Türkiye’nin de direkt ya da dolaylı olarak dahil olduğu sınır ötesi operasyonlardan ülkeler arası savaşlara kadar, sermayedarlar savaşçı politikalar üzerinden ticari imkanların kapısının aralandığı şeklinde propaganda yaparken, iktidarlar ise emekçileri gerici politikalarına yedeklemek istiyor. Akademisyen Özgür Müftüoğlu, sermayenin yeni pazar ve enerji kaynakları ihtiyacından, iktidarların varlığını sürdürme ısrarına kadar, sermayenin sıkıştıkça savaşı araçsallaştırdığına dikkat çekiyor.
Önce savaşın ne olduğuyla başlayalım. Savaş nedir? Savaşların çıkış nedenleri nedir? Kimler çıkarır? Kimlere yarar?
Girilen savaşların farklı nedenleri olabilir. Yani hem ülkeler arasındaki savaşlar hem de iç savaşlar… İdeolojik, kimlik, jeopolitik, güvenlik, hegemonya elde etmek, başka ülkeler üzerinde güç elde etmek ya da ekonomik çıkarlar nedeniyle ulus devletler birbirleriyle savaşabilirler. Ama bunun yanı sıra aynı ülke içerisinde sosyal eşitsizlikler, yoksulluk, işsizlik, etnik, dinsel, mezhepsel nedenlerle de iç savaşlar yaşanabilir.
Şimdi kapitalizm öncesindeki savaşlara baktığımız zaman genellikle; değerli mallara el koymak, toprakları elde etmek, vergi toplamak, hani ‘fetih’ dediğimiz şeyler daha çok amaçlanıyordu… Ülkelerin ve çeşitli grupların varlıklarını sürdürmelerini sağlayan bir mekanizma, bir araç oluyor savaş. Kapitalizmde savaşlar daha organize hale geldi. Burada esas olarak sermaye birikiminin ve burjuvazinin egemenliğini sağlanmasının temel amacı/aracı haline geliyor. Kapitalizm, sermaye birikimine dayanıyor ve sermaye birikimi elde edebilmeniz için de bir tarafın kaybeden olması lazım. Yani bir taraf kazanacak birikim elde edecek, başkası birtakım şeyleri kaybedecek. Dolayısıyla sürekli olarak kapitalizmin sermaye birikimini elde etmek için bu el koymaya, emek sömürüsü ya da mülke el koymak şeklinde yürümeye ihtiyacı var. Sistem bunu barış içinde yapamaz. Çünkü birinin elindeki malına mülküne el koyacaksınız ya da onu çalıştıracaksınız. Onun hak ettiğinin çok daha düşük bir kısmını ona vereceksin. Bütün bunlar böyle insanların gönül rızası ile razı oldukları işler değildir. Dolayısıyla bunun zora dayanması gerekir ve savaşlar da esas itibarıyla kapitalizmin yani sermaye birikimi elde etmesinin bir aracı, ürünüdür. Dolayısıyla biz kapitalizmi daimi bir savaş ekonomisi diye tanımlayabiliriz. Ulus devletler vasıtasıyla büyük ölçüde gerçekleşen savaşlardır bu. Çünkü sermaye gruplarının kendi orduları olamaz. Bunu ulus devletler üzerinden yaparlar. Bir de bunu uluslararası sistem meşrulaştırır.
Savaşın maliyeti sosyal harcamalardan kısılır
Toplum açısından maliyetleri neler oluyor savaşların?
Savaşın doğrudan ve dolaylı maliyetleri vardır. Bu maliyet sadece ekonomik anlamda değildir. İnsani sonuçları da vardır aynı zamanda. Çünkü savaşlar burjuvazinin çıkarları doğrultusunda yapılır ya da siyasi iktidarı elinde bulunduranların iktidarını korumak ya da daha da genişletmesi amacıyla yapılır. Ama bu savaşlar doğrudan doğruya aslında toplumun/emekçi kesimlerinin kaynaklarıyla yapılır. Çünkü bir savaş bütçesi oluşacaktır. Burada kullanılacak bütün silahlar toplumun vergilerinden karşılanır. Toplumun alması gereken sosyal harcamalardan kısılır; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik… Ayrıca savaşlarda doğrudan savaşanlar da yine emekçilerdir. Yoksul emekçi halklardır. Dolayısıyla orada da bunun insani maliyeti ile karşı karşıya gelinir. Özellikle enerji alanlarına ilişkin bölgesel savaşlara baktığımız zaman buralardaki doğal gaz, petrol gibi enerji kaynaklarına ulaşmak isteyen egemen güçler, buradaki halkların kendi aralarında çatışmaları ortaya çıkartacak provokasyonları gerçekleştirir ve bunun üzerinden de bu halkları kendi yönetimleri ile de karşı karşıya getirerek bir savaş ortamı yaratır. Buradaki insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için başka ülkelere sığınmacı, göçmen, mülteci olarak gitmek zorunda kalırlar. Mallarını, mülklerini bırakır, yurtlarından olur.
Rusya ukrayna savaşı üretim zincirini etkiliyor
Sınır ötesi operasyonlar, Suriye’deki çatışmalar, Libya’ya müdahale, en son Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı... Türkiye’nin de uzun bir süredir ısrarcı olduğu “savaşçı” politikalar yürütülüyor. Bir yandan da Türkiye’de işçilerin yaşadığı ekonomik sorunlar ve talepleri artıyor. Bugün Rusya-Ukrayna savaşı ile Türkiye işçi sınıfının arasında ne gibi bir ilişki var? Rusya-Ukrayna savaşının Türkiye’deki işçiye etkisi nedir?
Bütün savaşlar esasta sınıf ilişkilerinin de yeniden düzenlenmesine neden olur. Genel itibarıyla reel ücretler düşer. Enflasyon artar. Tarımsal üretim düşer. Üretken olmayan harcamalar, bütçe açığı büyür, vergiler artar. Savaşlar aynı zamanda hem burjuvazinin hem de burjuvazinin temsil ettiği devletin, işçi sınıfının örgütlenmesini ve mücadelesini baskı altına almak için de kullanılır. Savaş döneminde uluslararası hukukta da olağanüstü bir dönem olarak nitelendirilerek temel haklar, insan hakları, sosyal haklar, işçi sınıfının elde ettiği kazanımlar da yok sayılır. Grevler, örgütlenmeler engellenir. Sokakta gösteri, yürüyüşler engellenir ve bu durum burjuvazinin kullandığı bir baskı aracı haline döner.
Ukrayna meselesine gelirsek; öncellikle şunu söyleyelim ‘70’lerden bu yana ekonomi, bir küresel ağ içerisinde gerçekleşiyor. Bütün ülkelerin emekçileri de aslında bu küresel ağın içerisindeler. Bunun bir tarafında gerçekleşen problem diğerlerini de doğal olarak etkiliyor. Yani küresel ekonomiyi etkiliyor. Üretim zincirini etkiliyor, buradaki emekçi kesimleri de doğrudan doğruya etkiliyor. Bugün Rusya Ukrayna meselesi bunun çok önemli bir göstergesi. Çünkü hem Rusya hem Ukrayna enerji kaynakları bakımından dünyanın önemli kaynaklarını elinde bulunduran ülkelerden biri hem de gıda, tarım alanları nedeniyle de dünyada önemli etkileri olan ülkelerden. Bu ülkelerin savaş içerisinde olmaları her şeyden önce bu küresel üretim ağı, üretim zincirini olumsuz etkiliyor. O zaman da sizin dünyanın neresinde olduğunuzun önemi olmuyor. Her yeri etkiliyor çünkü. Türkiye’de gıda, enerji fiyatları yükseliyor, bunun sonucunda enflasyon da artıyor ve ücretler baskılanıyor ve emekçi kesimler içerisinde yoksullaşmayı derinleştiriyor ve neredeyse açlıkla karşı karşıya gelinecek bir noktaya getiriyor.
Aslında emperyalist güçler birbirleri arasında savaşıyorlar ama olan burada başta Ukrayna ve Rusya halkı olmak üzere bütün dünyadaki emekçi halka oluyor. Savaş uzadıkça etkilerini daha derin ve çarpıcı şekilde önümüzdeki süreçlerde de görmeye devam edeceğiz.
‘Avrupa ve ABD sermayesi Ukrayna-Rusya sürecini çıkarları için körüklüyor’
Avrupa’da da hükümetler bu savaşı propaganda haline getirmiş durumda. Yeni ticari imkanların kapısının aralandığı yönünde değerlendirmeler oluyor. Bu propagandanın hedefi nedir?
Kapitalizm zaten son dönemde ciddi bir kriz içerisinde. Bu krizi de normal yollardan aşamadı. Kısmi bölgesel savaşlar bunu aşmak için bir araç olarak kullanıldı. Ama artık sermayeler arasında ciddi bir gerilim oluştu. Sermayenin sıkıştığı dönemlerde savaş araçsallaştırılır. Bunun en iyi örneği Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’dır. Yeni sermaye birikimleri için yeni yatırım alanları sağlanır, yeni pazar alanları, yeniden dizayn edilecek uluslararası sistem içerisinde kendilerine daha avantajlı yer bulmaya çalışacaklardır. Ben Avrupa sermayesinin de Amerikan sermayesinin de bu kaygılarla bu süreci körüklediklerini düşünüyorum. Yani içinde bulunduğumuz süreç maalesef bütün önceki iki dünya savaşının getirdiği acıların unutulduğunu gösteriyor ve yeniden topyekün savaş hazırlıklarının yapıldığı bir sürece geliyor. Görüyorsunuz. Almanya savaş harcamalarını inanılmaz derecede artırdı. Diğer ülkeler savaş harcamalarını artırıyorlar ve Rusya Ukrayna savaşını da körüklüyorlar. Çünkü bu savaşta amaç barışı sağlamaktan ziyade Ukrayna’ya daha fazla silah vererek onları daha fazla kendi yanlarına çekerek ve oradaki halkın yaşamını hiçe sayarak, onları kullanarak kendi emperyalist çıkarlarına ulaşmaya çalışmak. Bunu çok canlı bir şekilde görebiliyoruz burada. Ve elbette burada hem bir taraftan Rus oligarklar hem de Ukraynalı oligarklar Türkiye’yi de burada önemli bir alan olarak kullanıyorlar. Sermayelerini bu taraflara doğru getiriyorlar.
‘Savaş gerçeklerin üzerini de örtüyor’
Ülkenin bekası... Dış güçlerin oyunu... Savaşçı politikalardan beslenen hükümet böyle bir propaganda içine de giriyor. İktidar emekçiler üzerinde nasıl bir etki yaratma çabası içerisinde?
2011’de Yeni Osmanlıcılık politikalarıyla beraber AKP hükümetinin iktidara geldiğinden itibaren uyguladığı neoliberal politikaların olumsuz sosyal sonuçlarını gördük. Bununla birlikte kaybettiği toplumsal desteği, meşruiyeti bu savaşlar yoluyla, toplumda yeni bir heyecan yaratmak amacıyla kullandı ve iktidarındaki olumsuzlukların üzerini örtmek için kullandı. Yani savaşın temel amaçlarından biri de gerçeklerin üzerini örtmesi. Ayrıca silahlanmayı, silah maliyetlerinin artmasını, silah için harcanan maliyetlerin artmasını yükseltti bu durum. Ama bunlarla sınırlı kalmadı. Çünkü özellikle Irak ve Suriye’deki Kürt halkıyla da karşı karşıya gelindi ve oradaki gerilimler Türkiye’de halklar içerisinde de gerilime, bununla birlikte baskıya neden oldu. Hepsi ile birlikte düşündüğümüz zaman savaş politikasının oldukça siyasi olduğunu görüyoruz. ‘Güvenlik harcamaları’ adı altında Türkiye’de bütçe çok ciddi bir şekilde savaşa harcanmaya başlandı. 2022 yılı bütçesine baktığımız zaman Türkiye’nin silahlanma için ayırdığı pay neredeyse bütçenin yüzde 20’sine denk geliyor. Öte yandan gıda krizi ortasında tarıma bütçede ayrılan pay yüzde 2.3. Halkın çok temel ihtiyaçları için harcanması gereken bütçenin silahlanma için, savaş için harcandığını görüyoruz. Hem ekonomik hem de insani ve sosyal sonuçları açısından bakarsak Türkiye’nin hızla demokrasiden uzaklaşmasına da gerekçe oluşturan koşullar oldu savaşlar aracılığıyla. 7 Haziran sürecinden sonraki çatışma süreciyle beraber tek adam rejiminin de taşları dizilmiş oldu. Yani Türkiye’de AKP iktidarı savaşı bu amaçlarla büyük ölçüde kullandı. Tabii şunu göz ardı edemeyiz; bu savaş politikası aynı zamanda sermaye için de çok önemliydi. Hem iktidara yakın sermaye hem onun dışındaki büyük sermaye grupları silahlanmaya yatırım yapmaya başladılar. Diğer alanlardan yatırımlarını silahlanmaya doğru kaydırdılar. Çünkü daha kârlı bir alan haline dönüşmüştü burası. Yıkılan bombalanan yerlerin yeniden inşası adı altında inşaat sektörünün de bununla beraber canlandırılması gibi bir amaçla geldi sermaye. Yani burada esas meseleler iktidarın bekasını korumak, varlığını sürdürmenin yanı sıra burjuvazinin de sermaye sınıfının da çıkarlarını korumak ve kollamak.
‘Savaşa net olarak karşı çıkmak gerekir’
Bugün tüm bunlar karşısında, Türkiye ve dünya işçi sınıfı nerede durmalı, ne yapmalı peki?
19. yüzyıldan bu tarafa I. ve II. enternasyonal ders gibidir. İşçi sınıfının esası emeğidir, gücüdür. Burada emeğin mücadelesi burjuva savaşlarına karşı çıkmayı gerektirir. Sosyalist partilerin, sendikaların, siyasi yapıların savaş politikalarına kesin bir dille karşı olması ve savaşa karşı özellikle mücadele etmesi gerekir. Çünkü kapitalizm, savaşı toplumun ortak hedefiymiş gibi gösteriyor. Oysa işçi sınıfının savaştan hiçbir zaman çıkarı olmamıştır. Milliyetçilikle, dinle, mezhepçilikle bunu körüklemeye çalışırlar. Bunların hepsi uluslararası savaşları meşrulaştırmak ve emekçi halkı bu savaşların içine çekmek için gerçekleştirilir. Bu oyuna düşmemenin yolu sınıf bilincidir. Dolayısıyla sosyalizm düşüncesi ile hareket ederek, savaşlara net olarak karşı çıkmak gerekiyor. Burada küresel bir işçi hareketi de mutlaka olmalı ve savaşa karşı işçi hareketini mutlaka birleştirmeli. Dünya Sendikalar Konfederasyonu, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu uluslararası işçi örgütleri. Ne beklenir normalde? Bugüne kadar savaşa karşı bir politikalarını görmedik. Hak-İş’in, Memur-Sen’in Türk-İş’in savaşa karşı bir politikasını gördük mü? Görmedik. Maalesef bütün bu sınıf savaşları o kadar iç içe girmiş ki siz savaşlara karşı bir sınıf refleksi göstermediğiniz sürece yenilmeye maalesef mahkum oluyorsunuz. Bunun bilinciyle mutlaka küresel düzeyde sınıf hareketinin savaşa karşı mücadeleyi yükseltmesi gerekir.
Hilal Tok, Eren Ergine – Evrensel / 19.05.22