Avrupa Birliği emperyalizminin gerçek yüzü

"Uzlaşmacı/naif Avrupa döneminin geride kaldığını” ilan eden AB şefleri, dünya halklarının sahip olduğu zenginlikleri gasp etmek için bir dizi kararlar alıp uygulamaya başladılar. Bu emperyalist haydutlar, dünyanın birçok bölgesinde “barış misyonu, insani yardım” adı altında sömürgeci askeri faaliyetler yürütüyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 29 Haziran 2020
  • 16:49

Kapitalist sistemin krizi ve korona salgını Avrupa’nın büyük tekellerini de krize sürükledi. AB şefleri bu krizden çıkış için yayılmacı saldırgan bir yönelime gireceklerini ilan ediyorlar. AB temsilcileri Josep Borrell ile Thierry Breton 10 Nisan tarihinde yaptıkları yazılı açıklamada, yeni pazar alanlarının ele geçirilmesi yönündeki emellerini açıkça ortaya koydular. 

AB Komisyonu Başkan Yardımcısı, AB Dış̧ İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile Komisyon'un İç Pazar ve Savunma Sanayisinden Sorumlu Üyesi Thierry Breton birer makale yayınladılar. Alman Die Welt gazetesinde yayımlanan makalelerde “uzlaşmacı-naif” Avrupa döneminin geride kaldığı, günümüz dünyasında “erdemli bir yumuşak güç̧ tavrının” yeterli olmadığı vurgulandı. AB'nin bu “yumuşak gücün sert güç̧ içeren bir boyutla ikame edilmesi gerektiğini” vurgulayan komisyon üyeleri, bunun "askeri kabiliyetler ve acilen ihtiyaç̧ duyulan güçlendirilmiş̧ bir Avrupa savunma siyaseti ile sınırlı olmadığını” belirttiler.

Borrell ve Breton, “Avrupa'nın nüfuz kurma, kendi dünya görüşünü benimsetme ve çıkarlarını savunma noktasında güçlü bir görünüm sergilemesi gerektiğini” belirterek, "Avrupa'nın kendi değerlerini ve çıkarlarını koruyabilmesi için müşterek kabiliyetlerini güçlendirmesi gerekiyor" dedi.  Makalede, siber güvenlik, insansız hava araçlarının (İHA) kullanımı ve kuantum teknolojisine atıfta bulunularak AB’nin güvenlik ve savunma politikalarında "stratejik özerkliğini" güçlendirmesi gerektiği görüşüne yer verildi. (Aktaran Deutsche Welle Türkçe)

Birlik temsilcileri tarafından yapılan bu açıklama kapitalist tekellerin ve onların hizmetindeki sermaye devletlerinin krize çözüm planlarının, içeride işçi ve emekçilere karşı dizginsiz sosyal saldırılar dışarıda ise emperyalist haydutluk olacağının açık ilanıdır.

Kriz Avrupa Birliği’ni sarsıyor

2015 yılından beri inişli çıkışlı bir seyir izleyen AB ekonomisi otomobil, elektronik, makina üretimi, kimya, metal gibi temel sanayi kollarında ağır bir resesyona girdi. Korona salgını bu sorunu daha da derinleştirdi. Avrupa Birliği Ekonomi Komiseri Paolo Gentiloni, Brüksel’de gazetecilere yaptığı açıklamada, “AB’nin tarihinin en büyük resesyonuna girdiği artık son derece açık” diyerek bu soruna işaret etti. Salgının vurduğu Avrupa’da ekonomik faaliyetlerin bir gecede üçte bir oranında düştüğünü söyleyen Gentiloni, krizin en çok istihdam alanını vurduğunu ve işsizlik oranının yüzde 7’den yüzde 10'lara yükseldiğini dile getirdi.

Tarihsel olarak kapitalizmin her krizinde, ortaya çıkan ve milyonlarca emekçiyi sefalete sürükleyen işsizlik sorunu resmi verilerin tersine çığ gibi büyümektedir. AB’nin Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya gibi gelişmiş kapitalist ülkelerinin işçi ve emekçileri işsizlik başta olmak üzere yoğun bir saldırı ile karşı karşıyadır. Örneğin 2018 sonbaharında Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) tarafından yapılan bir araştırmada, Alman otomobil sanayisinde üretimin hızlı bir şekilde Elektro-Mobile dönüştürülmesinden dolayı 600.000 kişilik istihdam alanının yok olacağı, yedek parça tedarikçilerinin ise çoğunun iflas edeceği belirtilmişti.

Bu öngörü, şimdi gerçekleşmeye başladı. Fransız otomobil üreticisi Renault tasarruf amacıyla dünya genelinde 15 bin çalışanını işten çıkaracağını duyurdu. İşten çıkarılacak çalışanların 4 bin 600'ü Fransa'dan. Geri kalanların ise şirketin diğer ülkelerdeki üretim merkezlerindeki çalışanlardan olacağı belirtildi. Renault'un işletmelerin 39 ülkede 180 bine yakın çalışanı bulunuyor. Renault Fas ve Romanya'da büyüme planlarını durdurarak, yıllık 4 milyon araç̧ olan üretim kapasitesini gelecek dört yıl içinde 3 milyon 300 bine indirecek.

Alman otomobil devi BMW ise, 6 bin çalışanını işten çıkaracağını, sözleşmeli 10 bin taşeron isçisinin kontratlarını uzatmayacağını ilan etti. Almanya’da Mercedes-Daimler de 10 bin çalışanı işten çıkacağını duyurmuştu. Şimdi ise bu rakamı 15 bine yükselten şirket, sürecin hızlandırılması kararı da aldı. Otomobil yedek parça üreticisi ZF Friedrichshafen 15 bin, Schaeffler ise Avrupa'da 1900 kişiyi işten çıkaracağını açıkladı. Dünyanın en büyük otomobil yedek parça üreticisi olan Bosch'un yan kuruluşu Bosch AS GmbH (direksiyon teknolojisi), en az 2.100 kişiyi işten çıkarmayı planlıyor.

Alman metal sektörü devi olan Thyssen-Krupp da ciddi bir daralma sürecine girmiş bulunuyor. 160 bin çalışanından kaçının işine devam edebileceği tartışmalı. Tekelin sözcüleri tarafından yapılan açıklamalarda radikal bir biçimde tasarrufa gidileceği ve bunun on binlerce kişiyi işsiz bırakacağı dile getiriliyor.

Yanı sıra uçak üreticisi Airbus sözcüleri de 10 bin işçinin işine son verileceğini açıkladı. Lufthansa devletten aldığı 9 milyar Euro yardıma rağmen 9 bin kişinin işine son vereceğini açıklamış bulunuyor. Bu arada en büyük tur operatörü TUI 8 bin kişiyi işten çıkarmayı planlıyor. Frankfurt havalimanı işletmecisi Fraport bünyesinde bulunan 22 bin çalışanın büyük bir kısmının işine son verileceği belirtiliyor.

Bu kervana Almanya'nın en büyük bankalarından olan Deutsche Bank da katılıyor. Banka yönetimi, 2022 yılı sonuna kadar, dünyanın farklı ülkelerinde çalışan 74 bin kişinin işine son verileceğini açıkladı. En büyük Alman mağaza grubu Galeria-Kaufhof ve Karstadt ise, 170 şubesinin neredeyse yarısını kapatmaya hazırlanıyor. Burada çalışanlardan 25 bin emekçinin işine son verileceği kesinleşti.

İG Metal sendikasının işten atmalar konusunda yaptığı bir araştırmaya göre, Avrupa çapında otomobil sektörüne yedek parça üretimi yapan 270 şirketin bünyesinde çalışan 80 binden fazla işçinin-emekçinin artık hiç bir iş güvencesi kalmamıştır. Bu rakamların olası ikinci bir korona salgını şartlarında ikiye, üçe katlanacağı, ekonomi araştırma kurumları tarafından dile getiriliyor.

Sendikal bürokrasi sermayeyle suç ortaklığı yapıyor

Sendikal bürokrasiyi de arkasına alan Avrupalı kapitalist tekeller, krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetebilmek için yoğun bir saldırı kampanyası başlattı. İG Metal sendikasına üye olan ve BMW, VW, Mercedes ve Audi bünyesinde farklı komisyonlarda çalışan bu bürokratlara sadece 2019 yılında 6 milyon Euro’dan fazla ödeme yapılmış. VW MAN'da iş yeri temsilcisi Stimoniaris'e 482.000, IGM şefi Hofmann'a 289.000, Bernd Osterloh'a 387.000 ve Audi işçi temsilcisi başkanı Peter Mosch'a (komisyon çalışmaları karşılığında) 579.800 Euro ödenmiştir. Mercedes işçi temsilcisi başkanı Brecht 499.000, IG Metal bölge temsilcisi Roman Zitzelsberger ise 236.000 Euro ücret almaktadırlar. Yine BMW işçi temsilcisi Manfred Schoch ve Stefan Schmid için komisyonlardaki çalışmaları karşılığında her birine 430.000 Euro maaş ödenmektedir.

Her biri, yukarıdaki temel sanayi kollarında “işçi temsilcisi” olarak çalışan ve yüksek ücretler karşılığı satın alınmış olan bu ihanet çeteleri eliyle işçi sınıfı bütün mücadele silahlarından arındırılmaya çalışılıyor.

AB emperyalizmi krizin faturasını dünya halklarına ödettirmek istiyor

"Uzlaşmacı/naif Avrupa döneminin geride kaldığını” ilan eden AB şefleri, dünya halklarının sahip olduğu zenginlikleri gasp etmek için bir dizi kararlar alıp uygulamaya başladılar. Bu emperyalist haydutlar, dünyanın birçok bölgesinde “barış misyonu, insani yardım” adı altında sömürgeci askeri faaliyetler yürütüyor. Örneğin AB işgal orduları, Doğu Akdeniz'de İRİNİ adı altında askeri operasyonlara başladı.

27 AB üyesi devlet Şubat ayının ortasında İRİNİ misyonuna karar vermiş̧, bu karar Mart sonunda uygulanmaya başlamıştı. Tepeden tırnağa silahlandırılmış uçak, gemi ve keşif araçları ile sürdürülen bu misyon, güya silah ambargosuyla ilgili ihlalleri saptayacak ve Libya’ya silah taşıdığından şüphelenilen gemileri durdurup arayacak.

Gerçekte ise bu misyonla AB ve Alman hükümeti, Libya kıyısı açıkları ile Doğu Akdeniz’deki zengin doğalgaz rezervlerinin yağmasından alacağı payı büyütmeye ve güvence altına almaya çalışıyor. Bu hamleyi yapan AB, aynı zamanda bölgede güç bulunduran Türkiye ve Rusya’nın alanını daraltmayı ve yeni Afrika kapışmasının ön safında yer almayı planlıyor. AB emperyalizmi insani gerekçeler adı altında başlattığı bu misyonla savaştan harap olmuş̧ Libya’nın yağmalanmasında büyük bir pay alabilmek için ön hazırlığını yapmaktadır.

Berlin Konferansı’ndan ve AB’nin İRİNİ misyonunu başlatma kararından bu yana Libya’da çatışmalar daha da tırmanmıştır. BM’ye göre ateşkes, Ocak’tan beri yaklaşık 900 kez ihlal edilmiş̧ ve binlerce ton silah deniz, hava ya da kara yoluyla Libya’ya taşınmıştır. Gerçek bu iken, Almanya dışişleri bakanı Maas’ın bu misyonu “Artık bu silah ambargosunu daha iyi denetlemeye denk düşen araçlar yaratıyor olmanın” ve Almanya’nın “dünyada daha fazla sorumluluk” üstlenmesinin bir örneği olarak tanımlaması ise kaba riyakarlıktır.

Bu “sorumluluğun” insani amaçlarla hiçbir ilişkisi yoktur. Bunun bir “barış̧” ya da “istikrar” misyonu olduğuna ilişkin resmi propagandanın arkasında kapitalist tekellerin çıkarlar yatmaktadır. Ateşkesin ve silah ambargosunun sürekli ihlal edilmesi, Avrupa Birliği'ne Libya'daki çatışmalara daha fazla askeri kuvvetle müdahale etmek için uygun bahaneyi sağlamaya hizmet ediyor.

AB tarafından “insani gerekçeler” yalanı ile gizlenen İRİNİ misyonu, Doğu Akdeniz'deki zengin doğal gaz ve petrol yatakları üzerinden sürdürülen talan ve ganimet kavgasından pay kapma hazırlığından başka bir şey değildir. Almanya ve Avrupa, Doğu Akdeniz’e sınırı olan ve zengin enerji kayaklarına sahip olan Libya ve Afrika’da etki alanını genişletmeye çalışıyor. Alman parlamentosundaki bir oturumda Hristiyan Demokratlar’ın grup başkan vekili Johann David Wadephul, milletvekillerine şunları söylüyordu: “Bayanlar ve baylar, Orta Afrika’da, Sahel bölgesinde istediğimiz kadar çaba gösterebiliriz. Eğer Libya’da güvenliği sağlayamazsak, bütün bir Afrika kıtasında durumu kontrol altına alamayız.”

Öte yandan, Libya'ya silah ambargosu uygulanması için Berlin'de ‘Libya konferansı’ düzenleyen Almanya, Türkiye dahil çatışmalarda taraf olan ülkelere 331 milyon Euro değerinde silah ve teçhizat satışına onay verdi. 20 Ocak-3 Mayıs tarihleri arasında Mısır'a 308 milyon 200 bin Euro değerinde silah ve teçhizat ihracını onayladı. Aynı dönemde Türkiye’ye 15 milyon 100 bin Euro, Birleşik Arap Emirlikleri'ne ise 7 milyon 700 bin Euro değerinde silah ve teçhizat ihracına izin verildi. Almanya, birbiriyle çatışan taraflara aynı anda silah satıyor.

Berlin Konferansı’nı güya Libya’daki çatışmaların sona erdirilmesi için toplamışlardı. Bu konferansa ev sahipliği yapan Almanya’nın Libya’da çatışan taraflara yapmış olduğu silah satışı kaba bir ikiyüzlülükten başka ne olabilir?

Kapitalizmin korona salgını ile birlikte bir sistem sorununa evrilmiş olan krizi, aynı zamanda bu sistemin bütün bir insanlığın geleceğini nasıl yok etmekte olduğunu da açığa çıkartmıştır. Her anlamıyla insanlığa yabancılaşmış, tarihsel anlamda ömrünü doldurmuş ve her türden kötülüğün kaynağı olan bu özel mülkiyet sistemi ortadan kaldırılana kadar insanlık, doğa ve üzerinde yaşadığımız yeryüzü tehdit altında kalacaktır.  

“... Sürecin toplam tablosu, kapitalist dünya sisteminin bu türden toplumsal felaketlerin yalnızca temel kaynağı değil, fakat üstesinden gelebilmenin de asıl engeli olduğunu gözler önüne serdi. Kapitalizm için aslolanın insan, onun temel maddi ve kültürel ihtiyaçları değil fakat yalnızca kar ve özel çıkar olduğu görüldü. Bir salgın döneminde bile kapitalist hükümetlerin politika ve tercihlerini belirleyenin, hiç de genel toplum sağlığı değil, fakat yalnızca kapitalist tekellerin, bankaların ve şirketlerin çıkar ve ihtiyaçları olduğu ibretle izlenir hale geldi.

Bu açık gerçeğe rağmen, tüm ülkelerde sermaye sınıfının, salgının kapitalist ekonomiye etkilerini işçi sınıfına ve emekçilere fatura etmeye yöneleceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Bu ise sistemin temel çelişmelerinden biri olan emek-sermaye çelişkisinin kaçınılmaz biçimde daha da keskinleşmesi sonucunu doğuracaktır. Bunun sınıflar mücadelesi planında hangi sonuçlar doğurabileceğini ise, her ülkede ve genel olarak dünyada bir dizi karmaşık etkene sıkı sıkıya bağlı bu süreci ancak yaşayarak görebileceğiz.

Benzer nedenlerden dolayı önümüzdeki dönemde emperyalizm ve ezilen halklar arasındaki çelişme de yeni bir düzeyde keskinleşecektir. Zira her bir ülkede işçi sınıfına ve emekçilere ödetilecek çok yönlü faturayı, dünya genelinde emperyalist güç odaklarınca güçsüz ülkelere ve dolayısıyla ezilen halklara dayatılacak politikalar tamamlayacaktır. Halklar yalnızca iktisadi ve sosyal saldırıların değil, siyasal ve kültürel gericiliğin, emperyalist saldırganlık ve savaşların yaratacağı yeni yıkımların sonuçlarıyla da yüz yüze kalacaklardır...”  (Pandemi ve sosyalizm / TKİP Merkezi Yayın Organı EKİM Sayı: 322)