Rus emperyalizminin, Ukrayna’nın NATO üssü olmasını engellemek için başlatmak zorunda kaldığı savaş, küresel düzeyde militarizmi azdırmanın gerekçesi haline getirildi. “Beyin ölümü gerçekleşti” tartışmalarına konu edilen emperyalist savaş aygıtı NATO yeniden canlandırıldı, savaş harcamaları devasa düzeyde arttırıldı. Rakip emperyalist güçler arasındaki mücadele sertleşti. ABD ve NATO’nun savaşa, saldırganlığa ve kışkırtmalara dayalı politikaları yeni düzeyde tırmandırıldı. Ukrayna’daki savaşın kışkırtıcısı ve nükleer tehditin baş sorumlusu ABD ve NATO, savaşa benzin dökerek Ukrayna’yı Rusya için bir bataklığa dönüştürmek istiyor. Bu ise savaşın uzaması anlamına geliyor.
ABD’nin başını çektiği emperyalist cephe bir yandan Ukrayna’yı silahla donatıp paraya boğuyor, öte yandan NATO’yu genişletme politikasını sürdürüyor. Neonazileri ve Ukrayna ordusunu eğitiyor, paralı askerler gönderiyor ve Rusya sınırına yakın bölgelerde askeri tatbikatlar düzenliyor. Bu ve benzeri adımlar, NATO ile Rusya arasında olası bir savaş riskini artırıyor. Bu da insanlığın ve gezegenimizin savaş ve nükleer bir yangınla tehdit edildiği anlamına geliyor. Zira, aşılamayan bunalım, emperyalistler arası sertleşen hegomonya ve paylaşım mücadelesi, sistemin şiddete ve savaşa dayalı doğası bu tehlikeyi hep barındırıyor.
Genişleyen NATO ve ABD
Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından “beyin ölümü gerçekleşti” denilen NATO, Ukrayna savaşı vesilesiyle yeniden “dirilmiş” görünüyor. Yanı sıra genişleme politikasını sürdürüyor. Finlandiya’nın NATO’ya katılacağını açıklamasından sonra, İsveç de savaş paktına katılacağını duyurmuştu. Finlandiya hükümeti, NATO’ya katılmaya karar verdiği günü “tarihi bir gün” olarak tanımladı. NATO şefi Jens Stoltenberg de Finlandiya’nın üyeliğinin “pürüzsüz ve hızlı” olacağını söyledi.
İsveç’in de kısa sürede NATO üyeliğine başvurması bekleniyor. İsveç’in bölgede NATO’ya katılmayan tek ülke olması durumunda güvensiz olacağını iddia eden başbakan Magdalena Andersson, başvuru sürecini Finlandiya ile parelel yürütmek istediklerini belirtti.
30 üyesi olan NATO’nun Finlandiya ve İsveç’i henüz fiili olmasa da üyeliğe aldığı kabul ediliyor. Ukrayna, Gürcistan, Moldova, Ermenistan ve Azerbaycan’ın ise üyeliği hedefleniyor. Bu yayılmacılığının gerisinde ilgili ülkelerin “ulusal güvenliği” değil, başka şeylerin yanı sıra Rusya ve Çin’e karşı cepheyi genişletme hesapları var. Pentagon tarafından “21. yüzyılın en büyük stratejik tehdidi” ilan edilen Çin ile “Küresel etkisini artırmaya ve yıkıcı rol oynamaya kararlı düşman” olarak tanımlanan Rusya, ABD’nin hedefindeki düşman güçlerdir. Dolaysıyla ABD, Çin ve Rusya’nın yükselişlerini önlemek, bu iki rakip güç karşısında yaşadığı gerilemeyi durdurmak istiyor.
Rusya’nın Ukrayna’daki “saldırganlığına” karşı bir “savunma” olarak gerekçelendirilen iki ülkenin NATO üyeliği, ABD ile AB’nin Rusya’ya karşı yürüttüğü provokasyona yeni boyutlar eklemiş, yeni “savaş cepheleri” açma ihtimalini yükseltmiştir. Zira ABD ve batılı emperyalistler tarafında NATO üyeliğine baskıyla “ikna edilen” bu iki ülke, Rusya’ya karşı savaş cephesine katılmış durumdalar. Bir dönem ABD Kara Kuvvetleri’nin Avrupa komutasını yürütmüş olan emekli korgeneral Ben Hodges, coğrafi olarak da Finlandiya’nın NATO’nun savunması noktasında çok önemli bir boşluğu doldurduğunu savunuyor ve Rusya ile birliğin sınırını iki katına çıkaracağına dikkat çekiyor. Bu, NATO’nun Finlandiya ile Rusya arasındaki 1.300 kilometrelik sınıra dayanması anlamına geliyor.
ABD-NATO tarafından yapılan bu küstahça hamle, Rusya tarafından tehdit olarak algılandı. Rusya Dışişleri Bakanlığı, Moskova’nın “ulusal güvenliğine yönelik tehditleri durdurmak için hem askeri-teknik hem de başka türlü misilleme adımları atmaya mecbur olduğunu” açıkladı. Çin yönetimi ise, NATO’nun İsveç ve Finlandiya’ya doğru genişlemesini dünya barışı için bir tehdit olarak değerlendirdi.
Batılı emperyalistler arası bütünlüklü uyum mu?
Ukrayna’da yaşanan savaşın emperyalist rekabetin bir ürünü olduğu ve ABD önderliğindeki NATO ile Rusya arasında yaşandığı açıktır. Biden yönetimi, Ukrayna savaşını aynı zamanda Avrupa’yı yeniden ABD kontrolüne alarak kendi küresel çıkarlarına tabi kılmak için de kullanıyor. “Rus saldırganlığına” karşı “Avrupa’nın güvenliğini koruma” yalanıyla, batılı emperyalistlerin kendi etrafında kenetlenmesini sağlamış görünüyor. “Ortak çıkarlar” etrafında böyle bir görüntü oluşsa da, gerçekte rekabet ve çatışma içindedirler.
Emperyalist sistemin iç bölünmesi ve rekabeti bir hegemonya bunalımına dönüşmüş durumdadır. ‘90’lı yıllardan itibaren, ABD’nin hegemon gücünün zayıflamasına paralel olarak emperyalist dünyanın kendi içindeki bölünme ve çatışmalar derinleşmekte, ABD’nin karşısında yükselen yeni emperyalist güç odakları durmaktadır. Merkezinde Almanya ve Fransa’nın olduğu AB de bunlardan biridir. Emperyalist güçler arasında pazarlar ve iktisadi nüfuz alanları üzerine süren rekabet ve çatışmalar şiddetlenerek sürmektedir. ABD, AB ve öteki emperyalist güçler uzun süredir kıyasıya bir rekabet içindedirler.
Dolayısıyla emperyalistler arası “uyum” dönemi kapanmıştır. Bu, batılı emperyalistler için de geçerlidir. Bir dizi çıkarın örtüşüyor göründüğü durumlarda bile çelişkiler çeşitli biçimlerde dışa vuruyor. “Rus düşmanlığı” ekseninde AB’yi kendi etrafında saf tutmaya zorlayan ABD, tüm çabalarına rağmen, AB’li emperyalistler karşısında eski konumunu koruyamıyor. Aralarındaki çıkar çatışmaları giderek büyüyor. Ukrayna savaşı vesilesiyle ABD, NATO ve AB arasında görülen “uyum” verili koşulların ürünüdür. NATO genişlemesinin bir sorun alanına dönüşüp oluşan bütünlüğü parçalaması da muhtemeldir.
Türkiye’nin kirli hesapları
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınması planlarına yönelik eleştiriler, başka ülkelerin yanı sıra Türkiye’den de geldi. Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak diğer ülkelerin katılım başvurularını veto etme hakkı olduğundan, bu durum İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımı bakımından önem kazanıyor. Erdoğan, iki ülkenin NATO’ya katılımı konusunda “olumlu bir düşünce içinde” olmadıklarını söylemiş, bu ülkelerinin “terör örgütleri için bir nevi misafirhane” olduğunu, “teröristler”in parlamentoda yer aldıkları iddia etmişti.
NATO üyesi ülkelerin dışişleri bakanları toplantısına katılan Mevlüt Çavuşoğlu ise, toplantı sonrası yumuşak bir tonla, NATO’nun “açık kapı” politikasını desteklediğini belirtti ve Erdoğan’nın açıklamalarını hatırlattı. “İki ülkenin, PKK/YPG terör örgütüyle ve mensuplarıyla yaptığı görüşmeler ve özellikle da İsveç’in yaptığı silah yardımı dahil tüm rahatsız olduğumuz konuları, neden karşı olduğumuzu gayet açık bir şekilde” ortaya koyduk dedi.
Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere Türkiye, NATO’daki veto kartıyla, İsveç ve Finlandiya’yı, “misafir” ettiği “terör örgütleri”ne karşı tutum almaya zorlamak istiyor. Aynı tutumu, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) konusunda ABD’den de beklediğini belirtmiş oluyor. ABD’nin SDG’ye süren desteğinin yanı sıra, Suriye’nin kuzeydoğusunu yaptırımlarından muaf tutan kararı da, Türkiye’ye ABD ile pazarlık yapma fırsatı vermiş görünüyor. Yanı sıra ABD ve AB’yi daha bir dizi konuda pazarlığa çekerek taviz koparmaya çalışıyor. Erdoğan içerde uyguladığı her türlü kirli ve zorba politikalara da rıza almak istiyor. Dolayısıyla veto kartını, iç politikanın temel başlıklarından biri olarak kullanmayı amaçlıyor.
Hemen her şeyi kirli pazarlıkların konusu yapmak Erdoğan rejiminin değişmeyen çizgisidir. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini de pazarlık masasına yatırdı. Fakat o, pazarlıkla birşeyler koparmayı deniyor, yoksa veto etme niyeti ya da şansı görünmüyor. “Libya’da NATO’nun ne işi var” diyen Erdoğan’dı. Hemen ardından İzmir’i Libya’yı yakıp yıkan savaşın merkezi haline getiren de o oldu. Erdoğan’nın itiraz edip de onay vermek zorunda kalmadığı birşey yok gibidir. Bunu Finlandiya ve İsveç örneğinde de yineleyecektir. Nitekim NATO Genel Sekreteri Stolenberg’in, “Ankara, İskandinav ülkelerinin üyelik hedefini engellemek istemediğini açıkça belirtti” açıklamasını yapması, AKP-MHP rejiminin alacağı tutum konusunda fikir veriyor.