-Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının üzerinden bir yıl geçti. Savaşın neden çıktığı, sona erip ermeyeceği ve Batı’nın hedefleri tartışılıyor. Münih güvenlik zirvesi eşliğinde, zirvenin eski başkanı NATO’yu Ukrayna konusunda Batı’nın savaş hedefleri üzerinde anlaşmaya çağırdı. Diğer yandan yeni kaynaklar Batı’nın 2022 baharında savaşın acil bir şekilde sona ermesini engellediğini kanıtlıyor.
-Irak savaşına karşı Londra’da milyonlarca kişinin katıldığı dev protestonun üzerinden 20 yıl geçti. Stop the War (Savaşı Durdurun) Koalisyonundan Lindsey German, “Kamuoyunu değiştirdik ama savaşı durduramadık” diye başladığı makalesinde bunun günümüz açısından sonuçlarına değiniyor ve “Artık büyük emperyalist güçler arasında çatışma tehdidi söz konusu” diyor.
Batı’nın savaş hedefleri
German Foreign Policy
Münih Güvenlik Konferansının Eski Başkanı Wolfgang Ischinger, NATO’yu Ukrayna savaşında “Batı’nın savaş hedefleri” üzerinde anlaşmaya çağırıyor. Alman diplomat, bu hedeflerin belirlenmesi için “siyasi-stratejik bir temas grubu” kurulması gerektiğini söylüyor. Örneğin, “Ukrayna’yı Kırım’ı askeri olarak yeniden fethetmeye teşvik etmek” istenip istenmediği belirlenmelidir. Çok sayıda kaynağa göre, böyle bir “temas grubunun” oluşturulmasıyla Batı, geçen yılın mart ayı sonunda ya da nisan ayı başında başarıyla sabote ettiği savaşta Ukrayna’nın eylemlerini açıkça kontrol altına almış olacak. İngiliz ve Ukrayna medyasında yer alan haberlerin yanı sıra ABD’li tanınmış Rusya uzmanları ve Eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett’in açıklamaları da bunu gösteriyor. Bu eski BM Diplomatı Michael von der Schulenburg’un araştırması tarafından da teyit ediliyor. Buna göre, on buçuk ay önce neredeyse tamamen müzakere edilmiş bir ateşkes anlaşması, NATO ve özellikle Büyük Britanya’nın ısrarlı itirazları nedeniyle başarısız oldu.
Ukrayna ve Rusya arasında ateşkes ve hatta barış anlaşması görüşmeleri mart 2022’de nispeten ilerlemişti. Bu durum, o dönemde birçok Batılı ülkenin önde gelen medyasında yer alan haberlerden de anlaşılıyordu. Örneğin, 3 Nisan 2022’de İngiliz Daily Telegraph gazetesi Ukraynalı müzakerecilerden David Arachamija’nın Ukrayna televizyonunda yaptığı bir açıklamayı aktardı: “Rusya Federasyonu tüm tekliflerimize resmi bir cevap verdi”; Moskova “Kırım meselesi hariç Ukrayna’nın pozisyonunu kabul etmişti.” Ukrayna’nın pozisyonu esas olarak Rusya’nın Donbas ve Kırım hariç Ukrayna’dan askerlerini çekmesinden ibaretti. Rus Müzakereci Vladimir Medinsky ise Kiev’in Moskova’nın 2014’ten beri talep ettiği şeyleri kabul ettiğini söyledi; Daily Telegraph’ın açıkladığı üzere kastedilen esas olarak Ukrayna’nın tarafsızlığıydı. Arachamija konunun artık kapanacağını ve iki ülke cumhurbaşkanlarının bir araya gelerek her şeyi en üst düzeyde sonuçlandırabileceklerini de sözlerine ekledi.
Daily Telegraph’ın haberi, ABD’nin tanınmış iki Rusya Uzmanı Fiona Hill ve Angela Stent’in eylül ayında Foreign Affairs dergisinde çeşitli eski ABD hükümet yetkilileri hakkında verdikleri ifadelerle aynı doğrultuda. Hill birkaç yıl boyunca ABD Ulusal Güvenlik Konseyinde görev yapmıştı. ABD hükümet yetkililerine göre, “Rus ve Ukraynalı müzakereciler geçici bir müzakere çözümünün ana hatları üzerinde anlaşmış gibi görünüyorlardı”; buna göre Rusya “23 Şubat pozisyonlarına geri çekilecek”ti. Bu müzakere durumuna dayanarak Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy 4 Nisan 2022 akşamı geç saatlerde hızlı bir ateşkesi savundu. Zelenskiy Butscha kasabasına yaptığı bir ziyaret sırasında “Ukrayna barışa kavuşmalı” talebinde bulundu. Daha fazla bilgi, geçen yılın mart ayı başında Moskova ve Kiev arasında ara buluculuk yapan Dönemin İsrail Başbakanı Naftali Bennett ile yapılan bir röportajdan geliyor. Bennett, o dönemde hem Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in hem de Zelenskiy’in savaşı durdurmak için taviz vermeye hazır olduklarını bildiriyor: Putin Ukrayna’nın “Askerden arındırılması” ve “denazifikasyonu” taleplerini geri çekerken -ki bu sonuncusu rejim değişikliğini hedefliyordu- Zelenskiy de Ukrayna’nın NATO üyeliğinden vazgeçmeye hazırdı. Her ikisi de “pragmatik” davranmış ve izlenimlerine göre “Ateşkesi şiddetle arzulamışlardı”; bir müzakere maratonunda çok sayıda anlaşma taslağı üzerinde çalışılmıştı. Ancak daha sonra Batılı güçler müzakereleri durdurdu.” Bu durumun “Ateşkes için iyi bir şans” olduğundan emin olduğunu belirten Bennett, röportajı yapan kişinin sorusu karşısında başını sallayarak (“Eğer onlar”, yani Batılı güçler “ateşkesi engellemeselerdi?”) diyerek bunu teyit ediyor.
Gerçek bir ateşkes ve hatta barış anlaşması şansının o dönemde Batılı güçler tarafından engellendiği gerçeği, Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreter Yardımcısı, Diplomat Michael von der Schulenburg’un araştırmasıyla da doğrulanmakta. Von der Schulenburg’a göre, Rus birliklerinin geri çekilmesi, Ukrayna’nın NATO üyeliğinden ve topraklarında Batı askeri üslerinin kurulmasından vazgeçmesi konularını içeren bir anlaşmaya 29 Mart’ta İstanbul’da karar verilecekti. Ancak 23 Mart’ta Brüksel’de yapılan özel bir zirvede NATO, Rusya’nın silahlarını susturmasını ve daha ileri müzakerelerden önce askerlerini geri çekmesini talep etti; Ukrayna’nın NATO üyeliğinden olası bir feragatından bahsedilmedi. Von der Schulenburg bunu “Ukrayna-Rusya barış müzakerelerini sona erdirmeye” yönelik nihai olarak başarılı bir girişim olarak sınıflandırıyor. Diplomat, kısa bir süre sonra Rusya’nın stratejisini değiştirdiğini ve artık “Ukrayna topraklarını işgal ederek Ukrayna’nın NATO’ya katılımını engelleyebileceğine ve kendisinin Karadeniz’e erişimini koruyabileceğine” güvendiğini belirtiyor. Batı’nın savaşın erken sona erdirilmesine karşı olduğunu Kiev’e nasıl ilettiğine dair, özellikle İngiliz ve Ukrayna basınında çıkan haberler olmak üzere, açıkça erişilebilen birkaç kaynak da var. Örneğin İngiliz Times gazetesi, Londra’daki hükümetin “bazı müttefiklerin” -özellikle Almanya ve Fransa’dan bahsediliyor- Zelenskiy’in bir anlaşma imzalaması için “fazla hevesli” olmasından “endişe duyduğunu” yazdı. Başbakan Boris Johnson bu nedenle mart 2022’nin son hafta sonunda Zelenskiy’i aramış ve daha fazla müzakere yapmaması konusunda “uyarmıştı”; aynı zamanda Londra Kiev’e insansız hava araçları gibi yeni silahlar vadetmişti. Ukrainska Pravda da Johnson’ı barış müzakerelerinin sona ermesiyle ilişkilendirdi: İngiltere Başbakanı 9 Nisan’da Kiev’e şahsen geldiğinde, Batı’nın Putin’in daha önce düşünüldüğü kadar güçlü olmadığı ve “Ona baskı yapma” şansı olduğu sonucuna vardığı “mesajını” getirmişti. Ukrainska Pravda, üç gün sonra Putin’in Ukrayna ile ateşkes anlaşması görüşmelerinin “çıkmaza girdiğini” resmen açıkladığını belirtiyor. Savaşın başlamasından neredeyse bir yıl ve Rusya-Ukrayna ateşkes anlaşmasının Batı tarafından sabote edilmesinden on buçuk ay sonra, Münih Güvenlik Konferansının Eski Başkanı Wolfgang Ischinger, önde gelen NATO üyelerinin ısrarıyla sona ermeyen savaşla ilgili olarak NATO’da ortak bir çizgi bulunmadığından yakındı. “Ischinger, “Bu nedenle, Batı’nın[!] savaş hedeflerini hepimizin nereye gittiğimizi bileceği kadar net bir şekilde tanımlamak için bir siyasi-stratejik temas grubu” kurulması gerektiği görüşünde olduğunu açıkladı.” Örneğin, “Ukrayna’yı Kırım’ı askeri olarak yeniden ele geçirmeye gerçekten teşvik etmek istiyor muyuz?” sorusuna yanıt bulmak gerekiyordu. Şu anda bu konuda “geniş bir yelpazede farklı görüşler” var. Görüldüğü gibi nihayetinde bu görüşlere Kiev’de değil Batı’da karar veriliyor.
Çeviren: Semra Çelik
Irak savaşına karşı protestoların 20. yılı: Ne öğrendik?
Lindsey German
Guardian
SAVAŞLARA karşı kitlesel muhalefet ancak savaşın bir süre devam etmesinden sonra ortaya çıkma eğilimindedir. Ama Irak savaşına karşı protestolar savaş başlamadan çok önce görülmemiş boyutlara ulaştı. 15 Şubat 2003 tarihinde Londra’da, tahminen 1.5-2 milyon kişinin katıldığı, Britanya tarihinin en büyük gösterisi gerçekleşti. Bu aynı zamanda, her kıtada 30 milyona yakın insanın katıldığı en büyük uluslararası savaş karşıtı protestonun da bir parçasıydı. Yürüyüşte her yaştan, ırktan, dinden ve milletten insan vardı. “Savaş değil çay yapın”, “benim adıma değil” gibi on binlerce pankart ve döviz taşınıyordu. Yürüyüşün bu denli büyük olmasının bir nedeni de insanların orada bizzat bulunarak, birey olarak, gerçekten bir fark yaratabileceklerini ve hükümeti savaşa girmemeye ikna edebileceklerini düşünmeleriydi. Ancak durumun böyle olmadığı ortaya çıktı. Yürüyüş ve daha geniş çaplı savaş karşıtı harekete rağmen savaş başladı. Ve biz hâlâ hem çatışmanın hem de hükümetin demokratik hesap verebilirliği reddetmesinin sonuçlarıyla yaşıyoruz.
Dönemin Başbakanı Tony Blair’in kamuoyunun bu kitlesel ifadesini küçümsediği açıktı. Hükümet, kötü şöhretli “kitle imha silahları dosyası” da dahil olmak üzere aylarca yoğun bir savaş yanlısı kampanya yürüttü. Blair’in kendi milletvekillerinin büyük isyanına rağmen savaş parlamentodan zorla geçirildi. ABD’de George Bush, İtalya’da Silvio Berlusconi ve İspanya’da José María Aznar’ın sağcı hükümetleriyle yakın ittifak içinde savaşa girdi. Savaş Irak halkı için bir felaket oldu; bir milyondan fazla insan öldü, milyonlarcası yerinden edildi. Ülke hâlâ savaş ve işgalden kurtulabilmiş değil.
Yürüyüşün kendisi savaşı durdurmamış olsa da -bunun için kitlesel grevler gerekliydi ve protesto gününde bazı grevler olsa da bunlar yeterli değildi- kamuoyunu değiştirdik. Protestolar sayesinde Blair’in attığı her adım, kamuoyunun savaşa karşı duyduğu büyük ve bariz hoşnutsuzlukla tezat oluşturacaktı. Artık hükümetler için Irak’ta görülen türden bir savaşı, tam ölçekli bir istila ve işgalle başlatmak kesinlikle çok daha zor. O zamandan bu yana yapılan müdahaleler, insansız hava araçlarına ve diğer uzaktan savaş biçimlerine güvenerek karada savaşmaktan kaçınma eğilimi doğurdu.
Blair’in itibarı savaş yüzünden yerle bir oldu. 2005 seçimlerinde 1 milyon oy kaybetti. Şövalyelik unvanı almasına rağmen (Irak’tan 19 yıl sonra) Chilcot raporunda ağır bir şekilde eleştirildi ve dünya sahnesindeki görkemli açıklamalarına rağmen bir daha asla toparlanamadı. Ancak burada bir kişiden daha fazlası söz konusuydu, çünkü eylemlerin siyaset üzerinde doğrudan olumsuz bir etkisi oldu ve kamuoyunun reddi nedeniyle hayal kırıklığına yol açtı. İngiltere’de ve başka yerlerde son on yıllara damgasını vuran siyasetçilere güvensizliğin pek çok nedeni olmakla birlikte, Blair’in Irak savaşı konusundaki yalanları kesinlikle önemli bir faktör oldu.
Bir de savaşın kendi mirası var. Irak’ta el Kaide’nin gelişmesine ve bölgede terörün tırmanmasına tanık olduk. Demokrasi ve istikrar hâlâ zor. NATO’nun 2011’de rejim değişikliğine ve iç savaşa yol açacak şekilde Libya’yı bombalaması, İngiliz müdahalesinin bir başka başarısızlığıydı ve bunun bedelini Kuzey Afrika halkı hâlâ ödüyor.
Geçtiğimiz 20 yıl içinde dünya genelinde silahlanma harcamalarında da büyük bir artış oldu; dünya askeri harcamaları geçen yıl ilk kez 2 trilyon doları geçti ve özellikle Libya’nın bombalanmasından sonra uluslararası ilişkilerde artan bir kırılma yaşandı.
Artık büyük emperyalist güçler arasında çatışma tehdidi söz konusu. Ukrayna’daki savaş, her ikisi de nükleer silahlara sahip olan NATO üyeleri ve Rusya’nın giderek daha doğrudan bir çatışma içinde olduğu bir savaş ve Ukrayna’ya savaş uçaklarının tedarik edilmesiyle bu durum büyük ölçüde şiddetlenecektir. ABD ile Çin arasında yeni ve giderek gerginleşen bir soğuk savaş var.
Sonuç olarak savunma harcamalarının arttırılması için daha da büyük bir baskı var; hem Almanya hem de Japonya kendi harcamalarını iki katına çıkarmayı taahhüt etti. 2003’te savaş karşıtı seslerin bu kadar açık bir şekilde göz ardı edilmesi sonucunda, şimdi daha da tehlikeli bir uluslararası durum ortaya çıktı. Avrupa ve Pasifik’te çok daha büyük bir savaş tehdidi büyürken, barış hiç bu kadar önemli olmamıştı. O zamanki gösterinin organizasyonunun bir parçası olmaktan gurur duydum. Şu anda savaş ve militarizm çağrısı yapanların çoğunun bize Irak’ı getirenler olduğunu unutmamalıyız.
Evrensel / 19.02.23