Koronavirüs ve ABD-Çin rekabeti

İki dev küresel güç arasında süren hegemonya mücadelesi, son yıllarda ticaret savaşlarıyla devam ediyordu. Birçok alanda karşı karşıya gelen iki ülke arasında yeni bir çatışma alanı ortaya çıkmış, koronavirüs iki süper güç arasındaki çatışmada yeni bir silah haline gelmiş bulunuyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 03 Nisan 2020
  • 08:07

Hızla yayılmaya devam eden küresel bir salgının adeta dünyayı kasıp kavurduğu bir süreçte, ABD ve Çin arasındaki kavga, koronavirüs üzerinden tırmanmaya devam ediyor. Bu iki dünya devi, virüsü kimin yaydığı üzerinden, daha çok da ABD’nin kışkırttığı hummalı bir tartışma yürütüyorlar. Son yıllarda iki ülke arasında özellikle de “ticaret savaşları” biçiminde devam eden hegemonya kavgası, şimdilerde salgın vesilesiyle sürüyor.

Bilindiği üzere ABD ve Çin arasında karşılıklı hamlelerle şiddetlenen ve Avrupa Birliği’nin yanı sıra öteki başka ülkeleri de içine alan bir “ticaret savaşı” yürütülüyordu. 15 Ocak 2020’de imzalanan bir anlaşmasıyla bu savaşa ara verilmişti. Trump’ın çok önemli bir adım ve “bir dönüm noktası” olarak değerlendirdiği, Çin’in ise memnuniyetle karşıladığı anlaşma, ticari sırlar ve gizli ticari bilgiler ve fikri mülkiyet hakları, piyasa erişimi ve teknoloji transferi, gıda ve tarım ürünleri vb. konuları kapsıyordu. Anlaşmanın ardından ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşının “sona ermesi” ve dünya ticaretindeki gerginliğin de yumuşaması bekleniyordu. Oysa bu sadece geçici bir soluklanmaydı, zira sorunlar yerli yerinde duruyordu. Nitekim koronavirüs üzerinden karşılıklı olarak tırmandırılan gerilimin ardından iki ülke arasındaki krizin yeniden büyüdüğü ve büyüyeceği görüldü.

Bu, G7 ülkelerinin dışişleri bakanlarının video konferans yoluyla yaptıkları toplantıda da kendini gösterdi. ABD burada da koronavirüs salgını kaynağının Çin olduğu şeklindeki tutumunu sürdürdü. Trump yönetiminin adlandırmadaki “Wuhan virüsü”, “Çin virüsü” ısrarı, G7 dışişleri bakanlarının ortak bir açıklama üzerinde anlaşma sağlamasını engelledi. Dolayısıyla ortak bir bildirge yayınlanamadı. Avrupalı bir yetkili G7 üyeleri arasında birden fazla anlaşmazlık olduğunu, ancak “Çin virüsü” ifadesinin en önemli engeli oluşturduğunu ileri sürdü. ABD’nin bu tutumu, küresel salgını yavaşlatmak ve tıbbi malzeme sıkıntısıyla başa çıkmak için uluslararası iş birliğinin gerekli olduğu bir dönemde ara bozucu bir adım olarak değerlendirildi. Çin ise, ABD’ye “salgını siyasallaştırmama” çağrısında bulundu.

ABD ve Çin arasında “virüs savaşı”

Küresel salgın, kartları yeniden karıyor. Amerika korona krizinin merkezi haline gelirken, “ölümleri 100-200 binin altında tutabilirsek bu başarı olur” derken ve çaresizlik içinde kıvranırken, Çin kendisini toparlamış ve salgını geriletmiş olmanın yanı sıra çeşitli ülkelerin güçlü bir yardımcısı konumunda görünüyor. Dahası salgın, ABD’nin küresel konumu ve prestijinin de bu krizden etkilenebileceği gibi düşünceleri ve “Çin Halk Cumhuriyeti dünyanın önde gelen gücü olacak mı?” tartışmasını da şimdiden gündeme taşımış bulunuyor. Çin, ülkelere dayanışma ve hümanizm gösterirken, Amerika Başkanı Trump yeniden “Önce Amerika” sloganını yüceltiyor. Bir ay öncesine kadar, Çin’e ırkçı söylemlerle saldırmakla kalmıyor, her zamanki kibir ve küstahlığıyla virüsle alay ediyor, yalanlar da söylüyordu.

Trump, 22 Ocak’ta hiç endişe etmediğini ve her şeyin kontrolleri altında olduğunu söylemiş ve ülkesini koronavirüs içermeyen bir bölge ilan etmişti. Daha sonra da virüsün Demokratlar’ın “kötü bir şakasından ibaret” olduğunu ileri sürmüştü. Şubat ayının sonunda ise gazetecilere, korona virüsünün yakında “bir mucize olarak kaybolacağını” müjdelemişti. Trump ve yönetimi küstahça dile getirilen bu palavralar eşliğinde Çin’in karşı karşıya kaldığı felaketi Avrupalı dostları ile birlikte elleri ovuşturarak izliyorlardı. Yardım ve dayanışmada bulunmak yerine Çin yönetimine birlikte çullanıyorlardı. Şimdi ise acı bir akıbetle yüz yüze bulunuyor ve halklarına ağır bedeller ödetiyorlar. Zira şeffaf ve erken davranmayıp, gerekli önlemleri zamanında ve en etkili şekilde almadılar.

Yıllardır karşılıklı olarak acı bir ticaret savaşı ve hegemonya mücadelesi yaşayan iki küresel güçten biri olan ABD, salgını Çin’e sert bir şekilde saldırmanın fırsatına dönüştürüyor. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Pekin’i virüsle ilgili bilgileri saklamak ve pandeminin kökenleri hakkında kasıtlı olarak yanlış bilgi yaymakla suçladı. “Çin Komünist Partisi, Wuhan virüs salgınının gösterdiği gibi, sağlığımız ve yaşam tarzımız için önemli bir tehdit oluşturuyor” dedi. ABD’nin Çin’i itham eden açıklamaları artarak devam etti. Cumhuriyetçi Senatör Tom Cotton, yeni tip koronavirüsün Vuhan’daki bir “laboratuvardan” yayılmış olabileceğini iddia etti. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik danışmanı Robert O’Brien, “Vuhan’da baş gösteren salgın, ne yazık ki, en iyi uygulamaları kullanmak yerine örtbas edildi. Bu muhtemelen dünyanın iki ayına mal oldu” açıklamasında bulunmuştu. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Gıng Şuang ise bu açıklamayı “ahlaksız ve sorumsuzca bir tutum” olarak tanımlamıştı.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun “Vuhan virüsü” Trump’ın ise “Çin virüsü” ısrarı devam ederken, ABD Başkanı Trump’ın “Bundan sonra bu virüsü Çin virüsü olarak adlandıracağım” şeklindeki açıklaması, Dünya Sağlık Örgütü tarafından bile “tıp dünyasının bir virüsün ülke veya bölgeyle anılmasına şiddetle karşı olduğu” hatırlatılarak, tepkiyle karşılandı. ABD basınının Çin’i “Asya’nın hasta adamı” şeklinde nitelendirmesi ise gerilime yeni bir boyut kazandırdı.

Bunun karşısında Çin ise, virüsün ABD askerleri tarafından getirildiği iddiasında bulundu. Bu iddiayı, ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Başkanı Robert Redfield’ın ABD’de geçen yıl grip nedeniyle gerçekleşen bazı ölümlerin koronavirüs kaynaklı olabileceğini Temsilciler Meclisi’nde kabul etmesinden hareketle ileri sürdü. Ve “ABD, 34 milyon grip vakası ve buna bağlı olarak 20 bin ölüm bildirdi. Lütfen kaç tanesinin Covid-19’la ilişkili olduğunu söyleyin. Salgını Vuhan’a getiren ABD ordusu olabilir. Şeffaf olun. ABD bize bir açıklama borçlu” şeklinde bir açıklama yaptı.

ABD ve Çin arasındaki “virüs savaşı” medya alanını da kapsayarak devam etti. Trump yönetimi, Çinli gazetecilerin aslında casus olduğunu söyleyerek sınır dışı edilmesini savundu. Böylece ABD’deki Çinli gazetecilerin sayısını 160’tan 100’e düşürdü. Pekin’den gelen cevap ise çok uzun sürmedi. “Çin halkı Çin’e karşı ırkçı açıklamalar ve kötü niyetli iftira yayınlayan medyayı kabul etmiyor” dedi ve Wall Street Journal’dan üç muhabiri kovdu. Böylece Çin Halk Cumhuriyeti’nin yakın tarihinde ilk kez uluslararası bir haber kuruluşundan muhabirler ülkeden kovulmuş oldu.

“Virüs savaşı” ile bir arada ele alındığında gazeteciler için yapılan bu küçük savaşı, buzdağının görünen kısmı olarak düşünmek mümkün. Donald Trump ve Şi Cinping şu anda iki süper güç arasında için için yanan bir çatışmanın ateşine yakıt döküyorlar. İlk başta bir ticaret savaşıydı, salgın döneminde bir virüs savaşı haline geldi.

ABD’nin bozulan, Çin’in “parlayan” imajı

ABD’nin bitmeyen karalama, suçlama ve aşağılama çabalarını ve saldırgan tutumunu, Çin, “Buna öfkeyle karşı çıkıyoruz, ABD’yi Çin’i suçlamaya son vermeye çağırıyoruz” sözleriyle protesto etmiş ve “Uluslararası toplumun birinci önceliği virüsle mücadele için uluslararası iş birliğidir. ABD kendi önceliğine odaklanarak sağlık güvenliği konusunda uluslararası iş birliği için yapıcı rol oynamaya çalışmalı” haklı uyarısında bulunmuştu.

Trump yönetimindeki ABD ise, saldırgan tutumunu sürdürüp gerilimi tırmandırmakla kalmadı, skandallar yaratacak utanç verici bencil çabalar içinde oldu. Trump, daha önce koronavirüs aşısı için çalışmalar yapan Alman biyoteknoloji şirketi CureVac’a aşıyı “sadece ABD’nin kullanımı için geliştirmesi kaydıyla” bir milyar dolar önererek, Alman bilim insanlarını satın almaya çalışmış ve Almanya ile skandal bir gerilim yaşamıştı. Ardından başka bir skandala imza attı. ABD’de koronavirüs salgını giderek büyürken Trump, bu kez de gözünü dünyada koronavirüs için çalışan doktorların tamamına çevirdi. “Kendi ülkelerinizdeki hastaları ve çalışmayı bırakın, ABD’ye gelin” anlamına gelen bir çağrıyı çeşitli rüşvetler eşliğinde yaptı.

Çin ise, Avrupa’da salgının merkezi haline gelen İtalya’ya 300 doktor ve tıbbi malzeme gönderirken, İspanya’ya da 500 bin maske yardımı yaptı. Bununla beraber Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Çin devletinin AB’ye 2 milyon cerrahi maske, 200 bin N95 maske ve 50 bin test kiti bağışlayacağını duyurarak, “Buna minnettarız” açıklamasında bulundu. Çin, 82 ülkeyi test kitleri, ventilatörler ve koruyucu giysilerle destekliyor. Çin’in bu kriz anında attığı bu gibi adımlar ona, kendini küresel liderlik açısından yeniden konumlandırması ve uluslararası imajını toparlaması konusunda önemli avantajlar sunduğu değerlendirmelerine konu oluyor. Bu da ABD’yi ayrıca rahatsız ediyor.

Başlangıçta İtalya’da da Çin’e hakaretler edildi, ulusal bir felakete dönüşen korona virüsü nedeniyle Çin günah keçisi olarak görüldü, gösterildi. Şimdi ise aynı Çin, artık bir kurtarıcı olarak görülüyor. Deutsche Welle’ye verdiği röportajda İtalyan Kızıl Haç sözcüsü Marcello de Angelis, “Çinli uzmanların İtalya’nın acilen ihtiyaç duyduğu çok fazla deneyimi var.” diyerek şöyle devam etti: “Şimdiye kadar Çin salgınlarla mücadelede önemli başarılar elde etti. Bu nedenle Çinli uzmanlarla uluslararası düzeyde çalışmak istiyoruz.” Tanınmış bir İtalyan uzman hekim olan Giuseppe Remuzzi ise, Ulusal Halk Radyosu (NPR) ile yapılan bir röportajda virüsün İtalya’da uzun süre önce yayıldığı yönünde dikkat çeken bir açıklama yapmıştı. Remuzzi, bunun en azından Lombardiya’nın kuzey bölgesinde bulunan virüsün Çin’de herhangi bir salgın olmadan ya da salgını duymadan önce ortaya çıktığı anlamına geldiğini belirtti. Pekin röportajdan elbette ki çok çok memnun.

Çin’in yaptığı yardımın siyasi boyutlarının acil tıbbi desteğin çok ötesine geçtiği açıktır. Çin’in bu tutumu stratejik bir dış politika aracı haline gelmiş görünüyor. Gerisinde ne türden hedeflerin saklı olduğundan bağımsız olarak gösterilen dayanışma, İtalyanların ve uluslararası düzeyde halkların nezdinde sempati yaratmış bulunuyor. Benzer dayanışmayı farklı amaçlar ve hedefler çerçevesinde olsa da Moskova yönetimi de gösteriyor. “Moskova’dan selamlar, Rusya’dan sevgiler” mesajlarıyla yardımlarda bulunuyor. Aynısını Küba’nın devrimci doktorları kendi ifadeleriyle devrimci sorumlulukları çerçevesinde yerine getiriyor. ABD ise gömüldüğü virüs bataklığı içinde rezilce davranışlar göstermeye devam ediyor, başta İtalya olmak üzere Avrupalı müttefiklerini gözden çıkarmış bulunuyor. Avrupa Birliği’nin kendi üye ülkelerine yaklaşımı da benzer biçimde oldu.

İki dev küresel güç arasında süren hegemonya mücadelesi, son yıllarda ticaret savaşlarıyla devam ediyordu. Birçok alanda karşı karşıya gelen iki ülke arasında yeni bir çatışma alanı ortaya çıkmış, koronavirüs iki süper güç arasındaki çatışmada yeni bir silah haline gelmiş bulunuyor.

İLİŞKİLİ HABERLER