Covid-19 salgını, resmi tarihe göre Türkiye’de yaklaşık bir yıldır sürüyor. Mevcut tabloya bakıldığında görünen o ki daha uzun bir süre yıkıcı etkisini göstermeye devam edecek. Pandeminin etkili olduğu bu bir yıllık süreçte sermayedarlar kârlarını katlarken, işçi ve emekçilere daha fazla açlık, yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik ve sömürü düştü. Haliyle, işçi ve emekçi kadınların durumu çok daha ağır ve dayanılmaz hale geldi.
Pandemi sürecinde en önce işten atılanlar, kapitalist sistemde ucuz işgücü olarak görülen kadın işçilerdi. Sigortalı-sigortasız çalışan binlerce kadın işçi işten atıldı. Bir milyonu aşkın kadın işçinin kayıt dışı çalıştırıldığı Türkiye’de, DİSK-AR’ın raporuna göre, kadınlarda geniş tanımlı işsizlik oranı 2019’da %26,5 iken, 2020 yılının ilk dört ayında %34,1’e yükseldi. Ayrıca Covid-19 nedeni ile revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik oranı erkeklerde %50,1, kadınlarda ise %56,4 olarak saptandı. Keza yoksulluk sınırının altında yaşayan 10 milyonu aşkın insanın yarısından fazlasını kadınlar oluşturmaktadır. İşini ‘kaybetmeyen’ kadınlar ise düşük ücretlerle, güvencesiz bir şekilde, yarı zamanlı olarak, salgınla burun buruna çalıştırılıyorlar. Mülteci kadın işçilerin durumu elbette daha kötü. Mülteci kadınlar arasında sigortalı çalışan yok denecek kadar az.
2019 Mart-Kasım döneminde kadın-erkek on binlerce işçi Covid-19 hastalığına yakalandı. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre 400’e yakın işçi hayatını kaybetti.
Sermayedarların “aynı gemideyiz” palavralarının emekçi kadınların sefaleti karşısında hiçbir inandırıcılığının olmadığını, bu kısıtlı veriler bile yeterli açıklıkta gözler önüne seriyor. Kapitalistlerin gemilerinde kârlar katlanıyor, şatafatlı hayatlar devam ediyor. Bizim gemimizde işsizlik, yoksulluk, şiddet, taciz, tecavüz, ölüm…
Sömürü sisteminin ihtiyacı doğrultusunda eve kapatılan kadınların sayısı pandemi sürecinde işten atmalarla birlikte daha da arttı. Sistemin kadınların üzerine yıktığı ev işleri ve çocuk bakımı gibi işler emekçi kadınların yaşamını bu süreçte daha da zorlaştırmıştır. Yapılan araştırmalarda pandemi sürecinde kadınların pek çoğu, evde kaldıkları sürece yoğun stres ve endişe içinde olduğunu belirtiyor. Bunun yanı sıra pandemiyle geçen bir yıllık süreçte kadına yönelik şiddet arttı, 500’e yakın kadın katledildi. Kadın cinayetlerine karşı önlem almak bir yana, sanıklara iyi hal indirimleri yağdırıldı, birçoğuna soruşturma dahi açılmadı.
Sağlık sektöründe tablo daha da ağırlaşıyor. %65’ini kadın çalışanların oluşturduğu sektörde, uzun çalışma saatleri ve ağır iş yükü altında ezilen sağlık emekçisi kadınlar bir de çocuk bakımı, ev işi gibi işlerle başa çıkmak zorunda kalıyorlar. Onlarcası alınmayan önlemler sebebi ile ölüyor. 2020’de koronavirüse yakalanan her on kişiden biri sağlık emekçisiydi. Türk Tabipler Birliği’nin 28 Aralık 2020 tarihli açıklamasına göre 117 tıp doktoru, 39 eczacı, 30 teknisyen, 18 hemşire, 15 diş hekimi, 7 sağlık memuru, 3 veteriner ve diğer (idari personel, güvenlik görevlisi, şoför, aşçı, hizmetli vb.) 71 kişi olmak üzere toplam 300 sağlık emekçisi Covid-19’dan hayatını kaybetti.
Göstermelik alkışlar değil, gerekli acil önlemler talep eden sağlık emekçileri kaderleriyle baş başa bırakılıyorlar. Ücretsiz ve nitelikli kreş, bakmakla yükümlü oldukları hasta, yaşlı vb. kimseler için bakımevleri, eşit işe eşit ücret taleplerini her fırsatta yineleyen sağlık emekçisi kadınların talepleri görmezlikten geliniyor. Bir yanda sağlıkta şiddet vakaları artarken, diğer yanda verilerin doğru aktarılmasını talep eden, gerekli tedbirlerin alınmamasına tepki gösteren sağlık emekçileri devletin düşmanca tutumuyla karşı karşıya kalıyorlar.
Kapitalizm, yaşamlarını çaldığı işçi ve emekçileri pandemiyi de bahane ederek tam anlamıyla felakete sürüklemekten geri durmuyor. Bu sömürü cehenneminden kurtulmanın yolu ise kadın-erkek el ele verip mücadele etmekten geçiyor.