İşçi sınıfı, emekçiler ve kadınlar için pandeminin ağırlığı altında geçen zorlu bir yıl geride kaldı. Emperyalist-kapitalist sistemin çok yönlü krizi koşullarında yaşanan koronavirüs salgını, işçi ve emekçilerin yaşadığı sorunları alabildiğine derinleştirdi.
Mart ayından bu yana tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi ile birlikte hiçbir şeyin öncesi gibi olamayacağı konusunda açıklık taşınırken, derinleşen krizin nasıl bir seyir izleyeceği ise önümüzdeki süreçte daha net görülecektir.
Geride kalan süreçte işçi ve emekçilerin bir parçası olan kadınlar da tüm dünyada krizin ve pandeminin faturasını ağır bir şekilde ödediler. Ülkemizde de pandemi koşullarına rağmen çalışmak zorunda bırakılan işçi ve emekçiler, ölüm ve açlık ikilemi arasında yaşamlarını sürdürdüler. Kadınlar ise bunu daha ağır bir şekilde yaşadılar. Üretimde yaşanan daralma ile öncelikli olarak evlerine gönderilenler oldular. Aynı zamanda kısa çalışma, ücretsiz izin vb uygulamalarla, zaten düşük ücretlerle çalışan kadınların gelirlerinde ciddi bir düşüş yaşandı. Çalışmak zorunda kalanlar ise, en ağır koşullarda, sınıf kardeşleri ile birlikte adeta ölümüne çalıştılar. Dardanel fabrikası örneğinde olduğu gibi, yüzlerce kadın işçi, sözde pandemi önlemi adına, daha fazla kâr uğruna fabrikalara hapsedildiler. Önlemlerin alınmaması nedeniyle pek çok kadın işçi koronavirüsten yaşamını yitirdi ve can kayıpları devam ediyor.
Çocuk bakımının asli yükünü taşıyan kadınlar, izolasyon koşullarından kaynaklı olarak da işten ayrılmak zorunda kaldılar. Böylece kadın istihdamında ciddi oranlarda azalma yaşandı.
Günümüzde ciddi bir sorun haline gelen kadına yönelik şiddet ise pandemi koşullarında daha da ağırlaşan sonuçlara yol açtı. İzolasyon koşulları kadınları özellikle ev içi şiddetle başbaşa bıraktı. Ayrıca AKP iktidarının, pandemiyi gerekçe göstererek çıkardığı “infaz yasası” ile, şiddet uygulayan pek çok kişinin evlerine geri gönderilmesi, şiddet zeminini daha da güçlendirdi. Böylece pandeminin ilk 10 ayında kadına yönelik şiddet %27 oranında artış sergiledi.
Buna rağmen AKP iktidarı, kadına yönelik şiddete dönük önlemleri içeren İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak için girişimlerde bulunmaktan geri durmadı. Ardı ardına gerçekleşen cinayetlere kayıtsızlığını sürdürdü ve İpek Er, Nadira Kadirova ve Aleyna Çakır isimli kadınların katillerini korumaya devam etti.
Kadınlar susmadı!
Pek çok ülkede pandemi döneminde de kadınlara dönük kapsamlı saldırılar karşısında kadın hareketi dinamizmini korurken, Şili ve Meksika’da olduğu gibi hareket daha da militanlaştı. Hatta Sudan, Şili, Arjantin gibi ülkelerde kısmi kazanımlar elde edilebildi.
Türkiye’de de pandemi döneminin yarattığı sınırlamalara, sermaye düzeninin pandemiye yaslanarak toplumsal muhalefete dönük uyguladığı baskıcı politikalara rağmen, kadın hareketi varlığını göstermeye devam etti. 8 Mart’ta, 25 Kasım’da, Pınar Gültekin şahsında kadın cinayetlerine ve İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmek istenmesine karşı nispeten kitlesel ve yaygın sokak eylemleri gerçekleşti. Toplumsal muhalefetin baskı ve terörle ezilmek istendiği bu dönemde, kadın hareketi muhalefetin aktif bir bileşeni, dinamik bir gücü olarak belirgin bir şekilde öne çıktı. Yükselen kadın hareketi içinde moral ve özgüven kazanan kadınlar, yılın son ayında ise “uykularınız kaçsın” şiarıyla yürüttükleri ifşa hareketiyle kadınlara dönük cinsel tacize karşı seslerini yükselttiler.
Yükselen hareket aynı zamanda, hareketin önünde yeralan feminist güçlerin sınırlarının görülmesini kolaylaştırdı. 8 Mart ve son olarak 25 Kasım eylemlerinde polis barikatının zorlanması ve alan tartışmaları üzerinden aldıkları tutumlar, yükselen harekete yön vermekten, saldırıları göğüslemekten uzaklıklarını ortaya koydu.
Kadın işçiler mücadelede ön safta!
Bu süreçte kadın işçi hareketinden bahsetmek olanaklı olmasa da, kadın işçilerin çifte baskı ve sömürüye karşı duyarlılık ve tepkilerinin arttığı söylenebilir. Kimi sendika şubelerinin girişimleriyle, özellikle kadına yönelik şiddete karşı fabrika zeminlerinden yükseltilen sesler kadın işçiler tarafından da sahiplenildi ve eylemli tepkilere konu edildi. Kadınların sokakta gerçekleştirdikleri eylemlere paralel olarak, 8 Mart, 25 Kasım, Pınar Gültekin cinayeti, İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline veya çocuk istismarını meşrulaştırmaya dönük girişimler, başta kadın işçiler olmak üzere işçilerin anlamlı eylemli tepkilerine konu oldu.
Kapitalistlerin hayata geçirdiği hak gasplarına karşı, daha somut olarak da sendikalaşma talebiyle gerçekleşen eylem ve direnişlerde kadın işçiler yer almakla kalmadılar, ön saflarda aktif bir özne olarak hareket ettiler. Madenci eylemleri, VİP giyim, Bimeks, Migros örneklerinin yanı sıra, son olarak gerçekleşen Sinbo direnişinde kadın işçiler mücadeleyi sürükleyen bir rol oynadılar. Bu tablo, kadınların çifte ezilmişliğe karşı mücadeleye atıldıklarında nasıl bir enerji taşıdıklarını bir kez daha ortaya koydu.
Pandeminin ve krizin yükünün işçi ve emekçilere ödettirildiği, baskı ve terörünü eksik edilmediği 2020 yılında kadınların verdiği mücadele, 2021’de bu öfke ve tepkinin daha da mayalanacağına, eşitlik ve özgürlük kavgasının daha da büyüyeceğine işaret ediyor.