Tek yol mücadelede!
Dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgınının yeniden tırmanışa geçtiği günlerdeyiz. “Yeter ki üretim sürsün, ekonominin tekerleri dönsün” diyerek salgın karşısında göstermelik önlemler alan AKP iktidarı, 1 Haziran’dan itibaren “normalleşme” dönemi başlattı. İktidar eliyle yaratılan manipülasyona rağmen, salgın yayılmaya devam etti. Halihazırda, emekçi semtleri ve fabrikalar salgının merkezleri haline geldi. Tüm bunların faturasını ise emekçiler ödüyorlar. İşçiler açlık ve virüs ikileminin sopası altında çalışmak zorundalar. Sermayeye yapılan her türlü destek ve teşviğin sonucu olarak, düşük ücretlerle, gücencesiz ve yarının ne olacağını bilmeden yaşamlarını sürdürüyorlar. Kadınlar bu sürecin yükünü ağır bir şekilde yaşıyorlar. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada...
UN Women’in (Birleşmiş Milletler Kadın Birimi) yaptığı araştırmaya göre, dünya çapında yoksul kadın sayısında artış yaşanacağı gibi, yoksullukta kadınlar ile erkekler arasındaki açı da artacak. Öyle ki tahminlere göre 2030 yılına kadar pandemi öncesindeki sürece dönülemeyecek. Dünya çapında kadınlar salgınla birlikte var olan krizin bedelini açlıkla, yoksullukla, işsizlikle ve şiddetle ödeyecekler.
Bu tabloya rağmen, dünyanın pek çok köşesinde olduğu gibi Türkiye’de de kadınlar bu süreçte gerici iktidarların saldırılarına boyun eğmediler ve sokaklara taştılar. AKP iktidarı, kadınlara yönelik sistematik saldırılarını sürdürürken, tam da pandemi sürecini fırsata çevirmeye çalışarak, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarını açtı. Ancak kamuoyunda yükselen tepkiler ve bunun etkisiyle AKP içinden gelişen itirazlardan kaynaklı, İstanbul Sözleşmesinin iptali, AKP MYK’sında gündeme gelmedi. Yaklaşık 1 aydır İstanbul Sözleşmesi konusundaki sessizlik sürüyor. Bu, AKP iktidarının İstanbul Sözleşmesi konusundaki yaklaşımından vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Kamuoyuna yansıyan bilgiler ise İstanbul Sözleşmesi’nde “cinsel yönelim” söylemlerinin yeraldığı ve eşcinselliği teşvik ettiği iddia edilen maddelerin revize edilmesi üzerinden tek adam rejiminin şefi tarafından yapılan görevlendirme ile çalışmaların sürdüğü yönünde...
İstanbul Sözleşmesi konusunun, kısa süreli sessizliğin ardından ilk fırsatta yeniden gündeme getirileceğine şüphe yok. Dahası, ağırlaşan salgın koşullarında fırsattan istifade tez elden gündeme getirilmesi de mümkündür. Ancak, geniş kesimlerde kadına yönelik şiddet üzerinden doğan tepkiden kaynaklı, sözleşmeyi “eşcinsellik” tartışmasına sıkıştırmak, kadın örgütlerini ve ilerici kurumları bunun üzerinden marjinalize etmek eğilimi içine girmeleri de ihtimal dahilindedir.
İstanbul Sözleşmesi üzerinden hangi manevralara giderlerse gitsinler, kadına yönelik şiddete karşı hangi “yerli ve milli” projelerin peşine düşerlerse düşsünler, 6284 sayılı kanunu yok sayıp, geçtiğimiz gün yaptıkları gibi, şiddete karşı hangi sözde yeni genelgeler çıkartırlarsa çıkartsınlar, gerici AKP iktidarında cismleşen kadın düşmanı politikalar hız kesmeden devam etmektedir. İpek Er isimli genç kadına cinsel saldırıda bulunan uzman çavuş Musa Orhan’ın önce tutuklanıp, sonra bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatıyla serbest bırakılması, devletin hem tecavüzcüye hem de hem de her türlü yozlaşma ve çürümenin içine batmış ordu mensubuna sahip çıkması anlamına geliyordu.
Aynı hafta içinde, İzmir’de, Bursa’da, İstanbul’da onlarca kadın yakınları tarafından cinayetlere kurban gitti. Yüzlerce kadın ise, şiddete uğramaya devam etti.
İşçi ve emekçiler için olduğu kadar, bir parçası olan kadınlar için de zorlu günlerin içindeyiz. Salgın, kriz, yoksulluk, şiddet gibi bir dizi sorun emekçi kadınları cendere içine almış ve yaşamlarını çok ağırlaştırmış durumda. Bu tablodan çıkışın ise bir tek yolu var: Kadınıyla erkeğiyle birleşik mücadeleyi örgütlemek ve sömürü, baskı ve zulmün sahiplerine örgütlü güç ile yanıt vermek!..