Pandemik kapitalizmin reorganizasyonu

Haklı olarak aylardır hepimizi tehdit ve tedirgin eden bir pandemik saldırıyla yatıp kalkıyoruz. Yalnız bir şeyi hiç unutmamalıyız. İnsanlığın başına gelebilecek en büyük bela ya da tıptaki deyimle pandemi ya da epidemi, kapitalist sistemin ta kendisidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 31 Mart 2020
  • 08:03

Emperyalist-kapitalist-düzen, o “devasa” görüntüsü ve ihtişamına rağmen, bir virüsün pandemik vuruşuyla tarumar oldu. Aslında hep kullanılan “kağıttan kaplan” deyimi de bu vesile ile yerli yerine oturdu. Wall Street, Dax, Tokyo ve Londra borsalarında cirit atan arsız finans-kapital ve onun sahipleri ise jet hızıyla mağaralarına çekilip, ortamın sakinleşmesini beklemeye koyuldular.

İnsanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde bugün yaşadığımıza benzer pandemik süreçler yaşandığının ve bu tür süreçlerde insanoğlunun ağır faturalar ödemek durumunda kaldığının bolca örneği var. Yine yakın dönemde Afrika kıtasını kasıp kavuran Ebola ve dünya genelinde ise SARS (ki koronanın da bu aileye ait olduğu biliniyor) gibi salgınlar da bu yüzyılın ilk çeyreğinde ağır faturalar ödeten pandemilerdi. Daha çok kıta Afrika’sında alışık olduğumuz salgınların aksine bugün kapitalizmin merkezlerini saran ve kapitalist sistemi felce uğratan bir durumla karşı karşıyayız. Bu salgınların nasılı ve ne içini konusunda çok farklı görüş ve bolca komplo teorileri var. Bugünün teknolojik gelişim düzeyi gözetildiğinde, laboratuvarlarda her türlü ahlaki kural hiçe sayılarak neler yapıldığını yaklaşık olarak biliyor ve tanıklık ediyoruz. Bu ne kadar böyledir, şu an için zerre kadar önemi de yok.

Koronavirüs salgınının henüz nereye evrileceği ve nasıl sonuçlar yaratacağı çok bilinmese de daha şimdiden kapitalist tekellerin, oluşan ortamı büyük bir imkana çevirdiklerine tanıklık ediyoruz. Salgının, daha zirve noktasını görmeden öncelikle işçi ve emekçiler için nasıl koca bir yıkıma dönüştüğünü, yıkımın giderek daha da şiddetleneceğini görüyor ve yaşıyoruz. Kapitalizmin en değme ekonomistleri bile, amentü gibi, denizin de düzenin de bittiğini itiraf etmekten başka bir şey söyleyemiyorlar. Çok isterlerdi ama söyleyecek argümanları kalmadı. Zira alışık oldukları cinsten atlatılabilir bir kriz olmadığını en iyi yine kendileri biliyor. Çünkü gerçekten bitti!

Bitmiş olması mevcut düzenin kendiliğinden ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor ne yazık ki. Günlük hayatta aşina olduğumuz kapitalist metropollerin ışıltısının ve ihtişamının kalmadığı çok açık artık. Milyonlarca insan karantinada ve koca bir hayalet dolaşıyor kentlerin üzerinde. Alışılagelmiş günlük ihtiyaçların tedariki yapılamıyor ve insanlar yaratılan panik havasının etkisiyle sorumsuzca davranışlar gösterebiliyorlar. Bunun bir adım ötesi toplumsal bir cinnet halidir ve sonuçları gerçekten çok ağır olabilir. Gerici sermaye düzeninin bu panik halinden nasıl insafsızca faydalanmaya çalıştığını ise hepimiz hemen her gün yaşayarak görüyoruz.

Salgın konusunda Çin’in almış olduğu önlemleri küçümsediler ve biraz da “Çin” patentli bir virüsmüş gibi görsel medyanın pompaladığı haberleri günlerce gösterip durdular. Hem de Çin toplumunu bayağıca aşağılamanın bir vesilesine dönüştürerek yaptılar bunu. Oysaki bugün gelinen yerde, şayet veriler yanıltıcı değilse, Çin bu işin büyük ölçüde üstesinden gelmiş gibi görünüyor. Hatta Çin’in almış olduğu önlemlerden etkilenerek ve onların deneyimlerinden faydalanarak bugün daha iyi bir yerde olması gerekenler, utanmadan ekranlarda iki gözü iki çeşme boy gösterebiliyorlar. Çok çaresizler ve ne yapacaklarını bilemez bir haldeler. Koca bir zenginlik dünyasının içinde vatandaşlarına en sıradan sağlık hizmetini veremeyecek hale gelmiş ülkeler ve dahil oldukları “refah” birlikleri artık yok hükmündedir. İtalya ve İspanya bunun en iyi iki örneğini oluşturmaktadır.

Ciddi bir pandemik saldırıyla (buna bir çeşit biyolojik savaş da denilebilir) ve oldukça da agresif bir türü ile karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. Yalnız bu onunla mücadele edilemeyeceği anlamına gelmiyor. Aksine, istense kolektif bir çabayla kısa sürede bunu geriletmek pekala mümkün. Yalnız bunu isteyen pek yok gibi. Bu konuda daha çok “herkes kendi başının çaresine baksın” pozisyonu hakim görünüyor. On milyonlarca insanın bu salgın sonucu öleceği telaffuz edilirken dahi, nasıl edilir de büyük tekeller bundan etkilenmez ve ayakta kalabilirler diye paket tanıtımları gırla gidiyor.

SARS-CoV-2 diye adlandırılan ve Covid-19 hastalığına yol açan virüsün mutasyona uğrayarak evrimleştiği artık daha iyi bilinmekle beraber, buna karşı nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiği konusunda ortalama şeylerin ötesinde tıbbi olarak kayda değer bir metodoloji oluşturulabilmiş değil. Nasıl başladığı veya başlatıldığı gibi farklı senaryolar olsa da üstüne düşünebileceğimiz çok fazla seçeneğimiz de yok gibi.

En kötü senaryodan başlarsak, şayet virüs laboratuvar kökenli ise bunun bir aşısının da yapılmış olma ihtimali çok yüksek. İlaç endüstrisinin çıkarları gereği bu işin biraz daha uzatılmak isteniyor olması da olasılık dahilindedir. Yok değilse eğer, virüsün mutasyonla kontrolden çıkma ihtimali söz konusu ve bunun yaratacağı sonuçlar da gerçekten ürkütücü olabilir. İkincisi, hayvandan insana geçmiş olma ihtimalidir ki yabana atılır bir ihtimal değildir. Bilim insanları daha çok bu seçenek üzerinde durdular. Lakin pandemik salgınların çoğu hayvandan insana geçen türlerdir. En azından ilk başlangıç süreçleri daha çok böyle ilerler. Üçüncü seçenek, özellikle Robert Koch Enstitüsü’nün 2012 yılında Merkel hükümetine vermiş olduğu rapor üzerinden gündeme geliyor. Önden hazırlanmış bir plan ve projenin paçası olarak bir yerlerden düğmeye basılmışsa, bu artık bir virüs değil, gerçek anlamıyla biyolojik bir savaştır. Robert Koch Enstitüsü’nün hazırlamış olduğu rapor daha çok olası bir laboratuvar kökenli saldırının öncesinde hazırlıklı olmayı gerektiren bir ön çalışma ya da simülasyon da olabilir. Bu raporda da ilginç bir şekilde yine Asya kıtasındaki hayvan pazarları çıkış noktası olarak yer alıyor. Dördüncü bir seçenek ise ABD ile Çin arasındaki bilek güreşinin bir versiyonu olarak ve özel şekilde sarı-ırka karşı hazırlanmış bir virüs olduğu ve mutasyonla kontrolden çıktığıdır. Bu konuda komplo teorileriyle harmanlanmış çok sayıda farklı iddia ve veriye ulaşmak mümkün olsa da, tartışmayı daha çok bu salgının yaratacağı olası sonuçlar üzerinden yürütmek daha sağlıklı olacaktır.

Kapitalist sistem ulaşabileceği sınırları çoktan geride bıraktığı ve düzenli aralıklarla içine girdiği bilindik bunalım süreçlerinden farklı bir başkalaşım süreci de yaşıyor. En azından bu pandemik saldırı karşısında ilk etapta alınan tedbirler buna işaret ediyor. Toplumsal yaşamın bütün üniteleri yeni baştan formatlanıyor dersek abartmış olmayız. En basta eğitim olmak üzere bugüne dek alışık olduğumuz bütün toplumsal ve sosyal aktivitelerimiz dijital dünyanın yarattığı devasa olanaklarla yeni biçimler kazanacak. Gerici kapitalist düzen, bitiş çizgisine varışı uzatmak için farklı manevralar yapmaya çalışarak, kitleleri manipüle etmekte hiçbir kural tanımayacaktır. Özel mülkiyetin bekası için gerekirse sermayenin el değiştirmesi tercihi, farklı iktisadi reçetelerle tolere edilecektir. Bu tür gelişmeleri daha çok pandeminin dip noktasına ilerlediği dönemlerde göreceğiz. Pandeminin yarattığı korkuyla işçi ve emekçilerin payına ise her dönem olduğu gibi yine acı reçeteler düşecektir. Daha şimdiden ekonomik yaşamın durdurulamaz olduğuna yapılan güçlü vurgular eşliğinde işçiler pervasızca virüsün insafına terk edilirken, kimi çalışma alanlarında ise acımasız bir şekilde işyerlerinden kovuldular. Yaratılan korku ve yasaklar nedeniyle işlerini kaybeden binlerce işçi sessiz sedasız yapılan bu saldırıyı kabul etmek durumunda bırakıldı.

Yıllar öncesinden simülasyonla bugünler için hazırlık yapanlar hastanelerinde yeterince koruyucu malzeme bulundurmayı her nedense akıl edememişler! Ama pandeminin yaratacağı ekonomik kriz ve onun tetikleyeceği sosyal ve olası siyasal sonuçları savuşturmak için militarist devlet aygıtının her türlü güçlendirilmesi ihmal edilmemiştir. Burjuva devlet aygıtı, özellikle de bugünler için, işçi ve emekçilerin olası mülkiyete el koyma eylemine karşı özel bir biçimde örgütlenmiştir. Partileri, polis teşkilatı, sivil savunma, ordu, istihbarat ve diğer kurumlarıyla bugün bir acil eylem planı içindedirler ve yapmayacakları şey yoktur.

Korkuları o kadar büyük ki, düzeni kurtarabilmek için açılmadık paket bırakmadılar. Burjuva hükümetler ardı ardına istisnasız her ülkede “yardım paketleri” açıklıyorlar. Kuşkusuz bundan faydalanacak olanlar yine büyük sanayi devleri, bankalar, sigorta şirketleri vb. olacaktır. Ve işin ilginç yanı, bu paketlerin hemen hepsi karşılıksız olacaktır. Kapitalist ekonomide çok basit bir kuraldır, karşılıksız para dağıtmaya başladıysanız sonunuz da bir o kadar yakındır. Ne var ki bu aynı ekonomi-politiğin siyasal ayağı olarak devlet bütün kurumlarıyla böylesi dönemlerde iç savaşın her türlüsüne hazırlıklı olmaya da çalışır. Ayrıca bu tür hazırlıklara günlük hayatın içinden binlerce örnek sayılabilir.

Yalnız burada asıl üzerinde durulması gereken bir başka konu var. O da pandemik saldırıyı bir fırsat bilip her türlü bir çöküşün eşiğine gelmiş olan kapitalist düzeni yeniden revize edebilme çabasıdır. Bu çaba hiç bu denli somutluk kazanmamıştı. En azından bu derece değil... Özellikle kıta Avrupa’sının motor gücü olarak Almanya’nın bu konuda ciddi bir hazırlık içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bir çırpıda milyonlarca emekçiyi evlerinde “home office” uygulamasıyla çalışma hayatında tutmayı başarabildi. Bu, Alman sermaye sınıfı payına küçümsenmeyecek bir başarıdır. Yine Alman hükümetinin toplamda 756 milyar euroluk bir paket açıklaması da hafife alınabilir bir gelişme değildir. Kurtarma şansı olmadığını yine en iyi onlar biliyor, lakin yapabilecekleri başka bir şey de yok.

Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’in “dünya koronadan sonra aynı dünya olmayacak” sözü, Alman emperyalizminin bir gelecek öngörüsü olarak anlaşılmalıdır. Meclis Başkanı Scheuble ise tarihi bir süreçten geçtiğimizi ve bu sürece hep negatif tarafından bakmak gerekmediğini söyleyerek, bu süreci aynı zamanda bir fırsatlar dönemi olarak görebileceğimizi belirtti. Yine devamında bu dönemde ayakta kalabilmeyi başaranların geleceğe hükmedeceğini ima ederek, “Alman ulusu”na hedef göstermekten geri durmadı. İstisnasız bütün burjuva partilerin birer sermayedar ağzıyla ve koro halinde tekrarladıkları “ekonomi her halükarda ve neye mal olursa olsun korunmalıdır” söylemi, insan sağlığından neyi anladıklarının da açık itirafıdır.

Alman Federal Meclisi’nde büyük bir çoğunluğun oyuyla kabul edilen “kurtarma paketi” tarihi açıdan oldukça ilginç bir gösteriye sahne oldu. Bütün parti temsilcilerinin yaptıkları konuşmalar ve oylama sırasında ayakta alkışlama seremonileri, Birinci Dünya Savaşı öncesi aynı meclis çatısı altında savaş bütçesi kabul edilirken yaşanmıştır. O gün de bütün partiler “Ayrılıklarımızı bir kenara bırakarak Almanya olduğumuzu hatırlamalıyız” demişlerdi, bugün de diyorlar.

Bugün itibariyle pandeminin merkez üssü ABD ve Avrupa kıtasıdır. Yani kapitalizmin ana yurdudur. Tarihsel bir ironi olarak kapitalizm başladığı yerde biter mi biter. Sonuçları çok ağır olacağı kesin gibi görünen bu pandemik saldırının ardından ne geleceği henüz belirsiz. Salgın dip noktasına varmadan sürecin nasıl sonuçlanacağını kestirmek çok kolay olmasa da, İtalya ve İspanya’da yaşananlara bakarak bu yıkıma kapitalizmin üretebileceği bir çözümünün olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Sözüm ona bir Avrupa Birliği vardı ama ara ki bulasın. İtalya’nın yardım çağrılarına en başta Küba, yanı sıra Çin ve Rusya cevap verebildi. Birlik olduğunu iddia edenlerse sınırları kapatıp, kamyon kasalarındaki tıp malzemelerini çalan hırsızlar sürüsüne dönüverdiler. Şayet koronadan sonra bir Avrupa Birliği kalacaksa bu artık Alman emperyalizminin her türlü denetimi altında olan bir “Birlik” olacaktır. Böyle bir olasılık çok zor olsa dahi uzun ömürlü olmayacak, yıkılmaya da mahkum olacaktır.

Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olarak Alman sermaye sınıfının bu virüs salgınını bahane ederek daha şimdiden işyerlerinde “sosyal planlama” adı altında uygulamalarına hız verdiği ve bu saldırıyı daha da büyüteceği kesin. Özellikle hizmet sektöründe çalışan milyonlarca insan evlerinde çalıştırılarak maliyetler en minimum düzeye çekiliyor ve yarım günlük çalışma düzeni örgütleniyor. Ortak çalışma alanları ellerinden alınan emekçiler yalnızlaştırılarak, her türlü saldırıya karşı savunmasız bırakılıyorlar. Sendikaların ve işyeri temsilciliklerinin patronlarla aynı kulvarda yürüyor olması emekçileri daha da çaresiz bırakmakta ve bu saldırıları sessizce kabule zorlamaktadır. Nitekim bu arada sessizce geçiştirilen IG Metall’in sıfır zam sözleşmesi oldukça ibret vericiydi. Aynı şeyin yarın ver.di tarafından yapılmayacağını kim söyleyebilir? Hizmet sektöründe yaşanan bu parçalanma süreci üretim sektöründe daha farklı bir şekilde yaşanacaktır ve yaşanıyor. Burada da yine emek ağırlıklı maliyet minimize edilerek, teknoloji ve yapay zeka kullanımı yaygınlaştırılarak, daha fazla kâr hırsı uğruna milyonlarca kişi işsizler ordusu saflarına itilecektir. İşçi ve emekçi sınıfların alışılagelmiş davranış kalıpları ve bilinen bütün örgütlenme biçimleri de değişime uğramak zorunda kalacaktır. Değişim daha çok bilinen klasik formuyla devam edilemeyeceği ve sınıfın yeniden kendine güven kazanabileceği bir yapıya dönüşme ihtiyacından kaynaklıdır. İşçi ve emekçilerin kendileri için büyük bir savunma silahı olarak gördükleri örgütlenmeleri ne yazık ki düşman sınıfın elinde bir oyuncağa dönüştürülmüş ve bütün bir ciddiyeti yerle bir edilmiştir. İşçi ve emekçilerin 5 kuruşunu çok gördüğü örgüt de işçi sınıfının örgütü değildir.

Tartışmasız bir şekilde belli ki koronadan sonra dünya sadece sermaye düzenin öngördüğü gibi değil, her açıdan çok farklı bir dünya olacak. Sermaye düzeni bu salgının ardından başta işçi ve emekçiler olmak üzere topluma büyük bir yoksullaşma paketi dayatacak ve toplumun bu saldırıya rıza göstermesi için her türlü kirli aracı kullanacaktır. Özellikle de Alman toplumunda kimi ekonomistler daha şimdiden yaşanacak devalüasyonla insanların bir anda %30 ile 40 bandında bir yoksullaşma yasayacağına işaret ediyorlar. Yaklaşık 50 milyon çalışanıyla üretim rekoru kırıp bütçe fazlası veren Alman ekonomisinin, 25 milyonlara varması olası bir işsizler ordusundan söz edilmektedir. Bu salgının bir çırpıda yok edeceği alan, 8 milyon kişinin çalıştığı “mini job” (yarı zamanlı iş) sahibi, ağırlıklı olarak emeklilerden oluşan işyerleri olacaktır. İliklerinden gericilik akan bu barbar kapitalist düzen tarihin çöp sepetine fırlatılıp atılmak için hiç bu denli güçlü fırsatlar yaratmamıştı. Tablo o derece korkunç bir halde ki liste oluşturmakla bitmez.

Kapitalizmin biriktirdiği sorunları yine o düzenin içinde kalarak çözme şansı kalmamıştır. Yani onun siyasal formatı olarak bildiğimiz burjuva “demokratik” düzenleri iyileştirme şansı bulunmamaktadır. Hasta yoğun bakımda ve suni birtakım müdahalelerle yaşatılmaya çalışılıyor. Bütün nesnel veriler, kapitalizmin bittiğine işaret ediyor. Buna bu aynı düzenin akil adamları da dahil olmak üzere. Eline kağıt kalem alan başlıyor kapitalizmin neleri yıktığını çiziktirmeye. Düne kadar “tarih bitti” diyenler de dahil olmak üzere “aman ne büyük aptallık yaptık, dilimiz kopaydı da söylemeseydik” deyip, her gün ağlama törenleri düzenliyorlar! Sermaye düzeni yaşadığı çıkmazı aşmak ve yeniden reorganize olmak için her türlü şeyi deneyecektir. Fakat neyi denerse denesin yıkılması artık kaçınılmazdır. Bir dünya düşünün ki aşağıda sıralayacağımız hiçbir soruna çözüm gücü olamayacak ama yaşayacak! Milyarlarca insanın kaderi savaş, yoksulluk ve trajedi olacak, bir avuç asalağın el koyduğu devasa zenginlik de beri yanda duracak… Yok öyle yağma!

İşte, kapitalizmin insanlığı, doğayı ve uygarlığı karşı karşıya bıraktığı sorunların en genel hatlarıyla kısa bir listesi:

- İnsanların temiz suya erişim olanakları elinden alındı, suda yaşayan canlıların da öyle. İki milyar insanın temiz suya erişimi yok.

- GDO’lu yiyeceklerin dışında insanlar bir şey yiyemez hale geldi, çünkü topraklar zehirlendi.

- Üstümüze giydiğimiz giyeceklerin neredeyse tamamı sentetik, yani sağlıksız giysiler.

- Evde, işte, okulda, sokakta her yanımız radyasyon. 5G teknolojisinin nasıl sonuçlar yaratacağı henüz belli değil.

- Soluduğumuz hava pandemik tehdit altında. Artık yan yana da gelemez olduk, aramızdaki mesafe en az 1,5 metre ve iki kişiden fazla yan yana gelme şansımız yok. Gelirsek örneğin Avrupa’da 25.000 euroya kadar cezalar var.

- Sokağa çıkma yasaklarıyla beraber aile içi şiddet rekor kırdı. Kadın sığınma evlerinde yer kalmadı.

- Pandemik salgınla mücadelede tuvalet kağıdına olan rağbet anlatılır gibi değil.

- Hastanelerde hijyenik ürünler çalındığı için doktorlar ameliyat yapamıyor.

- Altyapı eksikliğinden ötürü internet üzerinden yapılması gereken eğitim bu gidişle tamamen ortadan kalkacak. Sendikal haklarımız yok hükmünde, sosyal devlet ise kayıp.

- İnsanca yaşama hakkı, özgürlükler ve örgütlenme hakkı ikinci bir emre kadar yasak.

- Sınırlarda on binlerce mülteci aç ve perişan bir halde hayatta kalma mücadelesi veriyor. Akdeniz’de balıktan çok insan cesedi varmış, burjuvazinin umurunda mı?

- Gencecik insanlar hayatta kalmak için organlarını ilkel metotlarla aldırıp satışa çıkarıyorlar.

- Oyun çağındaki kız çocukları acımasızca satılıyor, erkek çocukları ise günde en az 14 saat çalıştırılıyor.

- Ve insanlar sağlık olanaklarından yararlanamadığı için ölüme terk ediliyor, hem de dünyanın en zengin ülkelerinde.

- Ahlaki çöküş tıpkı pandemik bir saldırı gibi toplumu sarmalamış durumda.

Bu liste sayfalar dolusu uzatılabilir ama kısa da olsa uzun da olsa bu, kapitalizmin şeref madalyasıdır.

Haklı olarak aylardır hepimizi tehdit ve tedirgin eden bir pandemik saldırıyla yatıp kalkıyoruz. Yalnız bir şeyi hiç unutmamalıyız. İnsanlığın başına gelebilecek en büyük bela ya da tıptaki deyimle pandemi ya da epidemi, kapitalist sistemin ta kendisidir. Hepimiz için koca bir tehlike arz eden bu pandemik savaştan öncelikle sağlıklı olarak çıkabilmeyi, mümkünse en az hasarla atlatmayı başarabilmeliyiz ki yıkarken inşa edecek gücümüz olsun.

İLİŞKİLİ HABERLER