Koronavirüs, küreselleşme ve Avrupa Birliği

“Hepimiz korkuyoruz, ama yapmamamız gereken devrimci bir görev var. Dolayısıyla korkumuzu bir kenara bırakıyoruz. Korkmadığını ancak süper kahramanlar söyleyebilir. Biz süper kahramanlar değil, devrimci doktorlarız.” Kapitalizmin merkezlerinde yankılanan ve dünya kapitalizminin suratına bir kırbaç gibi çarpan bu sözler, çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun, insani tüm değerlerden yoksunluğun ve bencilliğin egemen olduğu kapitalist barbarlık dünyasında doktorlara bir çağrı olduğu gibi, emekçiler dünyasının özlemlerini de simgeliyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 27 Mart 2020
  • 00:00

Küresel koronavirüs pandemisi ve çok yönlü etkileri toplumsal hayatı durduracak düzeyde seyrediyor. Sürekli ve “çok hızlı” bir artışla yeni vakalar kaydediliyor ve ölümler katlanarak sürüyor. Birçok ülke olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı ilan ediyor. Enfekte olan insan sayısının artması nedeniyle kentler karantinaya alınıyor. Salgının yayılma hızı sosyal, ekonomik ve insani bir felaket yaratıyor. Salgının yaşamın tüm alanları üzerindeki etkileri ve potansiyel olarak neden olacağı daha büyük insan kaybı önümüzdeki haftalar ve aylarda ortaya çıkacak. Bununla birlikte, korona krizi kapitalizmin sürdürülemeyeceğini de yeniden gündeme getirmiş bulunuyor. 

İnsani kayıp ve felaketler üzerinden bir kıyaslama belki uygun değil, fakat dünya kapitalizminin insanlığa dayattığı yaşamı anlamak bakımından gerekli. 2018 yılında dünya çapında 405 binden fazla insanın sıtmadan, 140 binden fazla insanın da kızamıktan öldüğü söyleniyor. 2017 yılında da 1,5 milyon kişinin tüberküloz nedeniyle öldüğü belirtiliyor. 2019’da olağan mevsimsel grip salgını sadece ABD’de 75 bin kişiyi, 2017-18 kış mevsimleri arasında ise Almanya’da 25 bin kişiyi öldürdü. Kimsenin bunlardan haberi bile olmadı, yaşam olağan akışıyla devam etti. 2019 sonbaharında korona salgınının patlak vermesinden bugüne kadar ise dünya genelinde yaklaşık 17 bin kişi öldü. Fakat buna rağmen korona enfeksiyonu nedeniyle dünya şimdi gerçek anlamda felç olmuş durumda. Nedenleri ise ayrı bir tartışma konusu.

Virüsün yayılmasıyla ilgili çeşitli senaryolar ve ileri sürülen teoriler-iddalar bir yana, yol açacağı muhtemel sonuçlar ve tahminler dehşet yaratıyor. Uzmanlar, önü alınamadığı durumda sadece Amerika’da 200 milyonu aşkın insanın enfekte olacağını, sağlık sisteminin çökeceğini ve bir milyonu aşkın insanın ölebileceğini ileri sürüyorlar. Angela Merkel, Alman nüfusunun yüzde 60 ila 70’inin enfekte olabileceğini açıklıyor. Bu da yüzbinlerce hatta milyonlarca kişinin ölümü anlamına geliyor. İngiltere Başbakanı Boris Johnson yaptığı açıklamada, “İngiliz kamuoyuna gerçeği söylemeliyim. Daha birçok aile zamanından önce sevdiklerini kaybedecek.” diyor. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, krizin yeni başladığını duyuruyor. Yakın zamanda ülkesini koronavirüs içermeyen bir bölge olarak ilan eden ABD Başkanı Trump, şimdilerde içler acısı bir durumda. İtalya, gerçek anlamda tam bir felaketle yüzyüze. 

Emperyalist metrepollerde durum böyleyken, yoksul ve orta derecede gelişmiş ülkelerin nasıl bir felaketle karşı karşıya olduklarını ya da karşılaşabileceklerini tahmin etmenin bir güçlüğü olmasa gerek. 

Başlangıçta kimi ülkeler nezdinde sorunun varlığı ya inkar edildi ya da küçümsendi. Dolayısıyla da önlerinde duran Çin örneği deneyiminden de yararlanmayıp, küresel düzeyde gerekli önlemleri en hızlı ve en etkin şekilde almayarak sürece geç müdahele eden kapitalist hükümetler, düştükleri acizlik içinde şimdi kıyamet senaryoları yazıyorlar. Dahası, İngiltere Başbakanı Johnson’un danışmanı Sir Patrick Vallance gibileri, İngiltere hükümetinin halkı koronavirüs enfeksiyonundan korumaya çalışmaması gerektiğini savunarak, “Herkesin enfekte olmasını önlemek mümkün değildir ve bu arzu da edilmez” açıklaması yapmaya kadar vardırdı işi. Bazı gazetecilerin idda ettiklerine göre, bu aynı ülkenin iktidar çevrelerinde, “virüsün, bakıma muhtaç birçok yaşlıyı ortadan kaldırarak, uzun vadede biraz faydalı olabileceği” tartışmaları yapılabilmektedir.

Korona virüsünün yayılması karşısında en savunmasız olan kesimi oluşturan yoksul yaşlı yetişkinler ölüme terk edilmiş durumdalar. Terkedilen huzurevlerinde cesetleri bulunuyor. Doktorlar çaresizlikle onları ölüme terk etmek gibi dehşetli bir seçenekle yüz yüze kalıyorlar.

Büyüyen bu felaket ile dünya çapında kapitalist devletlerin gösterdiği tepki arasında devasa bir tezatlık var. Ancak küresel düzeyde ve küresel eşgüdümle, küresel bir örgütlenmeyle yönetilmesi ve müdahale edilmesi gereken salgın karşısında kapitalist hükümetlerin durumu içler acısıdır.

Küreselleşmenin sonu mu?

Özellikle 1989’da Berlin duvarının yıkılışının ardından dünya, nerdeyse her derdin devası olarak sunulan globalizm cereyanına kapılmıştı. Emekçilere ve mazlum halklara dayatılan emperyalist politikalar “globalleşme” adına uygulanıyordu. “İnsanlığın yeni bir evresi” olarak sunulan ve gereklerine uyum sağlamanın zorunluluğuna işaret edilen “bu yeni evre”, sınıfı ve emekçileri sersemletmeyi ve emperyalist politikaları hayata geçirmeyi amaçlayan yeni bir ideolojik saldırı aracından başka bir şey değildi. Zira söz konusu olan “yeni evre”, kapitalizmin başlangıç aşamasından itibaren başlayan küreselleşme eğiliminin emperyalist biçimler içinde ulaştığı gelişme aşamasıydı.

Bir zamanlar meziyetleri anlatılmakla bitirilemeyen “globalizm”in cazibesi çok geçmeden yara aldı, sorgulanmaya başlandı. Çok geçmeden küreselleşme karşıtı protestoların hedefi oldu ve giderek bir kriz ögesine dönüştü. Zira emperyalist küreselleşmeye de bağlı olarak insanlığın karşı karşıya kaldığı devasa sorunlar katlanarak büyüdü ve daha da ağırlaştı. Dolayısıyla dün erdemleri propaganda edilerek yüceltilen küreselleşme, bugün çok yönlü olarak yaşanan kötülüklerin ve yıkımların sorumlusu olarak tartışılıyor. 

Koronavirüs salgını ise buna yeni ve büyük bir darbe oldu. Bugünlerde yeniden “Küreselleşmenin sonu mu?” tartışmaları gündemde. Küreselleşmenin, dolayısıyla “dünya devleti” yanılsamasının yerini “ulus devletin faydaları” tartışmaları aldı. Korona virüsü buna yeni bir itilim kazandırdı. Zira mevcut salgın, küresel bir dünya düzeninin kırılganlığını gösterdi ve her devlet yeniden kendi içine dönerek, kendi derdine düştü. 

“Sınırsız bir ‘dünya devletine’ güvenmemek için her nedenimiz var”, “Küreselleşmenin sadece siyaset için değil, ekonomi için de yıkıcı sonuçları var”, “Küresel düşün, ama yerel hareket et” gibi düşünceler revaçta artık. Tüm “küreselleşmeye, dünya devletine doğru” söylemlerine rağmen son yıllarda giderek daha fazla devletin ortaya çıkması hatırlatılarak, ‘sınırsız bir “dünya devleti’ veya ‘Avrupa Konfederasyonu’ gibi iddiaların gerçeklerden kopuk olgular olduğu, korona salgını vesilesiyle de ortaya çıkmıştır” gibi düşünceler giderek yaygınlaşmaktadır.

Dolayısıyla koronavirüs bir taraftan devletlerin ulusal ekonomilerini korumak ve ulusal kaynaklarını içerde tutmak biçimindeki önlemleri daha da güçlendirirken, öte taraftan da sınırları kapatma eğilimine, milliyetçilik ve ırkçılığa da güç kazandırmaktadır. Bu arada hiç kimse henüz koronavirüs salgınının ekonomik sonuçlarının ne kadar kötü olacağını tahmin edecek durumda değil. Fakat iktisat uzmanları 2008 mali krizinden bu yana ilk küresel durgunluğun, hatta çöküşün beklenmesi gerektiği konusunda uyarıyorlar. 

Princeton Üniversitesi’nden ekonomi tarihçisi Harold James, uzun vadede korona şokunun bir dönüm noktası olabileceğini söylüyor. “Covid-19’un küreselleşmenin ortadan kalkmasını tetiklemesi kesinlikle mümkündür” diyor ve böyle bir gelişmenin itici güçleri olarak, salgının doğrudan ekonomik etkilerinin yanı sıra, “mistisizm, irrasyonalizm ve yabancı düşmanlığı”nı görüyor. 

Almanya’da CDU-CSU meclis grubu lideri Ralph Brinkhaus, “Sanırım yeni bir düşünce tarzı alacağız” diyerek şöyle devam ediyor: “Bu dünyada bir bölgeye bağımlı olmadığımızdan emin olmalıyız.” Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire ise, “Stratejik olarak en önemli alanlarda işi yerelleştirmek, egemen ve bağımsız olmak için tüm endüstriyel tedarik zincirlerimizi gözden geçireceğiz.” diyor. Milliyetçi, ırkçı ve neo-faşist hareketlerin yükselmesi ve kızışan ticaret savaşlarıyla zaten zayıflayan küreselleşme efsanesinin gelinen aşamada aldığı darbe, burjuvazinin sözcüleri tarafından bu sözlerle dile getiriliyor. 

Koronavirüs AB’nin yıldızlarını da döktü

Kapitalist gelişmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak Avrupa Birleşik Devletleri’nin bir hayal olmadığı ve dolayısıyla AB’nin bu yolda atılmış somut bir adım olduğu ileri sürülüyordu. “Refahın, demokrasinin, barışın ve özgürlüğün” kalesi olarak sunulan “AB’nin evrensel ilkeleri”, “insani değerleri” ve “dayanışmacı” ruhu yüceltiliyordu. Oysa bu aynı AB, kendi arasında da kıyasıya bir rekabet içinde olan, emperyalizmin sömürü ve egemenliğini temsil eden tekellerin barbar ve bencil Avrupa’sından başka bir şey değildi. Olağan durumlarda emekçiler nezdinde pek fark edilmeyen bu gerçek, bugün koronavirüs salgını vesilesiyle bir kez daha kanıtlanmış bulunuyor.

“Corona salgını ile birlikte, 1945’ten beri Batı Avrupa’da görmediğimiz bir sosyal kriz yaşıyoruz” diyen Avrupalı emperyalistler bir telaş ve panik içinde içlerine kapanmış durumdalar. Salgının merkezi haline gelen Avrupa’da virüs, ilk önce güney Avrupa ülkesinin ekonomik kalbi olan İtalya’yı felç etti. Salgının içinde boğulan İtalya’nın içler acısı dramını AB ülkeleri kör gözlerle izledi. Birliğin üyesi olan bir ülkedeki felaket karşısında uzun süre kılını kıpırdatmadı, o çok övgülere konu edilen “dayanışmacı” eli uzatmadı. Karşılıklı dayanışma, yardımlaşma ve ortak hareket etmek bir yana, her AB ülkesi kendi içine kapandı ve kendi başının çaresine baktı. İtalya Dışişleri Bakanı Luigi Di Maio’nun Avrupalılara yardım çağrısı, Alman ve Fransız hükümetleri tarafından solunum maskeleri ve tıbbi cihazların ihracatını kısıtlama refleksleriyle karşılandı. Yardım çığlıkları karşılıksız bırakıldı. 

Başka ülkeler de bu akıbeti yaşadı. Örneğin, “Almanya geçen hafta İsviçre’ye 240.000 yüz maskesi teslimini engelledi. Ülkemiz Çin’deki maskeleri büyük bir tedarikçiden sipariş etti ve şimdi bunları Almanya’dan almak istiyor. ... İsviçre’nin satın aldığı ve ödediği yüz maskeleri dolu bir İsviçre kamyonu Alman topraklarında durduruldu.” diye feryat eden bir İsviçreli gazeteci, başka nakliyelerin engellendiğini de bildiriyor. İtalya’ya gönderilmesi gereken ve Çekya’da “kaybolan” tonlarca maske ancak büyük bir diplomatik kriz sonucu “bulunabiliyor”.

Refah toplumları olmakla övünen Avrupa ülkelerinde, salgından kısa bir süre sonra sağlık personellerinin yetersiz olduğu da görüldü. Dezenfektanlar, solunum maskeleri, koruyucu giysiler, yataklar ve başka bazı zorunlu gereksinimler az bulunan ya da tükenen yaşamsal ihtiyaçlar haline geldi. Kapitalizmin göbeğinde yaşanan bu trajedinin nedeni, kuşkusuz ki sağlık kurumlarını ticari işletmeler olarak gören neo-liberal politikalardır. Koronavirüs piyasacı düzenin ve kemer sıkma politikalarının tüm dünyada sağlık alanında ne gibi yıkıcı sonuçlar yarattığının trajik örneklerini tekrar tekrar gün yüzüne çıkarmaktadır. 

Çeşitli emperyalist güçlerin, ekonomik ve siyasi çıkarlar temelinde bir araya gelerek oluşturdukları AB, kendi içinde bile insani ve ahlaki değerlerden yoksun olduğunu gösterdi. İtalya’nın yardımına, özellikle de salgının başlangıç aşamasında batılı emperyalistlerin aşağıladıkları, gerekli önlemleri almamakla suçladıkları Çin koştu. Roma’ya inen ve 31 ton tıbbi malzeme boşaltan Çin kargo uçağı, uluslararası toplumun başarısızlığının bir sembolüydü adeta. İtalya’nın boş sokaklarında Avrupa Birliği marşı değil, Çin ulusal marşıydı çalınan. Çin, kısa sürede virüsü denetim altına almakla kalmadı, İtalya başta olmak üzere bir dizi ülkeye sağlık elemanları ve tıbbi yardım da gönderdi. Bunu Küba ve Rusya izledi. Kübalı doktorlar İtalya halkının yardımına koşarken gerekçelerini şu cümlelerle özetliyorlardı: 

“Hepimiz korkuyoruz, ama yapmamamız gereken devrimci bir görev var. Dolayısıyla korkumuzu bir kenara bırakıyoruz. Korkmadığını ancak süper kahramanlar söyleyebilir. Biz süper kahramanlar değil, devrimci doktorlarız.” 

Kapitalizmin merkezlerinde yankılanan ve dünya kapitalizminin suratına bir kırbaç gibi çarpan bu sözler, çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun, insani tüm değerlerden yoksunluğun ve bencilliğin egemen olduğu kapitalist barbarlık dünyasında doktorlara bir çağrı olduğu gibi, emekçiler dünyasının özlemlerini de simgeliyor. Nereden bakılırsa bakılsın, koronavirüs pandemisi, yaşattığı acıların ve şokun yanı sıra, dünya ölçüsünde kapitalizmin tarihsel ömrünü çoktandır tamamladığını sayısız olguyla tekrar tekrar gözler önüne seriyor.

İLİŞKİLİ HABERLER