Beklenmedik ve sarsıcı olaylar karşısında insanların o olayın sebepleri konusunda ilk etapta durup düşünecek zamanları veya sabırları olmaz genellikle. En kestirme ve en kısa yoldan sebebe ulaşmaya çalışırlar. Bu durumlarda ortaya atılan komplo teorileri sanılandan fazla etki yaratırlar.
Bunun güncel versiyonu olan koronavirüs konusunda da onlarca komplo teorisi atıldı ortaya. Bunlardan en bilineni, Çinliler’in beslenme alışkanlığıyla ilgili olanıydı. İnsanlar hiç fazla düşünmeye gerek görmeden, ciddi ciddi bu vahim salgın olayından Çinliler’i sorumlu tutarak, onları hedef haline getirdiler. İşte komplo teorisi böyle bir şey. Gerçek olması veya o olayın kendisini açıklayıp açıklayamaması çok önemli değil. Önemli olan bunun zamanlaması, yani insanların dehşet dolu olduğu anda ortaya atılmasıdır. Sosyal medyanın yüzeyselliği ve “hazır reçeteleri” de bu eğilime güç veren ve zemin hazırlayan bir rol oynuyor.
Komplo teorisi Wikipedia’da şöyle tanımlanıyor: “Bir olayın veya durumun, diğer açıklamalar daha olanaklı iken, genellikle siyasal güdülere sahip, kötücül ve güçlü aktörlerin komplolarına başvurularak açıklanmasıdır. Terim, aynı zamanda komplolara başvurmanın ön yargıların ve yetersiz bulguların üzerine bina edildiğine yönelik küçümseyici bir yan anlamı da bünyesinde barındırır. Komplo teorileri, yanlışlanmaya direnirler ve döngüsel akıl yürütme ile pekişirler: hem teoriyi yalanlayan bulgular, hem de teoriyi doğrulayan bulguların yokluğu; teorinin doğruluğuna dair kanıt olarak yorumlanır ve bu da komploların kanıt alanından inanç alanına geçmelerine yol açar.”
Buradaki tanımdan da anlaşılabileceği gibi, komplo teorileri, içerisinde bazı doğrular da barındırabilirler. Fakat esasta bu teorilerle amaçlanmak istenen, olayların bütünlüğü içerisinde kavranmasının önüne geçmektir. Olguları sebep-sonuç bağlamından kopartarak, sadece bazı sonuçlara indirgemek ve esas konudan çok tali konulara odaklanmayı sağlamaktır. Çinliler ile ilgili ortaya atılan teori ister planlı ve bilinçli olarak isterse de bilinçsizce yapılsın, bunun bir önemi yok. Burada önemli olan, bundan kimin faydalandığı veya kârlı çıktığıdır.
Batılı emperyalistler salgın olayını iki yönlü kullandılar. Birincisi, önemli bir rakip gücü gözden düşürerek zayıflamasını hızlandırmak; ikincisi ise, kapitalist sistemin bir bütün olarak sorgulanmasını zaafa uğratmak. Yani komplo teorileri esasta hedef şaşırtmaya ve bilinçleri bulandırmaya yarayan bir işleve sahiptirler. Bu anlamda birer ideolojik saldırı ve manipülasyon aracıdırlar. Bu komploculara sormak lazım, bu yakın yıllarda Çinlilerin yemek kültürü mü değişti? Hayır, çok uzun yıllardır benzer besinleri, çeşitli hayvan etlerini tüketiyorlar. O halde neden şimdi hasta etmeye başladı bu yiyecekler? Eğer yeni hasta etmeye başladıysa demek ki yenilenler de eskisi gibi sağlıklı değil artık. Onlar da bozulan doğal dengenin bir parçası ve ürünüdürler nihayetinde.
Yine aynı konuda şimdilerde popüler olan bir başka teori ise, bu virüsün bazı laboratuvarlarda özel olarak üretildiği ve Çin’den başlanarak bulaştırıldığı yönündedir. Bu da diğerleri gibi esasta düzene hizmet ediyor. Bu teori de milyonlarca işçi ve emekçiye bu sistemin ve onun karanlık güçlerinin her şeye ne kadar muktedir ve ne denli yenilmez olduklarını ve onlara karşı mücadele etmenin beyhudeliğini öğütlemeyi amaçlıyor.
Sorun kesinlikle düzenin bu tür planlı komplolara başvurup vurmayacağı sorunu değildir. Dünyayı iki savaşla yakıp yıkanlardan, kentlerin üzerine atom bombası atanlardan, savaş çıkarmak için kendi gemilerini bile batıranlardan, milyonlarca insanı fırınlarda yakanlardan her şey beklenebilir kuşkusuz. Her şey bir yana, bugün kullanılması durumunda dünyada taş üstünde taş bırakmayacak nükleer silahların varlığı günümüzdeki egemen sınıfın ve düzenin niteliğini açıklamaya yeterli değil mi? Kaldı ki burjuvazinin tarihi onlarca, yüzlerce kirli komplo ile doludur. Sorun, burjuva düzende sanki başka her şey normalmiş de bütün sorun bu tür sıra dışı, anormal olaylardaymış gibi kavranmasında. Sistem bunu özellikle yapıyor. Düzenin bir bütün olarak sorgulanmasının önüne geçmek için, duruma göre bütün sorumluluğu bir olaya, bir ulusa, bir devlete, bazen bir kişiye yükleyerek kendini temize çıkarmaktır amaçlanan.
Burjuvazi, olguları sebep-sonuç bağlamından koparmada ve hedef şaşırtmada ustadır. Almanya’da faşizmi Hitler’in deliliğiyle açıklar, 11 Eylül olaylarını Usame bin Ladin’le açıklar, Körfez Savaşı’nı Saddam’a yükler, Birinci Dünya Savaşı’nın sebebi olarak Avusturya-Macaristan veliahdının öldürülmesini gösterir vs. Bunların amacı nasıl geçmişte toplumda rıza üretmek idiyse, virüsle ilgili ortaya atılan komplo teorileri de esasta kapitalizm konusunda insanların rızasını almak amaçlıdır.
Elbette kapitalizmi tanıyan ve ona karşı mücadele edenler için bu tür ideolojik manipülasyonlara kanmak söz konusu değildir. Ama iş bununla bitmiyor. Geniş işçi ve emekçi yığınlar hala çok basit yalanlar ve argümanlarla kandırılmaya devam ediyor. Bu durum, bilinç sahibi insanlara ciddi sorumluluklar yüklüyor. Düzene tümden karşı olmayıp sadece bazı aşırılıklarına karşı olan insanlara sormak lazım, kapitalizmin her şeyi düzgündü de bunu sadece virüs mü bozdu? Mesela günde onbinlerce insanın yetersiz beslenmeden ve tedavi edilebilir hastalıklardan ölmesi virüsten daha mı az vahim? Milyarlarca insanın içecek ve elini yıkayacak sudan mahrum olması daha mı az ürkütücü? Servet-sefalet kutuplaşması çok mu doğal? İklim krizi durup dururken mi oluyor? 30 milyon insanın bir metropolde tıkış tıkış yaşaması çok mu akla uygun? Sağlık ve eğitime ayrılan bütçeyi defalarca katlayan miktarda paranın savaşa ve silaha yatırılması çok mu normal? İnsan sağlığının ilaç tekelleri tarafından ticaret malzemesi yapılması çok mu insani? Bu liste daha yüzlerce örnekle uzatılabilir.
Diğer bütün her şey bir yana, bugün yiyip içtiğimiz şeyler ne kadar sağlıklı acaba? Domatesin, balın, gerçek tadını bilen kaldı mı? Besinlerin kendisini değil taklidini ve aromasını yiyoruz adeta. Yaşam için en gerekli olan hava, su, toprak gittikçe zehirleniyor. Doğal denge gittikçe bozuluyor. Bu koşullarda insanın sağlığının bozulması için virüse gerek var mı? Bu koşullarda yaşamanın kendisi insan sağlığını bozmak için yeterli değil midir? İnsanlar virüs salgınından önce de Pekin’de, Yeni Delhi’de, Şangay’da maske ile dolaşıyorlardı, kirli havadan zehirlenmemek için.
Koronavirüs kapitalizmin ipliğini pazara çıkardı adeta. Onun değerler sistemini bir anda alt üst etti. En değerli şeyler en değersiz, en değersiz şeyler ise en değerli hale geliverdi birden. Görüldü ki, yapay beyinler, otomobiller, robotlar olmasa da olur. Ama temiz hava, temiz su ve toprak ile temiz yiyecekler olmadan olmuyor. Uçaklar uçmasa da olur ama arılar uçmadan olmaz.
Çözümler sonuçlarda değil, sebeplerdedir. Sorun Trump’un, Tayyip’in, Bolsonaro’nun, Orban’ın kötülüğünde veya dengesizliğinde değil, sistemin bu tür figürlere neden ihtiyaç duyduğundadır. Konumuza uyarlarsak, sorun sadece virüs değil, bu virüsün insanlık için bu kadar yıkıcı sonuçlara yol açmasındadır. Bu anlamda söylenen “Virüs değil, kapitalizm öldürür!” sözünün doğruluğu bir kez daha kanıtlanmıştır. “Virüs mü kapitalizmden çıkar, kapitalizm mi virüsten çıkar?” sorusunun cevabı, ikisinin de birbirinden çıktığı şeklindedir. Virüsün sebebi olan kapitalizm, virüsün ortaya çıkardığı krizi de fırsata çevirip, bunun tüm faturasını yine işçi ve emekçilere çıkaracaktır.
Kapitalizmin vahşiliğini anlamak için komplo teorilerine gerek yok, kapitalizmin kendisi yeterlidir bunun için. O halde, “iyi nişan alıp kuklayı değil, kuklacıyı vurmak” gerekiyor.