Çin’de ortaya çıktığı açıklanan Kovid-19, aylardır dünyanın hemen her yerinde etkisini gösteriyor. Gün geçtikçe hem vaka sayıları hem ölüm oranları artıyor. Konuşulan konuların başında, çeşitli komplo teorilerinin yanı sıra devletlerin nasıl ‘hazırlıksız’ yakalandığı geliyor. Peki, bu kapitalist-emperyalist devletler gerçekten hazırlıksız mı yakalandılar?
Bilim insanları; Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi olarak tanımladığı bu virüs salgınının yoktan var olmadığını çeşitli bilimsel veri ve örneklerle açıkladılar. Son yüzyılda yaşanmış salgınlar da kolayca ulaşılabilir bilgi kaynakları arasında bulunuyor. Yakın zamanda yaşanan Sars, Ebola vb. salgın örnekleri var. Tüm bunlar devasa kaynakları ve imkanları olan kapitalist-emperyalist devletlerin hiç de hazırlıksız yakalanmadıklarına işaret ediyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Kovid-19’a ilgisiz yaklaşımı da not edilmelidir.
Hem doğanın kaynaklarını yağmalayan hem emekçilerin ürettiği zenginliklere el koyan kapitalistler ve onların devletleri, kaynakları şatafatlı yaşam ve silahlanmaya harcıyor. Sağlık, gıda, eğitim, ulaşım, barınma vb. temel ihtiyaçlara kaynak ayırmak söz konusu olduğunda ise hep “tasarruf tedbirleri” devreye giriyor. Yoksulların bağışıklık sistemlerini zayıflatarak böylesi virüslere yenik düşmelerini sağlayanlar da bu kokuşmuş düzenin sahipleridir.
Koronavirüs salgınında 100 bini aşkın insanın hayatını kaybetmesinin nedeni “hazırlıksız yakalanmak” değil, öngörülen bu gibi salgınları etkisizleştirecek önlemlerin “gereksiz masraf” sayılmasıdır. Zira emekçilerin ürettikleriyle saltanat süren kapitalistlerin devletleri başka ülke ve topraklara Küba gibi “beyaz önlüklüler ordusu” değil, ellerinde yıkıcı ve öldürücü silahlar bulunan hâkî üniformalı ordular göndermektedirler. Donanımları, yaşatmak için değil öldürmek ve yok etmek üzerinedir. 21. Yüzyılda yoksullara “el yıkamak” vb. basit hijyen önlemlerini telkin etmekle yetinen devletlerin ekonomik gücü, bilimsel gelişkinliği, tıbbi yetkinliği her nasılsa basit önlemlerle yayılması engellenebilecek bir virüse karşı “çaresiz” kalabilmektedir. Ancak bu, “çaresizliğin” değil savaş ve yıkım makinelerini ellerinde bulunduranların tercihlerinin sonucudur.
Bu gibi salgınlar öngörülemediği için değil, aksine gerekli önlemler alınmadığı için yıkıcı ve öldürücü olmaktadır. Geçmişte yaşanmış salgınlar bugünkü durumun neden “hazırlıksızlık” olarak geçiştirilemeyeceğini göstermektedir. Son yılların bilimkurgu filmleri bu tür örnekle doludur. Virüs salgınlarını ve sonuçlarını konu alan pek çok film çekilmiştir. Kısacası dünyanın egemen güçlerinin ön göremediği bir vakayla karşı karşıya değiliz.
Çin’in ardından İtalya, İspanya, İngiltere, ABD gibi devletlerde yıkıcı etkisini en çok göstermiş olan Kovid-19 salgınına tüm bu gerçeklerin ışığında bakıldığında hazırlıksız yakalanma durumunun olmadığı rahatlıkla görülebilir. Henüz ABD’de etkisi bu denli açığa çıkmamışken Trump’un “havalar ısınınca geçer” yaklaşımı esasen bir anlayışın özetidir. Dünya devlerinin gözleri önünde, sonuçları bilinen bu virüsün yayılması izlenmekle kalmayıp, alınmayan önlemlerle hızlandırılması sağlanmıştır. Yerli sağlık bakanı ise artan salgın karşısında “bu kadar hızlı yayılacağını bilmiyorduk” diyebilmiştir. Oysa salgın hastalıkların nasıl yayıldığı ilköğretim seviyesinde bir sağlık bilgisidir.
Çeşitli haritalarda bölgesi tümüyle virüsle çevrilmişken, Türkiye’ye virüsün girmediğini söyleyenler, “Türk genine virüs işlemez” safsatasını dolaşımda tutanlar da ortadadır. Dışardan içeriye girişlerde, çıkışlarda, içerde yapılan yolculuklarda hiçbir önlem almadılar. Çokça dile getirildiği üzere umre için Arabistan’a seferler organize ettiler. Evde kal çağrısından sadece “fıtratlarında ölüm” olduğu söylenen işçiler muaf tutuldu.
Yerli ve yabancı sermayenin, onların devletlerinin hazırlıkları bu gibi salgınları önlemeye değil, kokuşmuş sömürü düzenlerini tahkim etmeye dönüktür. Virüsü fırsata çevirerek kapitalist-emperyalist sisteme yeniden istikrar kazandırmayı amaçlıyorlar. Yaşadığımız ülkede, sömürü çarklarının dönmesi uğruna işçi sınıfını ölüme sürükleyenler tam da bu dönemin yarattığı imkanlarla kazanılmış hakları tırpanlamaya başladılar. İş kanununda bile yeri olmayan ücretsiz izin uygulamasının kalıcılaştırılmak istenmesi, çeşitli esnek çalışma modellerinin uygulanmaya başlanması, yandaşların yağmasına açılan çeşitli sermaye yatırımları, Kanal İstanbul’dan saray inşaatlarına kadar bu talanın devam ediyor olması oldukça açıklayıcıdır. Öte taraftan, baskı ve yasaklar da birbirini izliyor. Koronavirüsün sınıf ayrımı yapmadığı söylemi ise bu rezaletlerin olağanlaştırılması içindir. Sınıf ayrımı; ölenlerin ve bu virüse yakalananların çoğunluğunun hangi sınıfa mensup oldukları ortaya çıktıkça daha net görülmektedir.
Uluslararası sermaye de hazırlıkta olduğu işe koyulmuş bulunmaktadır. Kapitalist şirketlerin CEO’ları ellerini ovuşturarak şeytanın bile aklına gelmeyecek sinsi planlar yapmaktadır. Şu günlerin popüler sözcüğünün “korona sonrası yeni bir dünya” olması, nasıl bir geleceğe hazırlık yapıldığını göstermektedir. Biz bu tür hazırlıkları Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından vaaz edilen ve dünya halklarını felakete sürükleyen “yeni dünya düzeni”nden, aynı seremoni eşleğinde başlatılan 11 Eylül sonrası emperyalist işgallerden biliyoruz.
Korona günleri öncesinde dünyanın sokakları yoksulların isyan sesleriyle yankılanıyorken şimdi aynı yoksullar ölmemek için evlere hapsolmak zorunda kaldılar. Yerlisiyle-yabancısıyla sermaye sınıfının “yeni dönem” üzerinden bahsettikleri, işçi sınıfını ve yoksulları bekleyen aydınlık bir gelecek değil. Aksine, bu virüs salgınını kendi düzenlerini sağlama almak ve istikrara kavuşturmak için fırsata çevirmek istemektedirler.
Bu uğursuz hazırlıkların hedefindeki işçi sınıfı ve emekçiler de bu saldırı dalgasına karşı şimdiden kendi hazırlığını yapmalıdır. Unutulmamalıdır ki bilinçli, örgütlü, birleşik bir mücadele geliştirilmeden bu saldırı dalgasının püskürtülmesi imkansızdır.