Kapitalizm şiddet yüklüdür. Kapitalistler şiddet aygıtlarıyla ve şiddeti toplumsal yaşamın olağan bir parçası haline dönüştürerek egemenliklerini sürdürüyor. Kadınların nefes alamadığı (insanca yaşayamadığı) kapitalist sistem ve/veya nefes alamadığı (yaşatılmadığı) erkek egemen zihniyet süreklileştirilerek iktidarın bekası korunmaya çalışılıyor. Yaşamın her alanında sömürüye maruz kalan, eşitlik ve özgürlükten mahrum bırakılan, cinsiyetçi-gerici politikalarla cendereye alınan kadınlar şiddeti daha yoğun yaşıyor.
Kadına yönelik şiddetin daha görünür olduğu zamanlardayız. Ama aynı zamanda kadına yönelik şiddet, iktidar politikalarıyla olağanlaştırılmaya çalışılıyor. Cinsiyetçi söylemler, kadın düşmanı cümleler hala sarf ediliyor. Kadınların yaşam tarzına, giyimine karışma vb. hadsizlikler hala sürüyor. Kadına yönelik şiddet günbegün artıyor. “Hayatım tehlikede” diyen kadınlar için koruyucu önlemler hala alınmıyor. Tacizciler, tecavüzcüler, kadın katilleri, çocuk istismarcıları hala serbestçe dolaşıyor. Mahkemelerden beraatler, indirimler, aflar hala art arda çıkıyor. Bir kadını uğradığı şiddetten kurtarmak isteyen bir genç hala tutuklu ve hakkında yüksek cezalar isteniyor. Çalışma yaşamında mobbing ile kadınların denetlenmesi, bezdirilmesi hala temel bir yöntem olarak kullanılıyor.
Diğer yandan kadınların seslerini yükseltmesi engelleniyor. Kadınların taleplerinin yükseldiği eylemlere saldırılar oluyor. Mücadele eden kadınlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Tüm bunlarla yoğrulmuş bir Türkiye’de kadınların kazanımlarına saldırılıyor; İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmak isteniyor...
Bu yıl tüm bunları pandemi koşulları altında yaşadık. 2019’un 25 Kasım’ının ardından dünyanın birçok yerinde, 2020’nin 8 Mart’ının sonrasında Türkiye’de Covid-19 salgını dalga dalga yayıldı. Birçok şeye etki ettiği gibi pandeminin kadınların yaşamına da çok yönlü etkileri oldu:
-Kadınların yaşadığı şiddet arttı.
-Kadınların üzerine yıkılan temizlik, yemek, çocuk-yaşlı bakımı vb işler yoğunlaştı.
-Hak gaspları ile çalışma koşullarına dair sorun alanları derinleşti.
-Kriz ve pandemi ile ekonomik sıkıntılar boyutlandı.
Pandemi; sadece bir hastalığın vuku bulmasıyla sağlık sisteminin durumunu değil kapitalizmin toptan insanlık dışılığını, eşitsizliğini, şiddetini ortaya serdi. Buzdağının su altında kalan kısmı da su yüzüne çıktı.
Görüyoruz ki; çifte sömürü, kriz, pandemi sarmalında kadın olmak, yoğunlaşan sorunlarla ve dolaysız olarak kadına yönelik şiddetin artmasıyla karşı karşıya kalmak demektir. Her evin içi nedenleri ve biçimleri değişse de birer örnektir. Şiddetin bir merkez üssü de işyerleridir, sistemin şiddetinin beslendiği yerlerdir.
Çalışma yaşamı ve şiddet dendiğinde çalışma zorunluluğu ve bununla bağlantılı baskı sınırında algılanabiliyor. Oysa çalışma yaşamında şiddet, kadına yönelik politikaların izdüşümüdür. Üstü örtülmeye çalışılmaktadır, yaşamın her alanında olduğu gibi...
Ekonomik kriz ile başlayan kaygılar pandemi ile boyutlandı. İşten atılma korkusunu yaşamak; alınan ücretle geçinememek; kısa çalışma, ücretsiz izin ile düşük ücretlerin daha da düşük hale gelmesi; uzun çalışma saatlerinin ve her türlü kölece çalışma biçiminin dayatılması vb. durumlar ekonomik ve psikolojik şiddet olarak çalışma hayatının içine sirayet etmiş durumda. En düşük ücretle çalışan, aynı işi yaptığı erkek işçiden daha düşük ücret alan, işten çıkarma olduğunda ilk tercih edilen kadınlar, ekonomik ve psikolojik şiddeti en yaygın ve çifte yaşamaktadır. Kadın olmaktan kaynaklı işe seçilmekle, meslek seçmekle, ücretinin belirlenmesinde ayrımcılığa uğramakla başlayan çalışma yaşamı mobbingin taarruzuyla sürmektedir.
Bunun yanısıra fiziki ve sözlü cinsel tacizler, şiddet biçimleri çalışma yaşamının içerisinde çok yoğun yaşanmaktadır. Bu yöntemler çalışma biçiminin bir uzantısı olarak kullanılmaktadır. İşe devam edebilmek için susmaktan, görmezden gelmekten başka şans tanınmadığı gibi itiraz edip kabullenmenin bedeli olarak kadınlar katledilmektedir.
Topluma sirayet ettirilen gericilik ve cinsiyetçilik erkek çalışma arkadaşlarımızda, amirlerde, patronlarda her gün karşımıza çıkıyor. İşten çıktığımızda yürüdüğümüz yolda, ikinci çalışma alanımız olan evde, alışveriş yaparken, gezerken, yolculuk ederken yine ve yeniden karşımıza çıkıyor.
Duyuyoruz ki dünyanın sokaklarında haykırışlar yükseliyor ve deniliyor ki: “Kadın cinayetleri son bulsun!”, “Yaşamak istiyorum!”, “Nefes alamıyorum!”, “Doğamıza dokundurtmayacağız!”, “Depremler için acilen önlemler alınsın!”, “Haklarımızı gasp ettirmeyeceğiz!”, “Özgürlüğümüzü istiyoruz!”...
Baskı, zor ve gericiliğe rağmen yükselen sese ve süreklileşen eylemleriyle ısrarlı ve kararlı bir tablo çizen kadınların “Kelebekler” gibi kanat çırpışları sistemin dengesini bozan önemli bir güç yaratıyor. Bu güç hiç kuşku yok ki sessizliğin yırtılmasını, kabullenip boyun eğmekten vazgeçilmesini, karanlığın dağılmasını sağlıyor.
Biliyoruz ki “Artık bu böyle gitmez!” Kapitalizm çıkmaz bir sokakta, geri dönemiyor ve ilerlemekten aciz bir şekilde debeleniyor.
Şiddeti önlemek için, ana kaynağı olan kapitalist sömürünün ve erkek egemen zihniyetin son bulmasını sağlayacak, toplumu dönüştürecek bir hedefle hareket etmeliyiz. Bunun için kadınların sorun yaşadığı her nokta mücadelenin kopmaz parçaları olmalıdır. Kadına yönelik şiddete, şiddetin kadınlar üzerindeki her türlü etkisine karşı, fabrikaları, işyerlerini, sendikaları (çalışma yaşamının toplamını) mücadele mevzilerine çevirmeliyiz. Kadın işçi ve emekçilerin örgütlü gücünü açığa çıkararak çalışma alanlarından yükselen sesle sokağın eylemini büyütmeliyiz.
Gebze İşçilerin Birliği Derneği Başkanı Elif Alçınkaya
Kandıra F1