Geçtiğimiz günlerde savaş örgütü NATO devletlerinin dışişleri bakanları bir telekonferans düzenleyerek, korona salgınına karşı “ortak” mücadelenin sorunlarını görüştüler. Bu konferansta nelerin tartışıldığı ve sonuçlarına dair ayrıntılar medyaya pek yansımadı. Burjuva medya yalnızca korona salgınının durdurulması için ortak mücadele edileceğine dair haberlere, o da sınırlı bir şekilde yer verdi. “Koskocaman” NATO devletlerinin dışişleri bakanları güncel bir salgına karşı ortak bir mücadele geliştireceklerini açıklıyorlar ve bu, burjuva medyada küçük ve sıradan bir haber olarak geçiştiriliyor. Bu alışılmışın dışındaki olayın tek bir açıklaması var. Artık hiç kimse söylenenlerin pek bir anlamı olduğuna inanmıyor.
Son günlerde karaborsaya düşerek fiyatının birkaç misli üzerinde alıcı bulan koruyucu maske korsanlıkları, NATO ortaklarının durumunu çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir. Batılı ortaklara göre her şey Çinliler’in başının altında çıkıyor. Onlar korona virüsüne ortak bir isim bulamadan ve ortak bir bildiri yayınlayamadan G20 zirvesinin dağılmasının sorumluluğunu da Çin’e havale ediyorlar. Batının büyük devletlerine bakılırsa koruyucu maskelerin karaborsaya düşmesinin müsebbibi de yine şu Çinliler’dir.
Çinli bir toptancıdan 500.000 maske sipariş eden ve ödemesini peşin yapan Hamburglu bir start-up perakendecisi yaşadığı macerayı Tagesspiegel’e şaşkınlıkla anlatıyor. Anlaştığı gibi bitmiş maskeleri yüklemek için bir kamyon gönderdiğinde sadece 100.000 parça bulabilmiş. Elini çabuk tutan Amerikalılar Çinli üreticiye iki kat fiyat teklif ederek, malların üzerine konmuşlar. Eh ne de olsa serbest piyasa. Yaşasın liberalizm!
Hamburglu tüccarımız devam ediyor: “Kaosun boyutunu hayal bile edemezdim. ... Sözleşmeler bozulur, teslimat tarihleri yok sayılır. ... Orada ne gerekiyorsa o yapılır... Ama burada bir savaşa girdik. Şu anda fabrikaların önünde heyecanlı macera sahneleri yaşanıyor. Bu bölgeler ve fabrika silahlı kişiler tarafından korunuyor. Rüşvetler akıyor.” (Rothe Fahne.)
Çin’den sipariş edilen ve Fransa’nın salgından en kötü etkilenen bölgelerinden birine gitmek üzere olan maskelerin de, ABD’li alıcılar tarafından Fransa’nın ödediğinden üç kat fazla nakit ödenerek satın alındığı haberleri medyada yer aldı.
Bu arada Almanya’da koruma maskelerinin fiyatı %3000’e kadar yükseldi. Üreticiler ve aracılar yüksek fiyatlar talep ediyorlar. Dükkanların genellikle 50 sent ile 1,50 avro arasında fiyatlarla satın aldıkları maskeler, şu anda 20 avro veya daha fazla bir fiyatla alıcı bulabiliyor. (Rothe Fahne)
Hastanelerde yeterince koruyucu maskenin bulunmaması “saygın” kuruluşları bile olmadık yerlere sürüklüyor. Örneğin Almanya’da korona krizi sürecini yönetmekle mükellef kılınan, Türkiye’de de oldukça takdir toplayan ve gıptayla izlenen Robert Koch Enstitüsü (RKI), koruyucu maskelerin takılıp takılmaması hakkında hep çelişkili açıklamalar yaptı. Dahası yaşanan maske sıkıntısından dolayı maskelerin yıkanarak birden fazla kez kullanılabileceğini açıklayarak, halk sağlığını tehlikeye atmakta bir mahzur görmedi. RKI’nin bu açıklamaları Almanya’da ilerici basın tarafından sert eleştirilere konu edildi. Maske kullanımı konusundaki aynı çelişki ve zikzakları Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) açıklamalarında da gördük.
Koruyucu maskelerin kullanımı konusunda en istikrarlı tavrı Çin sergiledi. Maske takılmasının koruyucu özelliği olduğunu başından beri savundu. Fakat acele hüküm vermeden önce arka planına da bakmak gerek. Nasıl ki RKI ve DSÖ’nün istikrarsız açıklamalarının arkasında batılı devletlerin elinde yeterince koruyucu maske bulunmaması gerçeği varsa maskelerin koruyuculuğu üzerine Çin’in verdiği fetvaların arkasında da bu “değerli” metayı satma hesapları yatıyor.
Uluslararası üretimin yeniden düzenlenmesinin bir parçası olarak, tıbbi koruyucu ekipman üretimi Çin’de yoğunlaşmıştı. Dünyada tüketilen her iki maskeden birisi Çin’de üretiliyor ve Çin günde en az 20 milyon koruyucu maske üretme kapasitesine sahip. Üretilen bu malların hızla dolaşıma sokulmasının yolu da maskeler hakkında olumlu görüş bildirmekten geçiyor. Çin’in yaptığı açıklamalarda, ürettiği mallara pazar bulma kaygısı belirleyici bir rol oynuyor.
Batı emperyalizminin ağırlığı altında olan DSÖ’nün, serbest piyasa konusu yapılan sağlık sorunları üzerinde her bir devlet ve onların öne sürdükleri “ciddi kuruluş”lar gibi zikzaklar yapması kaçınılmazdı. Her zaman olduğu gibi burada da yapılan açıklamalarda öncelik, ürüne duyulan ihtiyaç ve faydadan çok piyasanın ihtiyaçları ve pazarın dönmesi olmuştur. Yaşasın serbest piyasa!
Koruyucu maske üzerinden verilen savaşın en büyük acısını ve yükünü geri bıraktırılmış yoksul ülke halkları çekiyor. Emperyalist metropollerde 20 avroya kadar çıkan fiyatları, bu ülke halklarının karşılayabilmesinin olanakları yoktur. Türkiye ve benzeri ülkelerde sağlık çalışanlarının bile yeterince koruyucu malzeme ve ekipmana ulaşamamasının arkasında sağlık sorunlarının serbest piyasaya, kapitalizmin kâr amaçlarına terkedilmiş olması gerçeği vardır.
Başa dönecek olursak, korona günlerinde ‘ulusal’ devletler ve kurumlar gibi, uluslararası emperyalist kuruluş, kurum ve birlikler de ciddi bir sınavdan geçtiler, geçiyorlar. NATO dışişleri bakanları toplantısında koronavirüs salgınına karşı alınan ortak mücadele kararlarının pek bir alıcı bulamamış olması ve burjuva medyada bile görmezlikten gelinmesi, tam da yükselen bu güven bunalımının sonucudur. NATO müttefikleri, AB üyeleri birbirlerinin boğazına yapışıp, ümüklerini sıkarak ortaklık adabına sığmayacak vandallıklar sergilediler. Yaşananlar açıkta ve halkların gözleri önünde cereyan etti. Bunlar unutulmayacak ve korona sonrası dönemin mücadele dinamikleri olarak sahnede yer alacaklardır.
SPD’nin sağlık uzmanı Karl Lauterbach, yakın gelecekte küresel bir “hammadde sıkıntısı” korkusunun büyüyeceğini söylüyor. Bu korku kaçınılmaz olarak, maske ve sağlık ekipmanları savaşlarını hammadde kaynaklarına sahip olma savaşlarına doğru hızla evriltecektir.
Bu vahşete dur diyerek son vermenin yolu, sağlık ekipmanları da dahil yaşam için gerekli olan maddelerin üretimi ile bilim ve teknolojiyi özel mülkiyetin zincirlerinden kurtarmaktan, üretimi dünya çapında planlı ve koordineli hale getirmekten geçiyor. Ve artık bunun mümkün olduğu bir dünyada yaşıyoruz.