Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) pandemi olarak ilan ettiği koronavirüs salgını yayılmaya devam ediyor. Salgının bazı Afrika ülkelerinde de görülmesiyle beraber, hemen tüm dünyayı etkisi altına aldığı anlaşılıyor.
Son yaşanan gelişmelerle birlikte salgının merkez üssü Çin’den Avrupa’ya kaymış görünüyor. Çin’in aldığı sıkı ve disiplinli önlemler sayesinde salgının ülke içinde yayılmasını büyük oranda önlediği yönünde haberler var. Salgının ilk vurduğu Vuhan kenti bile adım adım normale dönüyor. Çin’de yaşanan bu başarıya ve sağlanan ciddi deneyimlere rağmen dünyanın başka ülkelerinin bu deneyimlerden yeterince faydalan(a)madığı ve önlem almada çok yavaş davrandığı gözleniyor. Salgını önlemede başarılı olan bir başka ülke ise Güney Kore. Bunda, ülkede çok hızlı hayata geçirilen test uygulamasının önemli rol oynadığı belirtiliyor.
Avrupa’da durumun en kötü olduğu ülke İtalya. İtalya’da son günlerde katlanarak artan ölümlerin ardından, hayatını kaybeden insan sayısı Çin’i bile geride bırakarak, 5 bini aşmış (23 Mart itibariyle 5 bin 476 ölüm) bulunuyor. Hafta başı itibariyle açıklanan rakamlara göre Çin’de 3 bin 270 kişi hayatını kaybetti. İtalya’da yaşam nerdeyse durma noktasına gelmiş bulunuyor. Son alınan kararla birlikte günlük yaşam için vazgeçilmez olan bazı sektörlerin dışındaki tüm işletmeler kapatıldı. Zorunlu durumlarda bile sokağa çıkmak izne tabi. İtalya başbakanı Giuseppe Conte, salgını “2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en ağır kriz” şeklinde niteledi.
Avrupa’nın diğer ülkeleri İtalya’dan yükselen çığlığa uzun süre kulaklarını kapattılar. Serbest ticaret için sınırları sonuna kadar açanlar, sıra dayanışmaya ve yardımlaşmaya gelince yaptıkları ilk şey sınırları kapatmak oldu. Sınırların olmadığı, “insan hakları ve demokrasinin beşiği” geçinen AB’nin ne menem bir şey olduğu böylece bir kez daha anlaşılmış oldu. İtalya’ya yardım komşularından değil fakat dünyanın öbür ucundan, Çin’den, Küba’dan ve Rusya’dan geldi. Son verilen haberlere göre Almanya’nın da nihayet biraz tıbbi yardım yaptığı belirtiliyor.
Avrupa’da durumun vahim olduğu bir başka ülke ise İspanya. Özellikle başkent Madrid’de etkili olan salgında ülke genelinde hayatını kaybedenlerin sayısı, bugün (23 Mart) itibariyle 2 bin 182 kişiye ulaştı. Sadece pazar günü 400 ölüm vakasının yaşanması, ülkede durumun gidişatı konusunda fikir vermektedir. İspanya’da da sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. İspanya başbakanı Pedro Sanchez, “İspanya iç savaşından bu yana en ciddi durumla karşı karşıyayız!” dedi. Tüm sağlık hizmetlerinin kamulaştırıldığını açıklayan İspanya, yetersiz kalan yatak sayısını gidermek için bir fuar binasını hastaneye dönüştürerek bu alanda bir ilki gerçekleştirdi.
Bu iki ülkeyi, hayatını kaybeden insan sayısı bakımından İran (1.135), Fransa (562), Amerika (390), İngiltere (281), Almanya (93) gibi ülkeler takip ediyor. Başlangıçta “sürü bağışıklığı” taktiği ile salgının yayılmasına seyirci kalan İngiltere, gelen eleştiriler üzerine bu uygulamadan vazgeçerek, diğer ülkelere benzer tedbirler almaya başladı. Almanya, alınan tedbirlerle salgının yavaşladığını söylese de artan ölüm sayısı bunu henüz doğrulamışa benzemiyor. Almanya’da da sokağa çıkışlar gittikçe sınırlandırılıyor. Sokaklarda en fazla iki kişinin birlikte gezmesine izin verilecek.
Bu arada İtalya’dan daha beter bir durumda, kendi kaderine terkedilen ülkelerden biri de İran. İran’da hastalığın bu kadar hızlı ve yaygın gelişmesinde Çin’le olan yoğun ticari ilişkilerin rol oynadığı iddia ediliyor. DSÖ İran’a acil yardım çağrısı yaparak, bu ülkeye yönelik uluslararası ambargonun kaldırılmasını talep etti. Bu talep başta ABD olmak üzere, Almanya’nın da içinde bulunduğu emperyalist blok tarafından reddedildi. Ülkede çok ciddi bir ilaç sıkıntısı var. Eğer önlem alınmazsa haslığın 3,5 milyon insanın hayatına mal olacağı öngörülüyor. İran halkı sadece korona ile değil, emperyalist ambargo ve ceberut molla rejimiyle de mücadele etmek zorunda kalıyor. Molla rejiminin ürünü olan dinsel gericilik önlemlere uyulmasında ciddi bir engel durumunda. Hükümetin, yoğun ziyaret edilen bazı kutsal mekanları kapatmak istemesine dinci-gerici bazı çevreler direnç göstererek, salgının gittikçe yayılmasına sebep oluyorlar. İran’da olası kitlesel ölüm vakaları için futbol sahalarının mezarlık olarak kullanılmak istendiği yönlü bilgiler var.
Panik gerçek, önlemler sahte!
Burjuva politikacılar her yerde gerekli olan tüm önlemleri aldıklarını veya alacaklarını söyleseler de durum gerçekte böyle değil. Durumun ne kadar ciddi olduğunu belirten açıklamalara ve çağrılara, alınan gerçek önlemlerin eşlik etmemesi, toplumda paniği ve kaygıyı arttırmaktan başka işe yaramıyor. Mesela, salgını önlemede en etkili şeyin teması en aza indirmek olduğunu söyleyenler, milyonlarca kişinin hala işe gitmek zorunda olmasıyla ilgili bir açıklama yapmaktan kaçınıyorlar. Günlük yaşamın devamı için vazgeçilmez olan alanlar dışındaki tüm işyerlerinin kapatılması gerektiğini söylemiyorlar. İşçilere hastalık bulaşmazmış gibi davranıyorlar. Böylece hem çalışan emekçilerin hem de toplumun genelinin hayatını tehlikeye atmaya devam ediyorlar. Haber bültenlerinde her şeyden bahsediyorlar ama çalışan fabrika veya işyerlerinden bahsetmemeye özen göstererek, adeta görmezden geliyorlar. Kapitalist işletmeler “gittiği yere kadar gitsin” anlayışıyla hareket ediyorlar. İtalya bile iş çığırından çıkıncaya kadar, belirlenen alanlar dışındaki tüm işletmeleri kapatma kararını yeni yeni alıyor. Hastalık sınıf farkı tanımadan herkes için öldürücü olmasa, bu kadarını bile yapmayacaklarından emin olmak gerekiyor. Zira dünya burjuvazisi kapitalist sömürünün can damarı olan üretimin aksamasını istemiyor.
Bugün AB’nin en zengin ülkesi olan Almanya’da Bosch, Siemens, Porsche gibi, onbinlerce işçinin çalıştığı onlarca fabrika açık kalmaya devam ediyor. Üretime belli bir süre ara veren çok sayıda firma da var elbette. Ama bunların çoğu, toplum sağlığı bunu gerektirdiği için veya yayınlanan bir genelgeden dolayı değil, kapatmak zorunda oldukları için kapatmışlardır. Opel, Mercedes, BMW, Ford gibi firmalar korona krizinden önce de derin bir kriz içindeydiler zaten. Bazıları kısa çalışma uygulamasına geçmişti. Üretimi kısmak ve yeni teknikler temelinde piyasaya uygun dönüşümlerin faturasını işçilere çıkarmak istiyorlardı. Krizden dolayı toplamında 500 bin kişiyi işten atmayı planlıyorlardı. Korona krizi bunlar için bir can simidi işlevi gördü adeta. Bu bir yana, çoğunun yedek parça vs. bakımından Çin’e bağımlı olması, oradan akışın azalması veya tamamen durmasıyla birlikte fiilen durmak zorunda kaldılar. Bundan daha önemlisi ise, İtalya Fiat ve İspanya Mercedes, Fransa Peugeot’ta olduğu gibi, birçok yerde işçilerin fiili direniş ve grevleri sayesinde üretim durdu.
Kısacası bu tür durumlarda hep yapılageldiği gibi, “hepimiz aynı gemideyiz” yönlü açıklamanın, sınıflı toplum gerçekliğinde demagojiden öte bir anlamı yoktur. Gerçekte önlem almak ve ayrımsız tüm toplumun sağlığını korumak mı istiyorsunuz? Daha ilk günden bir genelge yayınlayarak, belirlenen tüm alanların dışında her yerin kapatıldığını ilan edersiniz. Buralarda çalışan tüm işçilerin iş güvencesinin garanti altında olduğunu, herkese ücretinin eksiksiz ödeneceğini ilan edersiniz. Fakat bu yapılmıyor. Çünkü gerçek önlem almak ciddi bir maddi külfet gerektiriyor ve kapitalistler bunu göze almak istemiyorlar. Virüse karşı en etkili önlemlerden biri de test uygulaması. Bugün salgının cenderesinde kıvranan birçok ülkenin bunu yapmaktan imtina etmesinin gerisinde de benzer burjuva kaygılar var ve bu süreci uzatarak tahribatı arttırıyor. Özcesi amaç toplumun sağlığını korumaya dönük gerçek önlemler değil de sınıflı toplum gerçeğinin üzerini örtmeye dönük göstermelik çabalar olunca bu kadar oluyor işte.
Bu arada bu krizi bahane ederek her türlü gösteri ve protesto hakkının da otomatik olarak rafa kaldırıldığını belirtmek gerekiyor. Böylece olup biten her şeyin üstü kolaylıkla örtülebiliyor. Yine kısa süre önce gündemin ilk sıralarında yer alan mülteci krizinin de üstü örtüldü. Bu sorun bitmiş gibi, artık haber konusu bile edilmiyor. Sınır boylarında ve Yunan adalarında insanlık dışı koşullarda yaşan mülteciler resmen ölüme ve her türden salgın hastalığın kucağına atılıyorlar.
Krizin faturası emekçilere ödetiliyor ve ödetilecek!
Koronavirüs zengin fakir ayırt etmeden herkesi vuruyor deniliyor. Bu doğru, ancak bu, sınıf farkının olduğu bir toplumda esas faturayı yine de işçi sınıfı ve emekçilerin ödeyeceği gerçeğini değiştirmiyor. Kapitalizmin ürünü olan son virüs belasının ağır faturasını da her aşamada esasen emekçiler ödüyor ve ödeyecek. Şimdiden bunun emarelerini görmek mümkün. Öncelikle beslenme koşullarında bile uçurum var. Keza test, aşı, tedavi olanakları vb. bakımından ayrıcalıklı kesimlerin hep daha öncelikli olduğu da kesin.
Öte yandan şimdiden geçici sözleşmeyle çalışan binlerce işçi işten atıldı. Burjuva politikacılar oluşan zararın telafisiyle ilgili bol keseden vaatler veriyorlar. Milyarlarca, hatta trilyonlarca dolarlarla ifade edilen paraların ayrılacağını söylüyorlar. Fakat bu paraların nereye, kime, ne kadar ve ne şekilde verileceğine dair net bir açıklama yok. Büyük tekeller de dahil, üretimin durduğu bütün işletmeler kısa çalışma düzenine geçtiler. Kısa çalışma dolayısıyla milyonlarca işçinin maaşı, tekellerin kasasından değil, iş ve işçi bulma kurumlarının kasasından ödenecek. Böylece toplumsal fonlar sermayeye peşkeş çekilecek. Normal zamanlarda emekçilerin emeğini çalanlar, kriz anında da emekçilerden toplanan vergilerden oluşan toplumsal fonları yağmalayacaklar. Almanya Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, bazı büyük şirketlerin de sürece katılarak, yardım etmeleri gerektiğini söyledi. Fakat bu çağrının sembolik olmak dışında bir hükmü yok. Zira çağrı yaptığı büyük Alman tekelleri, vaktinde Hitler faşizminin meyvelerini toplamış, savaş esirlerini çalıştırarak palazlanmış şirketler. Bu akbabaların kârlarından zerre kadar vazgeçmeyecekleri ve toplumun tepesine bir kez daha çökeceklerinden kuşku duymamak gerekiyor.
Bu krizde en çok mağdur olan kesimlerden biri de küçük esnaf ile kendi geçimini kendisi sağlayan bireyler olacak. İflaslar çoğalacak, sermaye başta kendi tekellerini kurtarma derdine düşecek, kredilerden en çok tekeller yararlandırılacak. Yaşanan yığılmadan dolayı her türlü başvuruda ve ödemede öncelik en büyüklerde olacak. Henüz borç ve kira ödemelerinin ertelenmesi konusunda bir açıklama yapılmış değil. Korona krizinden önce de krizde olan otomotiv sektörü başta olmak üzere, birçok sektör krizi fırsata çevirerek yüzbinlerce kişiyi işten atacak. En çok ihtiyaç duyulan bazı ihtiyaç malzemelerine şimdiden zam gelmeye başladı. Artan enflasyon ve hayat pahalılığı emekçilerin yaşamını daha da zorlaştıracak. Kısacası bu kriz emekçiler için, işsizlik, hayat pahalılığı, yeni vergiler, sıfır toplu sözleşmeler, yeni sosyal ve siyasal hak gaspları, artan yoksulluk ve ırkçılığın daha da yükselmesi anlamına geliyor.
Emekçilere en gerekli şey sosyalizm
Tarihte yaşanan tüm krizlerde olduğu gibi, son yaşanan korona krizinde de, tüm yolların Roma’ya çıkması misali, tüm oklar kapitalizmi gösteriyor. Yoksulluk, servet-sefalet kutuplaşması, sağlığa ve eğitime yatırım yerine savaşa ve silahlanmaya yatırım, sağlığın ve eğitimin özelleştirilerek ticarileştirilmesi, doğal dengenin bozulması sonucu ortaya çıkan iklim krizi vb. tüm bu sorunlar kapitalizme aittirler.
Buna mukabil çözüm adına gündeme getirilen her şey ise sosyalizmi işaret ediyor. Herkese eşit ve parasız sağlık ve eğitim hakkı; savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız ve sınırsız bir dünya; herkesin insan onuruna yakışır bir şekilde yaşadığı bir dünya; paranın değil, emeğin, dayanışmanın en yüce değer olduğu bir düzen vb. -bunların tümü de sosyalizme ait değerlerdir. Sosyalizmin insanlığa vadettiği, vadetmekle kalmayıp geçmişte gerçekleştirdiği şeylerdir.
Bugün İspanya gibi kapitalist bir ülke bile, daha önce özelleştirdiği sağlık sistemini, bu kriz vesilesiyle tekrar kamulaştırma ihtiyacı duyabiliyor. Bu bir yana, bugün “komünist” olarak nitelenen, esasında Küba dışta tutulursa, geçmişlerinde yaşadıkları bir dönem hariç, gelinen yerde komünist olmakla hiçbir ilgisi kalmamış Çin ve Rusya gibi ülkelerin korona krizi karşısındaki farklı yaklaşımları bile bir şey anlatıyor. Onların bu krizi çözmede kullandıkları yöntemlerde ve başka ülkelerle gösterdikleri dayanışmadaki farklı reflekslerinin gerisinde bile geçmiş bu “komünist” mirasın etkileri vardır.
Bir sömürü ve talan düzeni olan kapitalizm ayakta kaldığı müddetçe insanlığın başı belalardan kurtulamayacaktır. Çoktan ömrünü doldurmuş bu sistemi tarihin çöplüğüne gönderecek olan biricik sınıf işçi sınıfıdır. İnsanlığın ve gezegenin geleceği, tümüyle bu sınıfın kapitalizme karşı ve sosyalizm için vereceği mücadeleye bağlıdır.