Kapitalizmin “ebediliğinin” ilanı üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti. İnsanlık tarihi ile kıyaslandığında bu 30 yılın ancak saatlerle ölçülebilecek bir değeri var. Dün kapitalizmin “ebediliğini, sonsuzluğunu” ilan eden burjuva kalemler, bugünlerde gönülsüzce de olsa söz konusu ilanın bir hata olduğunu itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Kapitalizmin reforme edilmesi, aşırılıklarının törpülenmesi yönünde telkinlerde bulunuyorlar. Aksi taktirde dünyayı saracak bir sosyal devrimler tehlikesine karşı herkesin hazır olması gerektiğini hatırlatıyorlar.
Dünya kapitalizmini bütün kıtalarda kuşatan ve hızla bir sistem krizine evrilmeye yüz tutan gelişmeler ve buna karşı emekçilerin dünya çapında yükselen tepkileri bu uyarıların boşuna yapılmadığını gösteriyor. Bugünleri hazırlayan nedenler, 1970’li yılların başında uygulanmaya başlanan neo-liberal saldırı politikaları ve yıkıcı sonuçlarıdır. Yaklaşık olarak elli yıldır kesintisiz olarak sürdürülen ve yıllardır emekçileri büyük bir sefalete sürükleyen bütün bu saldırılar, 10 yılı aşkındır kapitalist sistemi sarmış bulunan ve korona salgınıyla daha da derinleşen krizleri de kaçınılmaz olarak beslemektedir. Gelişmelerin bütün seyri bir kez daha gündeme sistem tartışmalarını oturtmuş bulunmaktadır. Mevcut kriz hali, bizzat kapitalizmin temsilcileri tarafından da itiraf edilmektedir.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) Genel Sekreteri Angel Gurria, korona salgınının yarattığı ekonomik şokun şimdiden 2008’de yaşanan finansal krizden daha büyük bir hale geldiğini, dünyanın en büyük ekonomilerinin önümüzdeki aylarda resesyona girebileceğini söylüyor. Gurria, BBC’ye yaptığı açıklamada, ülkelerin hızla toparlanacağına inanmanın bir hayal olduğunu, korona salgınının küresel büyüme hızını yarı yarıya azaltıp yüzde 1,5’e düşürebileceğini, hatta bu tahminlerin bile “fazla iyimser” göründüğünü belirtiyor. Salgının neden olacağı işsizlik oranları ve iflasların boyutunun hala bilinmediğine dikkat çeken Gurria, ülkelerin salgının ekonomik sonuçlarıyla önümüzdeki yıllar boyunca uğraşmak zorunda kalabileceklerini aktarıyor. Gurria’ya göre korona salgınının yarattığı ekonomik belirsizlik, kapitalist ekonomilerin, 11 Eylül saldırılarından ya da 2008 finansal krizinden daha büyük bir şok yaşamalarına yol açmaktadır.
Bugün korona salgınıyla daha da derinleşen kapitalizmin krizi, aslen dünya ekonomileri büyük borç krizine doğru yol alıyorlarken patlak verdi. Krizi en ağır boyutlarıyla yaşayan en önemli kapitalist merkezlerden birisi de Avrupa Birliğidir. Özellikle birliğin egemen ülkeleri olan Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya’da başta temel sanayi sektörleri olmak üzere yaşamın her alanında hissedilen bir ekonomik krizden bahsetmek mümkün.
Kapitalist üretimin küreselleştiği ve ucuz işgücü cenneti olan birçok ülkenin tekeller için sanayii havzalarına dönüştüğü bir sistemde, bir ülkede patlak veren bir sorunun, zincirleme olarak dünyanın her tarafını etkilemesi kaçınılmazdır. Bunun en yakın örneği, dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve en büyük dış ticaret merkezi Çin’de üretimin yaklaşık iki aydır durmasıdır. 33 ülke için en önemli ihracat pazarı ve 65 ülkenin en önemli ithalat kaynağı olan Çin’in korona salgınını önlemek için aldığı önlemler, diğer taraftan salgının Çin ekonomisi üzerindeki yavaşlatıcı etkisi, dünya ekonomisinde resesyon olasılığını hızla büyütmektedir.
Kapitalist tekeller sorunu fırsata çeviriyorlar
Kapitalist sistemin bir ürünü olan ve korona salgınıyla daha da derinleşen kriz, dünyanın her tarafında olduğu gibi AB ülkelerindeki kapitalist tekeller için de krizin faturasını emekçilere yüklemenin bir fırsatı olarak kullanılıyor. İnsanları sefalete ve açlığa sürükleyen, yoksulluğa karşı hiçbir önlem almayan, onu yok sayan sermayenin hizmetindeki parlamentolar tarihin en büyük ekonomik önlem paketlerini hızla karara bağlıyorlar. Söz konusu emekçiler olduğunda boş olan kasalardan trilyon dolarlar/eurolar kapitalist tekellerin hizmetine sunuluyor. Sadece Almanya’da onaylanan paketlerle sermayeye 1,3 trilyon aktarılırken, sağlık alanına 10 milyar gibi çok küçük bir meblağ ayrılıyor. Bu paketlerde her şey var ama insanların sağlığı için hiçbir şey yok aslında.
Sorunu yaratanlar, çözüm üret(e)mezler!
“Kâr, daha fazla kâr” politikası üzerinden küreselleşen kapitalist üretim anarşisi, toplumsal yıkımların yanı sıra, her türden salgın hastalığı tetikleyecek şekilde çevre ve doğa tahribatının da birinci dereceden sorumlusudur. Son elli yıldır neo-liberal ekonomi politikaları ağır yıkımlara rağmen uygulamaya devam eden sermaye sınıfı, başta sağlık sistemi olmak üzere bütün toplumsal kurumları özelleştirmeler yoluyla kâr getiren işletmelere çevirdi.
Özellikle sağlığın özelleştirilmesi, bu kurumların ardı ardına tekellerin hizmetine verilmesi sağlık sistemlerini felce uğrattı. Salgın hastalıklara karşı etkin önlemler geliştirmesi gereken kurumlar, bünyelerindeki bilimsel araştırma bölümlerini kazanç getirmiyor gerekçesiyle tasfiye ettiler. Toplum sağlığını çok yakından ilgilendiren ve insanlığı korana salgını gibi küresel tehditlerden koruyacak bilimsel araştırmalar ve gerekli koruyucuların üretilmesi, her biri dünya çapında kapitalist tekellere dönüşmüş ilaç firmalarına peşkeş çekildi. Korana ve buna benzer salgın hastalıklar bu tekeller için yeni ortaya çıkmış ve bilinmeyen sorunlar değildi. Tam tersine, kâr ekonomisine göre çalışan bu tekeller, hastalıklara karşı kalıcı çözüm üretmek yerine, onu tedavi edecek ama ortadan kaldırmayacak yolları tercih ederek, insan sağlığı üzerinden yıllarca para kazanmanın planlarını yaptılar. Bu yolla, sağlık hizmetleri ve ilaçların tümü sadece parası olanların ulaşabileceği metalara dönüştürüldü.
Küresel düzeye ulaşmış olan ve salgınla daha da derinleşen kapitalizmin krizi, insanlığı çok ağır boyutlarda yıkıma götürecek bir soruna dönüşmüş bulunmaktadır. Sorunun kaynağı, özel mülkiyete ve kâr ekonomisine dayalı kapitalist üretim anarşisidir. Bu sistemde her şey bir avuç asalak tekelin daha fazla zenginliği üzerine kurulmuştur ve burada insan, sadece işgücüne ihtiyaç duyulan bir metadan ibarettir. İnsan, işgücünü satabildiği sürece kapitalistler için bir anlam ifade etmektedir. Onun dışında emekçilerin geleceği, sağlığı, bütün insani ihtiyaçları sermaye için bir yüktür ve o bu yüklerden kurtulabilmek için her yolu denemektedir. Bugün işçi ve emekçiler tarafından yaratılmış olan devasa zenginliğin bir avuç kapitalist tekelin elinde toplanmış olması, gerekli önlemlerin alınmasını imkansız kılmaktadır. Bu gerçek yaşadığımız şu günlerde her zamankinden daha çok gün ışığına çıkmakta ve emekçiler tarafından tartışılmaktadır.
Sorunun kaynağı aynı zamanda bizlere çözüm yolunu da göstermektedir. Sınıflar mücadelesi tarihi, sorunu yaratan etkenlerle çözümü arasındaki diyalektik bağı gösteren zengin deneyimler yatağıdır. Kapitalizmin tersine sosyalizmde her şeyin merkezi öncelikli ve kesin olarak insandır. Özel mülkiyetin ve buna bağlı olarak sınıfların ortadan kaldırıldığı bu sistemde her şey insanlığın ihtiyaçları üzerine kurulacaktır. Kapitalist üretim anarşisine son verilerek, kâr ekonomisi yerine sömürünün olmadığı, doğanın ve çevrenin tahrip edilmediği, ihtiyaca göre üretim sürecine geçilecektir. Başta sağlık olmak üzere, eğitim hizmetlerinin ücretsiz olduğu; çocuk, yaşlı ve muhtaç olanların özenle korunduğu; insan sağlığına uygun çalışma koşullarının var olacağı bir sistem yaratılacaktır.
Kapitalizm, dünyanın her tarafında yıkıcı küresel bir güç olarak bütün insanlığın geleceğini yok eden bir sistemdir. İnsanlığın biricik kurtuluşu, bu sistemin işçi sınıfı önderliğindeki sosyal devrimlerle ortadan kaldırılmasını gerektirmektedir. Bu gerçek, dünyanın bütün ülkelerinde devrimci önderliği ile bütünleşen işçi sınıfının günümüzdeki en ivedi görevidir.
O halde, “Kendi toplumunun işçi sınıfını devrime hazırlamak, kendi devrimci hazırlığının esas kapsamını bununla anlamlandırmak, aynı anlama gelmek üzere, parti ile sınıfın devrimci birliğini her günkü mücadele içinde geliştirip güçlendirerek geleceğe taşımak, bugün her gerçek devrimci partiyi bekleyen en temel ve en öncelikli görevdir. Bu aynı zamanda bugünkü koşullarda proleter dünya devrimi sürecine en büyük, en anlamlı katkı, dolayısıyla proletarya enternasyonalizminin de en temel gereklerindendir.” (TKİP IV. Kongre Bildirgesi, Ekim 2012)