Türkiye’de kadın emeği ve mücadelesi

15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 50. yılına girmeye hazırlandığımız bugünlerde, sınıf mücadelesi açısından önemi çerçevesinde Türkiye’deki kadın emeği ve mücadelesinin gelişim seyrini belli kesitleri üzerinden ele alacağız.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kadın
  • |
  • 12 Haziran 2020
  • 17:09

Türkiye’de kadın emeği geçmişe nazaran daha belirgin bir yer tutmaktadır. Bugün işgücü istihdamının yüzde 30’unu kadınlar oluşturmaktadır. Sanayinin temel sektörlerinde kadın işçiler de yer almakla birlikte, tekstil, gıda, sağlık, eğitim ve hizmet sektörleri, kadınların en yoğun olarak istihdam edildiği alanlardır.

Kadınlar üretimde tuttukları yerle de bağlantılı olarak, sınıf mücadelesi içinde giderek daha fazla yer almaktadırlar.

15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 50. yılına girmeye hazırlandığımız bugünlerde, sınıf mücadelesi açısından önemi çerçevesinde Türkiye’deki kadın emeği ve mücadelesinin gelişim seyrini belli kesitleri üzerinden ele alacağız.

***

Yaşadığımız coğrafyada kadınların sanayi üretiminde yeralmaları erken bir tarihe dayanıyor. Osmanlı döneminde kadınlar 19. yüzyılın sonlarında atölyelerde ve küçük çaplı işletmelerde çalışmaya başlıyorlar. Neredeyse yüzde 95’i geleneksel kadın rolleriyle bağlantılı (dokuma, gıda vs.) işkollarında çalışıyor. Bu süreçte hizmet sektöründe de çalışmaya başladıkları yansıyor. Osmanlı döneminde işçi sınıfının toplam tablosu içinde gayrimüslimler ağırlık taşıdıkları gibi, bu durum kadın işçiler için de geçerli. 1915 yılında yapılan sanayi sayımına göre, işçilerin küçük bir oranını Türkler oluşturuyor. İşçi sınıfı ağırlıklı olarak Rum, Ermeni ve Yahudilerden oluşuyor. Kadın işçilerin ilk grevi olarak bilinen Feshane grevinin, 50 Rum ve Ermeni kadın tarafından gerçekleştirilmiş olması da bu verileri doğruluyor. Rumeli’de gayrimüslim kadınlar 1840 yılında atölyelere ve fabrikalara yönelirken, Bursa’da Türk-müslüman kadınların ipek işçisi olarak çalışmaya başlamaları 1860 yılını bulmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı kadın işçi istihdamını etkileyen bir rol oynamıştır. Savaş nedeniyle azalan erkek işgücünü telafi edebilmek için kadınlar daha fazla üretime çekilmiş, hatta “erkek işi” sayılan işlerde bile çalışmak zorunda kalmışlardır. Bu durum, azalan emek gücünün telafisinin yanı sıra eşleri savaşa giden ya da savaşta yaşamını yitiren kadınların çalışma zorunluluğundan kaynaklanmıştır.

Cumhuriyet dönemine kadarki süreçte kadınların uzun saatler ve düşük ücretle çalıştırıldıkları ve genel planda koruyucu önlemler alınmadığı bilinmektedir.

Kadın istihdamının tercih edilmesinin nedenlere baktığımızda, savaş koşulları başta olmak üzere, kadınların erkeklerden daha düşük ücretle çalıştırılması ve işçi eylemlerinde yer alsalar da katılımlarının erkek işçilere nazaran daha düşük olması sayılabilir. Bu dönemde 111 grevin sadece 40’ı kadın işçilerin çalıştığı işletmelerde yaşanmıştır. 1910 yılında Bursa’da çoğunluğu kadın binlerce ipek işçisinin grevi ise dikkate değerdir. Dönem boyunca gerçekleşen grevlerde uzun çalışma saatleri, düşük ücretler ve eşit işe eşit ücret talebi öne çıkmaktadır.

***

Yeni kurulan ulus-devlet ile birlikte işçi sınıfının etnik yapısı değişmiştir. Sınıf mücadelesinin geçmiş birikimi sınırlı da olsa yeni döneme taşınabilmiştir.

Yeni cumhuriyet işgücü yetersizliğini devletin müdahaleleriyle çözmenin adımlarını atmıştır. Bu süreçte kadın işçiler de kamuda istihdam edilmeye başlanmış, dokumacılık ve gıda alanları, kadınların temel çalışma alanları olmuştur.

Kamuda ve özel işletmelerde çalışan kadınlar ve kız çocukları, bu dönemde toplam istihdamın dörtte birini oluşturmaktadır.

Kamu işletmeleri kadınların üretime ve toplumsal yaşama katılımları açısından özel bir rol oynamıştır. Bu işletmelerde çalışan işçiler görece daha iyi ücret almışlar, sosyal haklar elde etmişlerdir. Bazı kurumlarda barınma sorunları çözülmüş, kadınlara okuma-yazma öğretilmiş, çocuklu kadınlar için kreş ve bakımevi imkanı sunulmuştur. Ancak ücretlerin ve sosyal hakların ihtiyacı karşıladığını söylemek olanaklı değildir.

1950’li yıllarda da kadınlar, geleneksel kadın işleri olarak görülen alanlarda (tekstil, gıda, tütün) çalışırlar. Kapitalist sistemin doğasında olan cinsiyete dayalı ayrımcılık bu süreçte de varlığını sürdürür, kadınlar daha düşük ücret almaya devam ederler. 

Genç cumhuriyet başından itibaren işçi sınıfına karşı açık bir sınıfsal tutumla hareket eder. 1925 yılında Kürt isyanı gerekçe gösterilerek çıkarılan Takrir-i Sükun yasası ile grev ve eylemler yasaklanır.

1937 yılında yürürlüğe giren İş Yasası’nda haftalık çalışma 48 saat olarak belirlenir ve toplu sözleşme ile grev hakkı yer almaz. İşçi-işveren uyuşmazlıkları için ise tahkim (hakem) kurumu vardır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri söz konusu değildir. Çalışma yaşı ve süreleri ile ilgili hükümler yer alsa da, özellikle kadınlar ve kız çocukları için uygulanmaz.

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmediği halde, sermaye iktidarı savaş koşullarına göre hareket etmeye başlar. Azami sömürüyü sağlayacak yasalar çıkartılır. 1940 yılında çıkartılan Milli Koruma Kanunu ile günlük çalışma saatleri uzatılır, hafta tatili kaldırılır ve ücretler yarıya düşürülür. Öncesinde göstermelik de olsa var olan kadın ve kız çocuklarına dair önlemlerin kaldırılması, onların kuralsız çalıştırılmalarının önünü açar. Bu süreçte kadın istihdamında yüzde13 oranında artış yaşanır.

1947 yılı ise Türkiye’de farklı yönleriyle yeni bir dönemi işaretler. İkinci emperyalist savaşa fiili olarak katılmasa da, savaşın zorlukları ve savaş sonrası dünyanın şekillenmesi Türkiye’yi de etkiler. Siyasal planda çok partili yaşama geçişin adımları atılır. Aynı zamanda çıkarılan sendikalar yasası ile sendika ve işçi örgütleri kurmanın önü açılır. Ekonomide emperyalist yardımlarla bağlantılı olarak, montaja dayalı hafif sanayi modeli uygulanır.

İktidarın baskıcı politikalarına, düşük ücretlere, ağır çalışma koşullarına vb. tepki olarak DP iktidara gelir. Verdiği vaatleri anında unutan DP iktidarı, açık sınıfsal tutumla davranmaya devam eder. Baskılar, yasaklar ve ağır çalışma koşullarında bir değişiklik olmaz.

Kapitalizmin savaş sonrası bu yeniden toparlanma döneminde işçi ve emekçilerin gelirlerinde kısmi iyileştirmeler yaşanır. Ancak, emperyalizme bağımlı ekonominin yeni krizlerle karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.

Bu süreçte işçileri ilgilendiren yasaların yanısıra, doğrudan kadın işçileri ilgilendiren düzenlemeler de söz konusudur. 1948 yılında Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği çıkartılır. 1950 yılında çıkarılan 5518 sayılı kanunda “İşin önemi ve randıman bakımından eşit şartlarda çalışan erkek ve kadın işçilere eşit ücret ödenir ve cinsiyet farkını bahane ederek hiçbir kısıntı yapılamaz” denilmektedir. Ancak bu yasanın hiçbir yaptırım hükmü yoktur.

1953 yılında ise, “Gebe ve emzikli kadınların şartlarıyla emzirme odaları ve kreşler hakkında nizamname” yasalaşır. Yasa, hamile kadınlar için kimi tedbirleri ve işyerlerinde emzirme odaları ve kreş açma zorunluluğunu içerir. Ancak, yasanın ne uygulaması ne de denetimi söz konusudur. 1960’a varıldığında, ülke çapında sadece 32 kreş ve 33 emzirme odası vardır.

İşçiler lehine yapılan yasal düzenlemelerin gerisinde, artan işgücü ihtiyacı ve iktidarın baskıcı tutumları karşısında gelişen tepkiler yatmaktadır. Nitekim yasaklara rağmen grev ve direnişler gerçekleşmiş ve “46 sendikacılığı” denilen bu dönemde (kısa bir süre sonra yasaklanacak olan) çok sayıda sendika-işçi örgütü kurulmuştur.

Grevler daha çok erkek işçilerin çalıştığı alanlarda yaşansa da, tekstil ve gıda gibi sektörlerde kadın işçiler de örgütlenme ve fiili grev süreçlerinde yeralmışlardır. 1947’de kurulan Tütüncüler Sendikası’nın başkanının bir kadın işçi olan Zehra Kosova olması bu konuda bir fikir vermektedir.

***

Ekonomik ve siyasi krizin derinleşmesiyle DP iktidarı yıpranır ve 1960 darbesi ile son bulur. Darbe sonrası süreçte de ithal ikameci model uygulanmaya devam eder. Bu dönemde kamunun yanı sıra özel sektör işletmeleri de, devletin sağladığı çok yönlü imkanlarla gelişim gösterir.

‘60’ların sonunda yeni bir ekonomik bunalım beklenmekle birlikte, kapitalist ekonomi büyüme eğilimini sürdürür ve işçi ücretlerinde nispi artışlar görülür.

‘60’lı yıllar aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının mücadele sahnesine etkin bir şekilde çıktığı yıllardır. ‘70’lere doğru işçi sınıfı daha da politikleşecek, sınıfsal talepleri, kitlesel ve militan eylemleriyle varlığını göstermeye başlayacaktır.

Bu dönemde çalışanların büyük çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır. 1965 yılında erkeklerin oranı yüzde 90 civarındadır. Kadın istihdamında düşüş yaşanmıştır. Kırdan kente kitlesel göçle işgücünde artış yaşandığı halde, istihdama erkek ve kadınların katılımı aynı düzeyde olmamıştır. Bu durum üretimin yoğunlaştığı sektörlerle bağlantılı olmalıdır.

Herşeye rağmen, geçmiş dönemden itibaren yeraldıkları geleneksel sektörlerde (tekstil, gıda) kadınların istihdam edilmesi sürmüştür. Bu süreçte dünyada ve Türkiye’de yükselen sınıf mücadelesinde kadınlar da yerlerini almışlardır. Kadınların da çalıştığı gıda işkolunda 200, dokuma işkolunda 30 grev ve direniş gerçekleşmiştir. Ve bu döneme damgasını vuran işgal ve direnişlerde kadınlar eşlerinin, kardeşlerinin yanında aktif bir şekilde yer almaya devam etmişlerdir. Türkiye sınıf hareketi tarihinin en büyük eylemi olan 15-16 Haziran Direnişi’nde de kadın işçiler aktif bir katılım sergilemişlerdir.

‘70’li yıllara gelindiğinde, dünyada ve Türkiye’de yeni bir ekonomik krizin çanları çalmaya başlar. Büyümekte olan özel sektör daha yoğun sömürü politikalar izler. Ancak her geçen gün büyüyen ve politikleşmeye başlayan sınıf hareketi artık sermaye sınıfı için önemli sorundur.

Ekonomik-siyasal istikrarsızlığa ve yükselen devrimci mücadeleye müdahale amacını taşıyan ‘71 darbesiyle toplumsal muhalefet dizginlense de, bu kısa sürer. ‘74 yılından itibaren mücadele yeniden yükselmeye başlar ve işçi sınıfının yanı sıra kentin küçük-burjuva katmanlarını, öğrenci gençliği de içine alarak yaygınlaşır. ‘70’lerin sonlarında politikleşen işçi hareketi, işgaller ve grevlerle sermaye sınıfının karşısına dikilmeye devam eder. Kadın işçi ve emekçiler de bulundukları alanlarda mücadelede yerlerini alırlar. Yanı sıra direnişlerde ve grevlerde eşleri ve kardeşleriyle birlikte mücadelenin öznesi olmaya devam ederler.

***

1980 yılı, sermaye devleti açısından olduğu kadar Türkiye işçi sınıfı için de bir dönemeci işaret eder.

Sermaye iktidarının içine girdiği krizden çıkabilmesi için saldırı politikalarının uygulanması, işgücü maliyetlerinin düşürülmesi; bu amaçla hazırlanan 24 Ocak Kararları’nın hayata geçirilebilmesi için ise yükselen devrimci hareketin ve toplumsal muhalefetin sindirilmesi gerekmektedir. 12 Eylül darbesi bu hedefin bir parçası olarak planlanır.

12 Eylül’le birlikte “ihracata dayalı” yeni birikim modeline geçilir. Saldırı politikaları birbirini izler ve işgücü maliyetleri düşürülür. Ücretler ve sosyal haklar açısından ciddi kayıplar yaşanır. Ucuz işgücü ihtiyacı çerçevesinde kadın istihdamı yükselir. Saldırı politikalarına karşı ‘80’lerin sonunda yaşanan işçi sınıfının mücadelelerinde kadın işçiler de yerlerini alırlar.

‘90’lı yıllardan itibaren kamunun tasfiyesi ve özelleştirme politikalarıyla çok sayıda işçi işten çıkarılırken, kamu fabrikalarında çalışan kadın işçiler de işlerini kaybederler. Sürecin kadın işçiler ile birlikte işçi sınıfına faturası çok ağır olur. Kazanılmış haklar gasp edilir, özelleştirmelerle birlikte örgütlülükler dağıtılır.

***

2000’li yıllarda neo-liberal saldırı politikaları yoğunlaştırılmış bir şekilde uygulanır. AKP iktidarı bunun en kararlı savunucusudur. Mezarda emeklilik yasasıyla girilen 2000’lerde, özelleştirme politikalarının yanı sıra güvencesiz ve esnek çalışma temel çalışma biçimleri haline getirilmeye çalışılır. Ucuz işgücü olarak kadınlar temel sektörlerde istihdam edilirken, kayıtdışı çalışanlar içinde azımsanmayacak bir kesimi oluştururlar. TÜİK’in 2010 yılı verilerine göre, kayıt dışı çalışan erkeklerin oranı yüzde 37 iken, kadınlarınki yüzde 35’tir.

2000’li yıllarda sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda kadınlar, geçmişten farklı olarak, geleneksel işlerde değil tüm alanlarda istihdam edilmişlerdir. Ancak cinsiyete dayalı ayrımcılık nedeniyle kadınların sanayi alanındaki istihdamları diğer alanlara göre daha düşüktür. İstihdam edilen kadınların yüzde 39,2’si tarımda, yüzde 45’i hizmet sektöründe, yüzde 14,8’i de sanayi sektöründedir. Tekstil sektörü dışında metal, otomotiv ve petro-kimya alanlarında azımsanmayacak sayıda kadın çalışmaktadır.

Geçmişe nazaran üretim süreçlerinde kadınlar daha eğitimli olarak yeralmaktadır. Özellikle sanayi alanında istihdam edilen kadın işçilerin son yıllarda mesleki eğitim aldıkları görülmektedir. Ancak bu durum kadınların ucuz iş gücü olarak görülmesi gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Aynı zamanda kriz dönemlerinde ilk kapı önüne konulan kesim olmaktadır.

AKP iktidarı yıllarında kadınlar, dinci-gerici ideolojiyle toplumsal yaşamın dışına itilmeye çalışıldıkları halde, üretimde var olmaya devam etmişlerdir.

Bu dönemde de işçi sınıfına dönük kapsamlı saldırıların bir parçası olarak kadınların kazanılmış hakları bir bir törpülenmiştir (kreş hakkı, süt izni vb.). İşçi sınıfına dayatılan kiralık işçilik gibi esnek çalışma hükümleri bizzat kadınlar üzerinden hayata geçirilmiştir.

Bu tabloya rağmen, 2000’li yıllardan itibaren gerek tekil direnişlerde gerekse de sınıf kardeşleriyle birlikte kadınlar mücadelede özel bir rol oynamışlardır. Novamed, Aymasan, Desa, Paşabahçe, Tekel, Greif ve Metal Fırtına, bu direnişlerin öne çıkan örnekleridir.

Türkiye’de kadın işçiler, yüzyılı aşkın bir süreçte, üretimde olduğu gibi mücadelede de “Biz de varız” demeye devam etmektedirler. 

Kaynaklar:

* İşçi hareketinden kesitler, Kızıl Bayrak, Sayı: 5-6-7

* Geçmişten günümüze Türkiye’de kadın emeği, Ahmet Makal-Gülay Toksöz

* 15-16 Haziran direnişinin mirasına sahip çıkalım, Ç. İnci, Kızıl Bayrak, 16 Haziran 2019

* Türkiye’de işçi sınıfı ve sendikacılık, Praksis, Y. Akkaya

* Türkiye’de Sanayi Proletaryası, R. Rozaliev

* Türkiye işçi sınıfı ve sendikacılık hareketi tarihi, Yıldırım Koç