İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine başvurmasına Erdoğan itiraz etmişti. Gerekçesini ise bu iki ülkenin “terör örgütleri için bir nevi misafirhane” olduğu iddiasına dayandırmıştı. Bunun üzerine Türkiye’nin “kaygılarını gidermeye” yönelik diplomasi trafiği yoğunlaşmıştı. Batılı emperyalistlerden “çözüm bulunacağına güvenimiz tam” açıklamaları peş peşe gelmişti. Buna, İbrahim Kalın’ın tansiyonu düşüren, “Finlandiya ve İsveç’e kapıyı kapatmıyoruz” açıklaması eşlik etti. Gayri resmi NATO dışişleri toplantısının ardında konuşan Çavuşoğlu da yumuşama sinyalleri verdi. Bunun üzerine NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Türkiye’nin hedefinin Finlandiya ve İsveç’in üyeliğini engellemek olmadığını açıkça beyan ettiğini duyurdu.
Ancak Erdoğan’nın, İsveç ve Finlandiya heyetlerinin Türkiye’ye gelecek olmaları üzerine konuşurken, “Bizi ikna etmeye mi gelecekler? Kusura bakmasınlar, yorulmasınlar”, “NATO’ya girmelerine biz evet demeyiz” sözleri, yeni bir gerilim yarattı. Erdoğan’nın “fiyatı yükseltme pazarlığı” “sertleşerek” sürerken, İsveç ve Finlandiya, NATO üyeliği için resmi başvuru mektuplarını 18 Mayıs’ta Stoltenberg’e teslim ettiler. Başvuruları “tarihi bir adım” olarak değerlendiren Stoltenberg, “değerli bir müttefik” olarak tanımladığı Türkiye’nin “güvenlik ile ilgili beklentilerinin karşılanması gerektiği”ni de ekledi.
Türkiye’nin itirazını değerlendiren Luxemburg Dışişleri Bakanı Asselborn ise, Erdoğan’nın bu durumdan faydalandığını ve vetoyu Türkiye’nin ABD’den F-35 savaş uçakları almak için kullandığını belirtti. Erdoğan ve saray rejimi için utanç verici olan bir gerçeği, “Türkiye’de ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bu pazar mantalitesi var. Bence o sadece el yükseltiyor” sözleriyle özetledi. Devamında, “Fakat günün sonunda Türkiye’nin bu süreci durduracağını düşünmüyorum” sözleriyle, Erdoğan’nın esip gürlemesini ciddiye almadığını ve üyeliği onaylamak zorunda kalacağını söylemiş oldu.
“NATO için bedel ödeyen özellikle bir ülke olarak” sözleriyle NATO’ya tetikçiliklerini itiraf eden Erdoğan, “milli güvenliğimize dayalı hususlarda somut adımlar görmek istiyoruz” derken, gerçekte “milli güvenlik”ten ziyade iç siyasal tercihlere ilişkin pazarlık peşindedir. İzledikleri dış politika iç siyasi ihtiyaçlar tarafında belirlenmektedir.
Pazarlığın ekseninde Kürtler ve kazanımları var
Türk dış politikasının ekseninde Kürt sorunu önemli bir yer tuttuğu için, pazarlıkta da Kürt sorunu önem kazanıyor. Hemen her uluslararası krizde Türk sermaye devleti, ağırlığı altında bunaldığı Kürt sorununu kullanmaya çalışıyor. “PKK ile mücadele” adına şu anda Irak ve Suriye’de işgal hareketi sürdürüyor, cihatçı çeteleri koruyarak IŞİD’e karşı mücadeleyi engelliyor. Ukrayna savaşının gölgesinde Irak ve Suriye Kürdistanı’nı PKK gerillalarına karşı savaş merkezi haline getirmiş bulunuyor. Komşu ülkelerin egemenlik haklarını da ihlal eden bu saldırganlık “terörle mücadele” olarak sunuluyor ve Türkiye’nin ulusal ve toprak bütünlüğünün tehlikede olduğu yalanlarıyla gerekçelendiriliyor. Şimdi ise Rojava’ya saldırı hazırlığından sözediliyor. Veto kartıyla saldırganlığa onay alınmak isteniyor.
Öte taraftan da İsveç, Finlandiya, AB ve ABD’den YPG-PYD’yi de terörist ilan etmelerini ve her tür desteği kesmelerini istiyor. İsveç’ten iadesini talep ettiği 21, Finlandiya’dan talep ettiği 12 kişinin iadesini de gündemden düşürmüyor. Türkiye’nin İsveç Büyükelçisi işi, İsveç vatandaşı olan İranlı Kürt parlamenter Amineh Kakabaveh’in iadesini istemeye kadar vardıran bir skandal bile yarattı. Her iki ülke de 2019’yılında Kuzey Suriye’de gerçekleşen ve YPG’yi hedef alan sınır ötesi askeri operasyonun ardından Türkiye’ye silah amborgosu uygulamıştı. Saray rejimi, bu iki ülke ile birlikte kimi AB üyesi ülkelerin ve ABD’nin uyguladığı silah ambargosunun kaldırılmasını pazarlık konularından biri haline getiriyor. İçerde ise, baskı ve zorbalıkla her tür itiraz ezilmeye çalışılırken, seçilmiş milletvekilleri ve HDP belediye başkanları dahil binlerce kişi “terör” suçlamasıyla tutuklanırken, bu konularda kendisine zorluk çıkarılmamasını istiyor.
Bu pazarlıkların asıl muhatabı ise ABD’dir. Bu gerilimin Amerikan müdahalesi ile aşılabileceğine olan inanç da buna işaret etmektedir. Dolayısıyla Erdoğan pazarlık masasını ABD’yle kurmak istemektedir. F-16’ların verilmesi, F-35 projesine yeniden alınması, savunma sektörüne getirilen yaptırımların kaldırılması, YPG’ye verilen desteğin kesilmesi, aranan PKK ve FETÖ üyelerinin iadesi, Yunanistan’la fazla yakınlaşmama vb. pazarlık listesinde “kişisel” bir boyut da var. Kara para aklamaktan banka dolandırmaya kadar uzanan Halk Bank davası soruşturmasının saraya dayanacağı korkusuyla bu davanın düşürülmesi de talepler listesinin çok önemli bir konusu.
Erdoğan AB, ABD ve NATO’ya her zamankinden daha muhtaç
Türk devletinin emperyalizmin hizmetinde izlediği saldırgan politikanın iflası, Türk dış politikasında genel bir çöküşe yol açmıştı. Bunun sonuçlarından biri birçok bölge ülkesiyle ilişkilerin dibe vurması, bir diğeri ise saray rejiminin ABD ve Avrupa emperyalizmine ve savaş aygıtı NATO’ya daha muhtaç hale gelmesi oldu. Batılı emperyalistler nezdinde yerlerde sürünen imajı Ukrayna savaşı vesilesiyle “düzelmiş” görünüyordu. Emperyalist ülkelerin şefleri Ankara’ya “üşüşmüşlerdi”. Fakat bu, Erdoğan’a verilen değerden değil Ukrayna savaşı üzerinde Türkiye’nin NATO için oynayacağı rolden geliyordu.
Yaşadığı iflasın farkında olan Erdoğan, düne kadar olmadık hakaretler yağdırdığı bir dizi ülkenin kapısına dayandı. Suudi Arabistan’da “testereciyle” kucaklaştı. Birleşik Arap Emirlikleri ve siyonist İsrail ile yeniden sıcak ilişkiler peşinde. “Veto tehditi” ve Rojava üzerinden Biden’ın dikkatini çekmek için çırpınıyor.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini veto edeceğine ilişkin açıklamasına rağmen Biden’dan bir telefon bile gelmezken, Yunanistan Başbakanı Mitsotakis Beyaz Saray’da ağırlanıyor. Kongre’nin iki kanadının ortak toplantısına davet ediliyor, konuşması defalarca alkışlanıyor. Dolayısıyla Mitsotakis’e yönelik hakaret ve tehditlerin gerisinde, Washington’dan beklediği itibarı görmemek var. Biden’ın 19 Mayıs’ta, İsveç Başbakanı ile Finlandiya Cumhurbaşkanını Beyaz Saray’da ağırlaması ve onların “neyin doğru olduğuna dair ahlak anlayışlarına sahip olduğunu” söylemesi de Erdoğan için ayrı bir dert oldu.
Elbette Türkiye’nin “endişelerinin gözetme” çabası içinde olduklarını da açıklayacaklar. “Türkiye’nin güvenlik endişelerinin giderilmesi konusunda mutabıkız. Terörü ciddiye alıyoruz ve her türünü kınıyoruz”, “tüm endişeleri konuşmaya hazırız” türünden mesajlar, bunun bir parçası.
İçerde çıkışsızlık içinde bunalan Erdoğan, eline bir imkan geçtiğini düşünerek, dış politika üzerinden içerde “dünya lideri” imajını güçlendirmeyi, sorunların üstünü örtmeyi amaçlıyor. Bunun için emperyalistlerle pazarlığı uzatma çabası içinde olsa da, NATO’nun İsveç ve Finlandiya’ya büyümesini engellemeye gücünün yetmiyeceğini biliyor.