Koronavirüs salgını git gide tehlikeli hale gelerek sürüyor. Bu tehlikenin artarak sürmesinin en önemli sebebi ise gerekli önlemlerin alınmaması. Konunun uzmanı bilim insanları sürekli olarak 2-3 haftalık karantina uygulamasının salgının yayılmasını yavaşlatacağını, bunun da salgının daha kısa sürede son bulmasına sebep olacağını açıklıyorlar. Ancak bu konuda bir türlü atılması gereken adımlar tam olarak atılmıyor. Parça parça birtakım “önlemler” alınıyor. Ancak bunların çoğu ya göstermelik ya da geç kalınmış-yetersiz önlemler oluyor. Çünkü sermaye iktidarı için, her açıklamalarında vurguladıkları gibi en önemli nokta “üretimin devam etmesi” yani sermayenin çıkarları.
Her şeye karar veren “tek adam”
Koronavirüsle ilgili alınan tüm önlemler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki dudağının arasında. Onca bilim insanı her gün TV’lere çıkıp konuşuyor, bilim kurulu hemen hemen her gün toplanıyor. Ancak virüse karşı alınacak önlemler “bilim kurulunun önerisi” ile “Cumhurbaşkanı’nın takdiri”ne bırakılmış durumda. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca yaptığı açıklamalarda bilim kurulunun bir dizi önerisi olduğunu, hatta yer yer “radikal” önlemler alınması gerektiğini söylüyor. Ardından da hemen ekliyor; “Cumhurbaşkanımıza önerilerimizi sunduk, takdir onun”. Bilim kurulunun işlevi tek adam rejiminde “danışma kurulu” olmanın ötesine geçemiyor. Bir yandan da dinci-gerici ideolojinin gereği olarak bilim kuruluna din adamlarının alınması, yani kurulun daha da işlevsizleştirilmesi tartışılıyor. Tek adam rejimi altında devletin kurumlarının, kurullarının, bakanlarının vb. taşıdığı işlevi bize “bilim kurulu” tüm çıplaklığı ile gösteriyor.
T. Erdoğan bir yandan bekçilere “Cumhurbaşkanının hediyesi” yazılı kolonya ve maskeleri dağıttırırken bir yandan da koronavirüse karşı verilecek “mücadeleyi” belirliyor. İşleyişin bilim dışılığı hemen her açıklamanın ardından kendisini gösteriyor. Toplu bulunulan alanlarda maske kullanımının zorunlu hale getirilmesinin ardından en basit bir maske dağıtımı dahi krize dönebiliyor. Maskelerin birgün ücretsiz olacağı ilan ediliyor, birgün ücretli, birgün PTT’lerden dağıtılacağı ilan ediliyor, ertesi gün eczanelerden. Tüm bu çelişkili açıklamalar devam ederken, maske kullanması zorunlu hale getirilen işçi ve emekçiler maskeye hiç ulaşamaz hale gelmiş durumda. Alınması gereken kararları T. Erdoğan’ın takdirine bırakan Koca’nın çözüm önerisi ise yine bilim dışı: “Herkes kendi maskesini yapabilir”.
Salgınla mücadele yöntemi: Sermaye için “bağış kampanyası”
Tek adam rejiminde salgınla mücadele, ön planda sermayenin çıkarları ve ihtiyaçları, geri planda ise toplum sağlığının korunması doğrultusunda sürüyor. Bunun en açık örneği ise salgına karşı mücadele paketi açıklaması beklenen T. Erdoğan’ın, bağış kampanyası başlatarak İBAN numarası vermesinde görüldü. Bir yandan da “Kampanya yapılacaksa biz yaparız” diyen iktidar, CHP’li belediyelerin başlattığı yardım kampanyalarını “devlet içinde devlet olmaz” diyerek durdurdu. Yardım kampanyaları iktidarla muhalefet arasında adeta bir rekabete döndü.
AKP iktidarı bir yandan eğitimden sağlığa tüm kamusal hizmetleri piyasalaştırırken bir yandan da “yardım”larla insanların gözünü boyamaya çalışıyor. İnsanca yaşama ve çalışma koşulları sağlamak yerine, kömür-makarna dağıtıp, insanları üç kuruş maaşa bağlayarak kendisine seçmen kitlesi yaratmakla uğraşıyor. Sermayeye ve kendi yandaşlarına bütün imkanları sunan, seçmen kitlesini oluşturan yoksul halkı ise sadakaya bağlayan iktidar devletin kaynaklarını bu şekilde tüketmekte. Devletin “kefen parası”nı da kendi seçim çalışmasında harcayan iktidar salgınla mücadelede ihtiyaç duyulan bütçeyi ise “dayanışma kampanyası” başlatarak oluşturmaya çalışmakta.
Patronlar, yaptıkları bağışları şova çevirirken bir yandan da ödemeleri gereken vergiden muaf hale geliyorlar. Kampanya kapsamında toplanan paralar ise sermayenin taleplerini karşılamak için kullanılacak. Nitekim “İşten atmalar üç ay yasaklanacak” şeklinde tanıtımı yapılan yasa teklifinin, patronlara destek yasası olduğu ortaya çıktı. Önerilen yasa kapsamında patronlara “ücretsiz izin” hakkı tanınırken, devlet bütçesinden işçi ve emekçilere ayda 1177 TL verilecek. Kısacası bu yasa teklifi incelendiğinde kampanya kapsamında toplanan paraların nereye harcanacağı görülüyor. Bu şekilde patronların bir ceplerinden çıkarttıkları para daha da büyümüş şekilde diğer ceplerine girecek.
Ortaya çıkan tablo bizlere son derece açık bir şekilde gösteriyor ki; koronavirüsle mücadele adı altında tek adam rejiminin bekası ve sermayenin çıkarları için adeta bir seferberlik başlatılmış durumda. Bu seferberliğin işçi ve emekçilere faturası ise sömürünün, yoksulluğun artması ve ölüm oluyor. Hayatta kalabilmek ve insanca yaşayabilmek için işçi ve emekçilerin “Sermayenin diktatörüne de diktatörlüğüne de hayır!” sloganını yükseltmesi ve bu doğrultuda mücadele etmesi salgın günlerinde çok daha acil bir görev olarak duruyor.