Bir tarafında ABD ve batılı emperyalist güçlerin, diğer tarafında ise Rus emperyalizminin yer aldığı Ukrayna savaşı müzakereler eşliğinde devam ediyor.
Bizzat ABD’nin çok yönlü müdahale ve kışkırtmaları ile Ukrayna krizinin savaşa dönüşmesinde ise NATO kritik bir konumda yer alıyor. Sadece krize neden olan “genişleme” ve Rusya’yı çevreleme politikası üzerinden değil. Bununla birlikte NATO Ukrayna krizinde daha en başından itibaren etkin bir faaliyet içerisinde. Neonazi artıklarının eğitilip donatılmasından Ukrayna’nın militarizasyonuna değin tüm adımların, ABD ve AB emperyalistleri tarafından NATO karargahlarında planlandığından kuşku duymamak gerekiyor.
Kuruluşundan bu yana NATO Batılı emperyalistler tarafından bir savunma örgütü olmaktan çok açık bir emperyalist saldırı, savaş ve iç savaş örgütü olarak kullanılıyor. Siyasal gelişmelerin, dünya olaylarının ve tarihsel dönemin gerekleri üzerinden NATO’nun misyonları da farklı görünümler alarak devam ediyor.
Emperyalist dünyada yeni dönem ve NATO
NATO daha kuruluş aşamasında, Sovyetler Birliği’ni kuşatma, sosyalist gelişmenin önünü alma, toplumsal mücadeleleri ezme hedefiyle hareket ederken, kendisini emperyalist kampın “savunulması” misyonu üzerinden gerekçelendiriliyordu. Bu bağlamda salt “Sovyet tehdidi” değil, emperyalist ülkelerde gelişen toplumsal mücadelelere müdahale de NATO’nun sorumluluk alanında idi. Tarihi boyunca birçok ülkede toplumsal mücadelelerin bastırılması için gerçekleştirilen provokasyonlarda, faşist darbelerde, bir dizi kirli-kanlı icraata NATO’nun izini görmek mümkündür. Bunun Türkiye’deki en bilinen örneği, bizzat Amerikan emperyalizmi tarafından NATO’nun karanlık odalarında planlanan ve hayata geçirilen askeri faşist darbeler olmuştur.
“Türkiye’de on yıl arayla gündeme gelen her iki faşist askeri darbe de, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, CIA-NATO ikilisinin Kontr-gerilla eliyle uyguladığı icraatın ürünü olmuşlardır. Son elli yıldır ilerici-devrimci muhalefete karşı yürütülen kirli savaşta, CIA-NATO güdümlü Kontr-gerilla ve onun uzantısı faşist paramiliter örgütler, temel önemde bir rol oynamışlardır. 12 Eylül askeri faşist darbesi kuşkusuz birinci elden bir Amerikan ürünü olmuştu. Fakat ilkin, başından itibaren ve halen, NATO demenin büyük ölçüde ABD demek olduğunu unutmamak gerekir. İkinci olarak, bu organik bağdan öteye, 12 Eylül askeri faşist darbesi aynı zamanda dolaysız olarak NATO’nun da bir ürünüdür.” (NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü- 1 / H. Fırat, Kızıl Bayrak, Sayı:14, 13 Nisan 2007)
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte ise yeni bir dönemin kapıları aralandı. Bu gelişmenin emperyalist dünyadaki ilişkilere etki etmesi kaçınılmazdı. Elbette en başta emperyalistler arası hegemonya mücadeleleri bakımından. Zira, düne kadar sosyalizm tehlikesi karşısında ABD egemenliğini koşulsuz tanıyan, bu çatı altında birlikte hareket etmek zorunda kalan emperyalist güçlerin önündeki bir büyük engel ortadan kalkmıştı. Bu yeni durum ve ortaya çıkan yeni dengeler kaçınılmaz olarak emperyalistler arasındaki nüfuz ve egemenlik alanları mücadelesinin önünü açtı. Öte yandan, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve bu zeminde oluşan boşluğun tesisi, Rusya ve Doğu Bloku ülkeleri üzerinde egemenlik mücadelelerinin kızışmasının da önünü açtı. Rusya kapitalizminin ve gerici Rus devletinin henüz kendisini toparlamadan kuşatılıp mevcut konumuna razı edilmesi için atılacak askeri ve siyasal adımlar ise sürecin bir diğer önemli alanını oluşturuyordu. Dahası, Sovyetler Birliği’nin yıkılışı bir bütün olarak emperyalist sistemde “kartların yeniden karılması”nın koşullarını olgunlaştırmıştı.
Bu durum, başta ABD olmak üzere batılı emperyalistler açısından NATO’nun misyonlarının “güncellenmesi” ihtiyacını gündeme getirdi. Bu güncellemenin ne anlama geldiğini, 1999 yılında Washington’da, 2006 yılında ise Riga’da gerçekleştirilen NATO zirvelerine dair yapılan şu değerlendirme açıkça ortaya koyuyor:
“Dünya olayları çerçevesinde önemli bir başka gelişme, yılın sonuna doğru gerçekleşen NATO toplantısında, bu emperyalist saldırı ve savaş örgütünün yeni misyonuna ilişkin olarak benimsenen yeni resmi stratejidir. Bilindiği gibi, hükümet ve devlet başkanlarının katılımıyla gerçekleşen Riga Zirvesi’nde (Kasım 2006), NATO resmen dünya polisi ilan edildi. Dünyanın her yeri, her bölgesi ve ülkesi NATO için artık bir dolaysız taraf olma ve müdahale alanıdır. Benimsenen ‘yeni konsept’ çerçevesinde, bundan böyle bu saldırgan emperyalist ittifak, emperyalist çıkarlarının ya da hesaplarının gerektirdiği her durumda, şu veya bu bölgeye ya da ülkeye müdahale etme hakkını kendinde bulabilecektir…
“NATO’nun dünya polisi misyonunu üstlenmesinde gerçekte bir yenilik yok, zira bu daha kuruluşunun 50. yılında (1999) yapılan Washington Zirvesi’nde ilan edilmişti. Kosova bahane edilerek Yugoslavya’ya karşı yürütülen emperyalist yıkım savaşı da bunun ilk önemli uygulaması olmuştu. Böylece NATO herhangi bir iç soruna dolaysız olarak müdahale edebileceğini, bu çerçevede gerekirse savaşa da girişebileceğini ve işgal gücü olarak hareket edebileceğini göstermiş oluyordu…” (Yeni bir yılın başında dünya, Ortadoğu ve Türkiye, Ekim, Sayı: 246, Şubat 2007 / Parti Değerlendirmeleri 3, Eksen Yayınları, s.27-30)
Ukrayna savaşı ve NATO
Ukrayna krizini derinleştirmek için elinden geleni yapan NATO, savaşın dördüncü haftasında “Liderler Zirvesi” adı altında bir toplantı gerçekleştirdi. NATO tarafından “NATO tarihinin en önemli görüşmelerinden biri” olarak tanımlanan zirvede, “Bir neslin gördüğü en büyük güvenlik krizi” vurgusu öne çıkarılarak, NATO bileşenlerinin daha güçlü bir temelde birleştiği mesajları verildi. Zirvenin asıl sonucu ise, Ukrayna savaşını daha da derinleştirmeye dönük NATO’nun doğu kanadındaki askeri yığınağın arttırılması, Ukrayna’ya destek adı altında silah sevkiyatının aralıksız devam ettirilmesi vb. kararlar oldu.
Zirvede kapalı kapılar ardında daha ne gibi kirli-kanlı planlar yapıldı bilinmiyor, bunları gelişmelerin seyri ortaya koyacak. Lakin, Ukrayna’yı yıkıma sürükleyen savaş bir kez daha göstermiştir ki NATO, Ukrayna’da yukarıda altı çizildiği gibi “dünya polisi” misyonuyla hareket etmektedir. Savaşa resmi olarak dahil olmak dışında her türlü yol ve yöntemi kullanmaktadır. Kendisini bundan şimdilik alıkoyan ise, sistemi pençesine alan çok yönlü bunalımlar, buna bağlı olarak emperyalist güçler arasında keskinleşen çelişkiler ve yeni denge unsurlarıdır. Özellikle AB üyesi emperyalist güçlerin farklı çıkar, eğilim ve politikaları, Çin vb. odakların Rusya ile çok yönlü ilişkiler de, NATO’yu şimdilik dizginleyen temel etmenler olarak öne çıkmaktadır.
Emperyalizm ve kirli savaş aygıtı olarak NATO
Tüm bu gerçeklerden hareketle, emperyalizme karşı verilecek mücadelelerde NATO’nun konumunu yerli yerine oturtmak büyük bir önem taşımaktadır. Zira emperyalist savaş aygıtı NATO, Ukrayna örneğinde olduğu gibi, sistemin bunalımı derinleştikçe kızışan emperyalist hegemonya mücadelesi üzerinden, farklı coğrafyalardaki işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamında büyük yıkımlara neden olan savaşların temel aktörü olarak karşımıza çıkmaya devam edecektir. İkincisi, gelişecek toplumsal mücadelelerin ezilmesi için dün olduğu gibi bugün de kirli ve kanlı misyonunu yerine getirmekten geri durmayacaktır. Bunun kendisi NATO üyesi olan Türkiye’deki ilerici-devrimci güçler ve emekçiler tarafından önemle dikkate alınması gereken bir olgudur:
“Batılı emperyalist ittifakın yeni NATO konsepti, bu emperyalist savaş makinesinin artık yalnızca emperyalistler arası rekabet ya da emperyalist yayılma ve nüfuz mücadelelerinde değil, yanısıra da sosyal mücadelelerin önünü almada da kullanılacağını açıklıkla göstermektedir. Bu nedenle NATO sorunu, güncel devrimci siyasal mücadeleyi olduğu kadar devrimin gelecekteki akıbetini de en dolaysız bir biçimde ilgilendirmektedir. Türkiye’nin bir NATO ülkesi ve üssü olduğu da düşünülürse, bunun biz Türkiyeli devrimciler için apayrı bir anlamı ve önemi vardır. NATO sorunu dolaysız bir biçimde Türkiye devriminin stratejik bir sorunudur. Bu olgu, işçi ve emekçilerin devrimci bilincini ve eylemini geliştirmeye yönelik gündelik politik çalışmada, bu emperyalist savaş aygıtına ilişkin gerçeklerin de sistemli biçimde kitlelere taşınmasının özel önemini göstermektedir. NATO’nun icraatları düzenli biçimde teşhir edilmeli, sosyal mücadeleler ve geleceğin devrimleri karşısında nasıl bir rol oynayacağı döne döne ortaya konulmalı, sıradan emekçinin bilincinde bu konuda devrimci bir açıklık yaratılmalıdır.” (TKİP IV. Kongre Bildirgesi, Ekim 2012)