Dünya neredeyse 100 yıldan fazla bir süredir böylesi küresel hastalık salgınıyla karşılaşmamıştı. Bundan önce bilinen en yaygın salgının, İspanyol Gribi adıyla anılan ve 1918 yılında baş gösteren virüs nedeniyle yaşandığı belirtiliyor.
Kısa bir süre önce Çin’de başlayan ve dünyanın neredeyse her yerine yayılan Covid-19 salgını şu an itibariyle 16 binden fazla insanın ölümüne yol açtı. Ve henüz ilacı olmayan bu hastalık, günbegün ölümlere yenilerinin eklenmesine yol açıyor.
Böylesi bir salgına karşı büyük oranda tedbirsiz yakalanan ve hastalığı önlemede geç kalan kapitalist devletlerse birçok sorunla karşı karşıya. Özelleştirilen ve kar için faaliyet yürüten sağlık sistemi bu sorunu da kâra dönüştürmek peşinde. Kötürümleştirilen kamusal sağlık sistemiyse salgın ve yetersiz kaynaklar sebebiyle sınırlı bir etkiye sahip. Bu durumda salgına kaşı önerilen en önemli tedbir, kişilerin kendilerini tecrit ederek, sosyal izolasyon yoluyla korunmaya çalışmaları olarak ifade ediliyor. Böylece hastalanan kişi, virüsü başka kişiye de bulaştırmamış oluyor! Teknolojik imkanların bunca gelişkin olduğu dünya sisteminde çözüm bireysel önlemlerde ve toplumsal tecritte aranıyor! Kapitalizmin bulduğu çözüm bu.
Peki içinde yaşadığımız kapitalist sistem koşullarında bir işçi ya da emekçinin bu söylenen tedbirleri yerine getirmesi ne kadar mümkün? Ya da mümkün mü? Elbette bunun işçi sınıfı bakımından mümkün olmadığı, olamayacağı pratikte bir kere daha sınanmış oldu.
Zira, amacı sadece kâr elde etmek olan bir patronun, işçilerini ücretli izne göndermesi düşünülemez. Bu kapitalizmin doğasına ya da işleyişine ters olurdu. İstisnaların kaideyi bozmayacağı kuralı geçerli olmak üzere; hiçbir patron çalıştırmadığı, emeğini sömürmediği bir işçiye para vermeye razı gelmedi. Bu durum halihazırda da kanıtlanmış oldu. Nitekim koronavirüs ölümcül salgını karşısında hiçbir patron işçilerini ücretli izne göndermemiştir. Patronlar işçileri ya ücretsiz izne göndermiş ya da ücretli yıllık izin hakkı olanlara bu izinlerini kullandırma yolunu seçmişlerdir. Bu bize şunu çok açık şekilde göstermektedir. Kâr için üretim yapılan bir sistemde böylesi ölümcül bir salgına rağmen, işçi sınıfının yaşam hakkı dahi söz konusu değildir. Bu sistemde kâr, yaşam hakkının da önündedir! Kâr kutsal, yaşam hakkı ikincildir.
Dolayısıyla böylesi bir durumda işçi ve emekçilerin kafasında haklı olarak birçok soru oluşmaktadır. Bu nedenle işçilerin haklarının neler olduğunu hatırlatmak ve işçi sınıfının yaşam hakkını güvence altına almak için ne şekilde tedbirler alabileceğini vurgulamakta yarar var.
Böyle bir salgın karşısında işçi sınıfı ücretsiz izne gönderilebilir mi? Ücretsiz izin uygulamasının iş yasasında karşılığı var mı?
Her kriz durumu karşısında yaşandığı gibi bugün de patronlar, böyle bir hakları varmış gibi işçilerinin önüne muvafakatname ya da ücretsiz izin talebi içeren bir dilekçe taslağı getirerek imza almak istiyor. Böylece ücretsiz izin talebi sanki işçiden geliyormuş gibi bir hava yaratılmak isteniyor. Vurgulamak gerekir ki, 4857 Sayılı İş yasasında ücretsiz izin üç yerde yer almakta ve sınırlı durumlar için öngörülmektedir. Bu da doğum yapan kadın ya da eşi için öngörülmüştür. Bunlar dışında yasada ücretsiz izin uygulaması ya da hakkı diye bir düzenleme yoktur. Söz gelimi koronavirüs salgını var diye, bir patron işçisini ücretsiz izne gönderemez. Patronların böyle bir hakkı yoktur.
Ancak patronlar böyle bir hakları olmadığını bildikleri ve ileride yasal olarak bir sorun yaşamamak için, ücretsiz izne göndermek istedikleri işçilerine, izin talep eden bir belge imzalatır ya da imzalatmak isterler. Böylece işçinin rızasını alarak yasadışı bir uygulamayı yasal hale getirmiş olurlar. Bu nedenle işçiler, herhangi bir şekilde ücretsiz izne çıkmak istediklerini ifade eden yazıları im-za-la-ma-ma-lı-dır.
Patronlar işçi rıza göstermediği halde işçiyi ücretsiz izne göndermek isterse bu durumun sonucu ne olur?
Bir işveren, işçiyi onun rızası olmadığı halde ücretsiz izne göndermek istiyorsa, bu durum işçinin işten haksız şekilde çıkarılması anlamına gelir. Böyle bir durumda işçi kıdem ve ihbar tazminatlarını isteme hakkına sahiptir.
Koronavirüs salgını gibi durumlarda işçiler ne yapabilirler? İşi durdurabilirler mi?
Koronavirüsü, bütün dünya ölçeğinde ölümcül ya da hasar bırakma potansiyeli olan bir soruna karşılık gelmektedir. İnsan sağlığı ciddi bir tehlike altındadır. Bir kişinin kendisi dışındaki kişiler bakımından da dikkat etmesi gereken hassas bir süreçtir. Dolayısıyla işçiler ve aileleri bakımından da önem taşımaktadır. Ancak mevcut kapitalist üretim ilişkileri içerisinde patronlar, işçi sınıfının hayatını riske etme pahasına ve kârlarını devam ettirme adına üretimlerine ara vermeden devam ediyorlar. Bu durumda ne yapmak gerekir? Elbette yasalar tek başına hiçbir işçinin hakkını güvenceye alamaz. İşçi sınıfı bir bütün olarak örgütlü hareket etmediğinde yasal haklarını dahi uygulatma gücüne sahip olamaz.
Ancak burada 4857 Sayılı İş Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun işçilere sağladığı bazı haklardan bahsetmekte yarar var.
İş Kanunu 24. Maddesi işçilerin haklı nedenle sözleşmeyi feshetme hakkını düzenlemektedir.
İş kanununun 24. Maddesi bu konuda ilk dayanaklarımızdan biridir. Bu madde, işçinin iş sözleşmesini kıdem tazminatını alabilecek şekilde ve haklı gerekçelerle feshedebilmesini gerektiren halleri düzenlemektedir. Buna göre, işçi açısından herhangi bir sağlık riski ya da gerekçesi doğarsa, işçi sözleşmesini haklı gerekçeyle feshedebilir. Yasa maddesi, sağlık gerekçesini açıklarken ‘işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlike olursa’ ifadesini kullanmıştır. Bu düzenleme kapsamında işçiler hiçbir önleyici sağlık kuralı gözetilmeden ve riske atılacak şekilde çalıştırılıyorlar ve bu bir yaşamsal tehlikeye yol açıyorsa, bu madde uygulama alanı bulabilecektir.
Yine aynı maddenin III. bendinde, işçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla üretimin durmasına yol açacak zorlayıcı sebeplerin ortaya çıkması halinde de işçilerin sözleşmeyi feshedebileceği belirtilmiştir. Bu durumda da işçiler kıdem tazminatlarını alabilecek/isteyebileceklerdir.
6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği yasasının sağladığı haklar
İş Kanunu dışında 6331 sayılı yasa da belirli ölçüde hakları düzenlemektedir. Bu kanunda özetle ve çoğunlukla işverenlere iş sağlığı ve güvenliği konusunda gerekli tedbirleri almaları, bu konuda eğitimler vermeleri ve ekipmanları tedarik etmeleri düzenlenmektedir. Ancak güncel koronavirüs salgını bağlamında dikkat çeken ve kullanılabilecek düzenleme bizce kanunun 11. Maddeyle bağlantılı olduğunu düşündüğümüz 13. maddesidir. Buna göre, aciliyet ve yoğun risk taşıyan bir durumda işçiler çalışmaktan kaçınma hakkına sahiplerdir. Her ne kadar bu maddede işin durdurulması gibi belirli prosedüre tabi tutulan eylemler varsa da bugünkü ciddi risk durumunda işçiler bakımından söz konusu prosedürün işletilmesi gerekmeyeceği inancındayız. Çalışmaktan kaçınma hakkı fiilen uygulamaya konulabilir.
Uluslararası sözleşmeler
Ulusal düzeydeki yasal düzenlemelerin yansıra Türkiye’yi de bağlayıcı bazı uluslararası sözleşmelere bakmakta yarar var. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) düzenlenen yaşam hakkına ilişkin düzenleme bugün işçi sınıfı için geçerli bir güvence taşıyabilecektir. İşçiler, hiçbir sağlık ve güvenlik tedbiri alınmadan, sıkışık iş alanlarında, servislerde, asansörlerde, yemekhanelerde adeta bu salgına yakalanmaya gönderilmektedirler. Bir aileleri olduğu gözetilmeden, yaşam riskleri olduğu dikkate alınmadan işyerlerine gitmekte/gönderilmektedirler. Ve AİHS Türkiye tarafından imzalanmıştır, sözleşmeyi imzalayan devletler sözleşmeyle güvence altına alınan haklar kapsamında her türlü tedbiri almak durumundadırlar. Bu tedbir devlet tarafından alınmıyorsa, işçiler sözleşmeyle güvence altına alınan yaşam hakları kapsamında bireysel ya da kolektif olarak iş bırakabilirler. Şu ana kadar bu yönde bir gelişme olmamakla birlikte, sendikalar bu kapsamda genel grev çağrısı yapabilirler.
ILO’nun 155 no’lu iş sağlığı ve güvenliği ve çalışma ortamına ilişkin sözleşmesi
Uluslararası anlamda bazı ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) sözleşmeleri de işçilere belirli düzeyde haklar tanımaktadır. Özellikle 155 No’lu İş Sağlığı ve Güvenliği ve Çalışma Ortamına İlişkin Sözleşme işçilere belirli dayanak noktaları sunmaktadır. Bu sözleşme Türkiye’nin altında imzası bulunması sebebiyle devleti de bağlamaktadır.
Sözleşmenin 13. Maddesinde; “Sağlığı ve hayatı için ciddi ve yakında vaki olmasından korktuğu tehlike nedeniyle, haklı bir gerekçeyle, işinden uzaklaşan bir işçi, işinden uzaklaşması nedeniyle olabilecek uygunsuz sonuçlara karşı ulusal koşullar ve uygulamayla uygun bir şekilde korunacaktır…” denilerek devletlere bir sorumluluk yüklenmektedir. Bu madde özetle, ortada bugünkü gibi işçiyi endişelendiren riskli bir durum varsa, işçi işinden/işyerinden uzaklaşabilir demektedir. Ve devletler, işçinin bu haklı endişesi karşısındaki eylemi nedeniyle zarar görmemesi için gerekli tedbirleri almalıdır. Aksi durum sözleşmenin ihlali demektir.
Sözleşmenin 19. Maddesinde ise; “Bir işçi, hayatı ve sağlığı için ciddi bir tehlike oluşturduğuna ve yakında vaki bulacağına haklı gerekçelerle inandığı herhangi bir durumu, derhal bir üstüne rapor eder ve işveren bu durumun giderilmesi için gerekli önlemi alıncaya kadar yaşam ve sağlık için ciddi tehlike oluşturmaya devam eden çalışma alanına işçilerin dönmesini isteyemez…” denilerek yine dolaylı yoldan devletlere bir sorumluluk yüklenmektedir. Bu maddeyi güncel somut duruma uyarladığımızda, ölümcül tehlike yaratan koronavirüs salgını işçiler açısından bir iş bırakma ve grev sebebi olabilecektir. İşverenler bu sorun giderilene kadar işçileri çalışmaya zorlayamaz.
Aynı ILO Sözleşmesi’nin 21. Maddesine göz atıldığında, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na da bu sözleşmeden geçirildiğini düşündüğümüz bir düzenleme karşımıza çıkmaktadır.
İlgili maddede; “İş güvenliği ve sağlığına ilişkin önlemler, işçilere herhangi bir mali yük getirmeyecektir…” ifadelerine yer verilmiştir. Bu düzenlemenin işçiler bakımından ne anlama geldiği tartışılabilir. Ancak bizce madde şu şekilde yorumlanmalıdır. Eğer bir işçi işyerinde alınacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri nedeniyle çalıştırılamıyorsa, işçi bu süreci ücretsiz izin şeklinde geçirmeyecektir. Sonuç itibariyle korona salgınından kaynaklanan işin durması vs. tedbirler işçileri mali olarak daha zor bir noktaya taşımamalıdır. Dolayısıyla işverenler işçileri ücretsiz izin talebine zorlayamaz. Bu önlemler, işçinin mali haklarını zedeleyemez. Bu nedenle pratikte ortaya çıkan ücretsiz izin uygulamaları ulusal ve uluslararası kurallara aykırıdır.
Telafi çalışması sorunu
Ülkemiz işçi sınıfı açısından bu sürecin sonunda ciddi bir sorun daha gündeme gelecektir. Gerek iş yasasının çıkarılması sürecinde gerekse daha sonraki süreçte sendikaların ciddi bir direniş ya da mücadele gösteremediği ve liberal çalışma düzeninin esnek çalışma modellerinden olan ‘telafi çalışması’ yaşam normale döndüğünde işçi sınıfının en büyük dertlerinden olacaktır. Bugüne kadar fabrikalarda lokal düzeyde uygulanan bu ücretsiz çalışma biçimi, patronlar tarafından hükümetin de tam desteğiyle tüm ülke düzeyinde dayatılacaktır. İşçiler kendi aralarında buna ‘borçlanma çalışması’ ismini takmışlardır. Özellikle tekstil sektöründe yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Peki nedir telafi çalışması, işçi sınıfı için ne anlam ifade ediyor?
Telafi çalışması, 1475 Sayılı İş Kanunu’nda olmayan ancak 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 64. maddesinde patronların bir kazanımı olarak gündeme giren esnek bir çalışma modelidir. Buna göre, işyerinde zorunlu nedenlerle işin durması, işyerinin tatil edilmesi ve benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile (bu nedenle işçiler dayatmayla da olsa izin talebi içeren bir belgeyi imzalamamalıdır) kendisine izin verilmesi hallerinde, işverenler çalışılmayan bu süreler için 2 ay içerisinde telafi çalışması yaptırabilecektir. Yasal düzenlemeye göre telafi çalışması, normal mesainin üstüne günlük en çok üç saat olabilecektir.
Burada işçi sınıfını esas ilgilendiren kısım, yasal düzenlemenin devam eden diğer cümlesidir. Devam eden cümlede, telafi için yapılan çalışmaların fazla mesai ya da fazla sürelerle çalışma sayılmayacağı ifade edilmektedir. Bu demektir ki, işçi sınıfı hem bu zor günlerde ücret almadan işsiz bırakılıp açlığa ve daha da yoksulluğa terkedilecek, hem de çalışmaya başladığında patrona fazladan ve ücret almadan aylarca çalışacaktır. Katmerlenmiş sömürü çarkı bir kere daha işçi sınıfını ezecek, patronları zenginleştirecektir. Öyle ki son sermayeye destek paketi kapsamında ve patronların isteğiyle, iş kanunundaki 2 ay içerisinde ifadesinin 4 ay olarak değiştirilmesi gündeme gelmiştir. Dolayısıyla katmerli sömürü sisteminin kullanılabilmesi için süre daha da uzatılacaktır. Fazla çalışma ücretini ortadan kaldıran, işçiyi patron daha fazla kar etsin diye çalışmaya zorlayan bu düzenlemeye karşı öyle görünüyor ki, işçi sınıfı sendikalarının ya da örgütlerinin mücadele başlatmaları aciliyet taşımaktadır. Telafi çalışması patronların yararınadır.
Sonuç:
Ücretsiz izin dayatması ve uygulaması yasal ve hukuki değildir!
Zorunlu ücretsiz izin dayatması işten haksız şekilde çıkarma anlamına gelir. Patronlar bu durumda kıdem ve ihbar tazminatı başta olmak üzere işçilerinin diğer tüm haklarını ödemek durumundadır. İşçi bu durumda işe iade davası da açabilir.
Bu çalışılmayan süre yıllık izinlerden düşülemez. İşçilerin talebi olmadan yıllık izin kullandırılamaz. Bu durumda talep edilmesi gereken, yıllık izinden sayılmayan ücretli izin hakkıdır.
Bu tür işçi sağlığı ile ilgili durumlarda işçiler sözleşmeyi haklı nedenle feshetme hakkına sahiplerdir. Bu durumda en az bir yıl kıdemleri varsa kıdem tazminatı da talep edebileceklerdir.
Telafi çalışması kaldırılmalı ve işçiler tarafından kabul edilmemelidir.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği bakımından tedbir almayan işverenler, ileride ortaya çıkacak olumsuz durumlar nedeniyle hem cezai hem de hukuki sorumlulukla karşı karşıya kalabileceklerdir. Bir işçi bu nedenle sağlığını kaybedecek olursa bu durum iş kazası olarak değerlendirilebilecektir.