyor. Bu süreçte bekçilerin yetkileri genişletildi, İstanbul’da cumhurbaşkanlığına bağlı Takviye Hazır Kuvvet Müdürlüğü kuruldu, sosyal medyaya müdahale seçenekleri çoğaltıldı, birkaç günde bir yayınlanan genelgelerle birlikte çeşitli illerde eylem ve etkinlikler yasaklandı. 

Pandemi sürecini baskıyı artırma konusunda fırsata çeviren AKP-MHP iktidarı, kendi tabanlarında dahi meşruluklarının azaldığının farkında. Bu nedenle muhalif her kesime saldırıp, dinsel gericiliği ve milliyetçiliği artırmaya, kendi gerici çıkarları ekseninde toplumu kutuplaştırmaya özen gösteriyorlar. Ne salgın hastalık ne de işçi ve emekçilerin sefalet koşulları umurlarında. 

İşçi ve emekçilerin ise kendilerine dayatılan faşist baskı ve zorbalığa, açlığa ve yoksulluğa karşı birleşerek, sınıfsal tepkilerini büyütmekten başka çareleri bulunmuyor. 

* İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tufan Tükek, 14 Eylül tarihli paylaşım