Hâkim retorikte NATO, ‘dünya barışının garantörü’, ‘demokrasinin hamisi’ sayılıyor… Lâkin retorik realiteden farklı… Aslında NATO, Amerikan emperyalist yayılmacılığının hizmetinde bir savaş makinasıdır. Güya Sovyetler Birliğine karşı kuruldu (1949) ama o dönemde Sovyetler Birliği asla yayılmacı emeller taşımıyordu. Avrupa’da ‘barış içinde birlikte yaşama’ (coexistance pacifique) yanlısıydı. Kapitalizm vahşi, çılgın rekabete dayalı bir işleyişe sahiptir. Başka türlü söylersek, sürekli olarak büyümek, genişlemek, yayılmak zorunluluğu var… Esasen savaşlar ekonomik-ticari yayılma-genişleme eğiliminin ve dinamiğinin uluslararası siyaset alanındaki tezahüründen başka bir şey değildir… İşte bu yüzden, kapitalizm emperyalizm peydahlamadan, emperyalizm savaşsız, hegemonya da düşmansız yapamaz… Eğer düşman yoksa mutlaka ‘yaratılır’…
NATO 1949 yılında 10 kadar üyeyle kuruldu. Daha sonra Türkiye ve Yunanistan ittifaka katıldı… Sovyetler Birliği’ de Avrupa’da barışı tesis etmek amacıyla 1954’de NATO’ya katılma talebinde bile bulundu ama müttefikler o teklifi reddetti… 1955 yılında Batı Almanya’nın NATO’ya katılması, 14 Mayıs 1955 de Sovyetler Birliği ve müttefiklerini Varşova Paktı’nı kurmak zorunda bıraktı… Sovyetler Birliğinin yayılmacı emellerinin olmadığının bir göstergesi de, Stalinist bürokrasinin İtalya ve Fransa’da devrimlerin engellenmesini kolaylaştırmasıdır… Nitekim savaş sonrasında söz konusu iki ülkede iktidarı ele geçirme potansiyeline sahip devrimci komünist partiler, etkin bir sol muhalefet vardı …
1990’da Sovyet sistemi çöktü. Varşova Pakt’ı lağvedildi. Eğer NATO’nun varlık nedeni ileri sürüldüğü gibi Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı idiyse, NATO’nun da lağvedilmesi gerekirdi ama tam tersi gerçekleşti… Varşova Paktı çöktüğünde (1990) NATO’nun üye sayası 15’di. Bugün 30 ve nerdeyse Orta ve Doğu Avrupa’da NATO üyesi olmayan ülke kalmadı… İsveç ve Norveç de kapıda beklemede… Rusya Federasyonu Batı’sından kuşatılmış durumda…
Eğer NATO’nun varlık nedeni Avrupa’da barışı sağlamak idiyse, Afganistan’da, Libya’da ne işi vardı? Rusya’nın Batısından kuşatılması yeterli olmamış ki, bu zaman zarfında NATO onlarca çatışmaya dahil oldu. En önemli üçü Afganistan’ın, Libya’nın işgali ve Kosova Savaşıdır (1999). Fakat hepsi bu kadar değil… Libya’da 14 500, Afganistan’da 165.000, Sırbistan’da 220.000, Suriye’de 224.000, Irak’ta 1 milyon 200 insan katledildi… insanlığa karşı suç işlendi… Bütün bu insanlık suçları işlenirken, Uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler Örgütü cephesinde manzara nasıldı? Boşuna “NATO kuruldu, ‘Birleşmiş Milletler Örgütü öldü” denmemiştir… Esasen retoriğe rağmen Birleşmiş Milletler Örgütü hiçbir zaman İkinci Emperyalistler arası savaş sonrasında oluşan emperyalist statükoyu ‘meşrulaştırmanın, kabullendirmenin’ bir aracı olmanın ötesine geçemedi… Varlığına ve misyonuna ihanet etti…
1999 Kosova savaşında NATO gerçek yüzünü gösterdi… 13 ülkeden 600 uçak Kosova’ya, Sırbistan’a, Karadağ’a uranyum bombaları yağdırdı… 2500 -5 bin 700 sivil öldürüldü, binlercesi yaralandı… Devasa doğa tahribatı ve maddi hasara neden oldu… NATO müdahalesinin gerekçesi, Sırp kuvvetlerinin Kosova’da sivil halka yaptığı tiksindirici etnik temizliğe son vermekti… Fakat asıl amaç başkaydı… Asıl amaç Amerikan yanlısı bir hükümeti iktidara taşımak ve Balkanlarda Rus nüfuz bölgesinde NATO’nun etkinlik alanını genişletmekti…
NATO’nun 1990 sonrasında peydahladığı savaşlar, insanî savaş,’ koruma zorunluluğu’, önleyici savaş… gibi söylemlerle meşrulaştırma- kabullendirme yoluna gidildi. Kosova savaşıyla ilgili olarak Claudia Cinnatti şöyle diyor: “ABD’nin ulusal bir çıkarı yoktu ama iki jeopolitik hedefi vardı: Birincisi, Avrupalı müttefiklerin Balkanlardaki olaylara müdahale zaafiyeti karşısında ABD’nin vazgeçilmezliğini göstermek; ikincisi de ki, belki bu daha önemli, Rusya ile açık çatışmaya varacak şekilde NATO’yu Rusya sınırlarına kadar genişletmek” (1)
Afganistan’ın işgalinin görünür gerekçesi Usame Bin Laden’i yakalamaktı… İkiz kulelere yapılan terörist saldırının ardından oluşan kamuoyu duyarlılığı işgalin gerekçesi yapıldı… Bir insanı yakalamak için bir ülkeye savaş açılır mıydı? ABD-NATO isterse neden olmasın… Asıl amaç başkaydı. Asıl amaç, ABD emperyalizminin görünür hale gelen güç kaybını telafi etmekti…2001’de Taliban düştü. NATO güçleri iki on yıl süren işgalin ardından geride tam bir harabe bırakarak çekilmek zorunda kaldı. İktidarı yeniden Taliban’a teslim ederek… Güya müdahale ‘ulus inşası’ (nation-building) amacıyla yapılmıştı ama 20 yıllık işgalden sonra ortada ‘ulus’ diye bir şey’ kalmadı…
2003’te ABD, İngiltere ve İspanya’nın desteğiyle Irak’a ikinci defa savaş açtı. Bu sefer gerekçe Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına sahip olduğuydu… Eğer bir ülkeye kitle imha silahına sahip olduğu için savaş açmak gerekiyorsa, Asıl kitle imha silahına sahip olanlar ABD, İngiltere, Fransa… emperyalist devletlerdir… Saddam’ın kitle imha silahına sahip olmadığı daha baştan biliniyordu ama, büyük medyanın büyük yalanları iyi iş gördü… Aslında Irak savaşına (işgaline) karşı Almanya’da Fransa’da, İspanya’da, İngiltere’de, ABD’ ve başka yerlerde savaş karşıtı büyük çaplı mitingler, protestolar gerçekleşse de işgali durdurmakta yetersiz kaldı…
Libya’nın işgali, ’Arap baharı’ denilen halk isyanları, devrimci kalkışmalar günlerine rastladı. İşgalin sivilleri korumak amacıyla yapıldığı söylendi. Tabii asıl amaç sivillerin akibeti değildi… Birleşmiş Milletler Örgütü işgale yeşil ışık yaktı. BM Güvenlik Konseyi Libya topraklarına hava saldırısının önünü açtı. Hava saldırıları 5 ay boyunca devam etti… Türkiye de yangına körükle gidenler arasındaydı… Muammer Kaddafi hunharca, utanmazca katledildi. Artık İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikan petrol devleri ülke petrolünü, doğal zenginlikleri rahatça yağmalayabilir, talan edebilirdi… Binlerce insan öldürüldü, binlercesi ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Ülke tam bir kaos ortamına hapsoldu…
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali NATO’yu yeniden canlandırmış gibi görünse de ABD’nin arzuladığı gibi savaş uzarsa, NATO içinde çatlaklar büyüyebilir… Zira, savaşın ekonomik etkisi şimdiden hissediliyor… Hayat pahalılığı, enflasyon her yerde tırmanışta, gıda krizi de kapıda… Avrupa’nın mülk sahibi sınıfları ne zamana kadar bu durumu tolere edebilir? ABD’nin peşine takılmaya devam edebilir, zaman gösterecek…
Kapitalizm/emperyalizm varlığını sürdürdükçe savaşlar da devam eder… Eğer savaşları sonlandırmak gibi bir niyet varsa, öyle bir şeyin kapitalizmden çıkmadan mümkün olmadığının bilinmesi gerekiyor… Fakat, insanlığın ve uygarlığın geleceğini tehdit eden sadece emperyalist savaşlar değil… Asıl yaşamsal riski İklim krizi ve ekolojik yıkım oluşturuyor…. Eğer vakitlice harekete geçilmezse geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir…
(1). Estado Unidos: “de la guerra contra el terrorismo al conflicto entre potencias”, Ideas de Izquierda, 11/09/21,
Özgür Üniversite / 28.06.22