Dünya, aradan aylar geçmesine rağmen bugüne kadar önü alınamamış ve ne zaman alınacağı da henüz belli olmayan bir salgın ateşinin ortasındadır. Toplumsal yaşamın bütün alanlarında sarsıntılar, krizler ve ağır sonuçlar yaratmış olan salgın, aynı zamanda insanlığı korkunç bir toplum sağlığı krizi ile de yüz yüze bırakmıştır. Kapitalist sistemde toplum, iki temel sınıfa, işçi sınıfı ve burjuvazi diye ikiye ayrıldığına göre, her sınıf yaşanmakta olan bu felaketin yıkımından farklı düzeylerde etkilemekte ve yaşananlar da buna yeterli açıklıkta tanıklık etmektedir.
Koronavirüs salgını daha şimdiden toplumsal, sosyal, siyasal, ekonomik, insani ve kültürel boyutları olan bir yıkıma ve büyük bir krize yol açmış bulunuyor. Kapitalizmin her krizi, tarihsel süreç içinde biriken ve bastırılan çelişkileri daha net bir şekilde açığa çıkardığı gibi, sitemin yüzündeki maskenin sökülüp atılmasında ve kurulu toplumsal düzenin işçi ve emekçiler tarafından sorgulanmasında da önemli bir rol oynar. İnsanlığın yüz yüze kaldığı koronavirüs salgını da böyle bir krizdir. Her krizin ve yol açacağı yıkımın katlanılmaz olan yükünü ise özellikle ve öncelikle işçi sınıfı omuzlamakta, bedelinin en ağırını bu sınıf ödemektedir. Kapitalist dünya düzeninin bunun böyle olması için olağanüstü bir çaba sarf ettiğini ve edeceğini, yaşadığımız salgın krizi üzerinden de tüm açıklığıyla görmekteyiz.
Günümüz dünyasında insanlığın karşı karşıya kaldığı salgın hastalıkların yanı sıra başka felaketler karşısındaki tutum ve ona karşı mücadelenin içeriğini ve alınacak önlemlerin çerçevesini kapitalist üretimin sömürü ve kâra dayalı işleyiş mantığı belirlemektedir. Dolayısıyla günümüzde yaşanan ve biri bitmeden öteki başlayan salgın hastalıkların yol açtığı büyük yıkım ve insan kırımının sorumluluğu kapitalist sınıfa ve bu sınıfın devlet aygıtlarına aittir. Zira kapitalist sistem virüslerin üremesine kaynaklık eden ortamın hazırlanmasının temel kaynağı olduğu gibi, aç gözlülüğü ve pahlıya patlayacak maliyeti nedeniyle ona karşı etkili ve köklü bir mücadeleden de kaçınmaktadır.
Öncesi bir yana, yakın tarihimizde birçok ölümcül salgın hastalık olayı yaşandı ve bunlar büyük insan kırımına yol açtı. Dolayısıyla salgınlar, onyıllardan beridir bilim insanlarının sayısız tıbbi araştırmalarına ve bir dizi rapor eşliğinde önden uyarılarına konu edildi. Salgın hastalıkları yakın geleceğin büyük riski olarak ilan etmek, Dünya Ekonomik Formu’ndaki raporların da değişmez konusudur. Fakat bu raporların ve uyarıların zerre kadar dikkate alınmadığı yaşanan Korona salgını üzerinden de açığa çıkmış durumdadır. Temel hedefi “kâr, daha fazla kâr” olan kan emici asalak bir sınıfın kirli ve kanlı çıkarları gerekli önlemlerin alınması önünde engeldir. Zira bu, bu alanlara büyük mali kaynak ayırmak anlamına gelmektedir. Fakat büyük kârlar getirmeyen alanlara kaynak aktarmayı sadece para ve zaman kaybı olarak görmek kapitalizmin doğasında vardır.
Bu bir sınıf konumu ve tutumudur. Kokuşmuşluğu ve çürümüşlüğü özel kanıt gerektirmeyecek denli açık olan sermaye sınıfının, işçi sınıfına karşı tutumudur.
Salgın sınıf tanımıyor ama temel sınıf ayrımına ayna tutuyor
Salgınlara yol açanlar ve milyonlarca yaşama mal olanlar da dahil olmak üzere virüsler insanlık tarihi içinde hep var oldular ve gelecekte de var olacaklar. Toplumların gelişim düzeyi ve üretim biçimi salgın hastalıkların üremesine kaynaklık edebileceği gibi ona karşı mücadele üzerinde de etkilerde bulunacaktır. Salgınlar “doğal” kabul edilseler de sermayenin onlar karşısındaki tutumu “doğal” değildir. Kapitalist toplumun ulaştığı gelişme aşaması, bilimin, teknolojinin ve tekniğin ulaştığı devasa ilerleme ve biriken olağanüstü zenginlik, salgınların kaynağına ve kendisine karşı mücadelede büyük bir kapasitedir. Ama kapitalist sınıf bu kapasiteyi ne oranda harekete geçirip geçirmeyeceğini, hangi öncelikleri gözeteceğini, hanği çıkarları temel alacağını kendi sınıf konumu ve çıkarları üzerinden belirlemektedir.
Virüsün sınıf ayrımı gözetmediği, zengini de yoksulu da enfekte ettiği bir gerçektir. Kurbanları arasında bakanların, bürokratların, başbakanların, devlet adamlarının olduğu da gerçektir. Fakat bu, virüsün herkesi eşitlediği anlamına gelmediği gibi farklı sınıfları farklı biçim ve düzeylerde etkilediği, ağır bedelini işçi ve emekçi sınıfların ödediği, kurbanlarının da esas olarak bunlar olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Gelinen yerde bu temel önemdeki gerçek artık tartışma dışıdır. Zira virüs karşısında aynı dünyadayız propagandası çökmüş bulunuyor. Kapitalist devletlerin, Macron’nun ifadesiyle “savaş halinde” olduklarına dair açıklamalarının, temelde sermayenin işçi sınıfına karşı savaş ilanı anlamına geldiği artık yeterince açıktır. Hiçbir sağlık ve güvenlik tedbiri olmadan, virüse karşı dikate değer önlem alınmadan, aç kalma korkusu eşliğinde çalışmak zorunda bırakılanlar, kapı dışarı edilenler, ücretsiz izne çıkaranlar işçilerdir. Yaşamını yitiren onbinlerce kişi de işçilerden, emekçilerden ve yoksul emeklilerden oluşmaktadır.
Karantina ve bu amaçla “Evde kal” çağrısıyla yetinmeyip olağanüstü haller ve sokağa çıkma yasakları uygulamak, virüsün yayılmasının ve giderek de önlenmesinin etkili yollarından biri olarak sunuluyor. Buna uymayanlar sadece parayla cezalandırılmamakta, aynı zamanda başlarına joplar da inmektedir. Fakat öylesine bir çelişkidir ki evde kalmak isteyen işçi ve emekçiler ise tersten cezalandırılmakta, onlara evde kalmak yasaklanmakta, üretim alanlarına, ölüme gitme dayatılmaktadır. Evde kalma çağrıları işçi sınıfı için geçerli olmadığı gibi, işçiler toplu servis araçlarıyla öbek öbek kalabalıklar halinde, doğru dürüst koruyucu önlem alınmayan fabrikalara, işletmelere, atölyelere, maden ocaklarına, depolara vb. yerlere sürülmektedirler. Onlara ya açlıktan ya da virüsten ölmek ikilemi dayatılmaktadır. İşte bu, sınıfsal bir tutum ve konumun ifadesi olan katı ve acımasız bir gerçektir.
Bu sınıfsal konum ve tutumu, açıklanan kurtarma paketleri üzerinden de net bir şekilde görmekteyiz. Tüm kapitalist devletlerin bu konudaki ortak tutumu, kapitalist işletme ve şirketleri kurtarmak, sermayenin geleceğini güvenceye almaktır. İlan edilen paketler bunu somut olarak göstermektedir. Ayrılan yüz milyarlarca dolar ve avroların hemen neredeyse tümü de kapitalist işletmelerin kasalarına akmaktadır. Kapı dışarı edilen işçilerin, işsizlik kabusu içindeki işsizlerin, zar zor geçinen kent ve kır emekçilerin payına ise sadece kırıntı düşmektedir. Yanı sıra bu paketler içinde işçiler için ücretli izin yok. Emekçilerin elektrik, su, kira ve doğalgaz ödemelerinin bir süreliğine de olsa devlet tarafından karşılanması yok. Temel sınıf ayrımı ve temel sınıfsal tutum burada da tüm açıklığıyla görülmektedir.
Sorunun sınıfsal boyutlarının ve sınıf ayrımlarının kendini en çarpıcı şekilde gösterdiği alanlarından biri de sağlıktır. Son 40 yıla yayılmış neo-liberal saldırı ve uygulamalar, özeleştirmeler, tasaruf paketleri en gelişmiş kapitalist metrepollerde bile sağlık sisteminin felç edilmiş olduğunu gözler önüne serdi. Sağlığı yüksek kârlar elde edilen bir işletme, hastayı büyük kârlar getirecek bir müşteri, ilacı ve tedaviyi servete servet katan meta olarak gören egemen sınıfın, “herkese temel sağlık hakkı ve halk sağlığı” gibi söylemlerinin burjuvaziye özgü kaba riyakarlıklardan ibaret olduğu görüldü. Virüs, sağlık sistemindeki kapitalist vahşetin boyutlarına devasa bir ayna tuttu.
Milyonlarca insanı bir anda buharlaştıracak envai türlü silahları üretmeye yüz milyarlarca dolar kaynak aktaranların, Mars’a uzay aracı gönderenlerin hastahanelerinde yeterince maske ve eldivenden bile yoksun olmak gibi bir pejmürdelik yaşandı. Doktorlar hastaları arasında kimi tedavi ve kimi ölüme terk edecekleri şeklinde dehşetli bir seçim yapmak zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıldılar. Bu, sermayenin dayattığı bir tercihtir ve kurbanlar arasında sermaye sınıfına ait bireylerin olmadığı ve olmayacağı kesindir. Yaşlı ve başka hastalıklarla malul olsalar bile ölüme terk edilecek hastalar arasında asla mülk sahibi sınıflara ait kişiler olmayacaktır. İşte bu da tepeden tırnağa sınıfsal bir sorundur. Tekniğin ve bilimin bu denli geliştiği ve zenginliğin-bolluğun yeryüzünü cennette çevirecek kadar büyüdüğü yüzyılımızda milyonlarca insanın tanınan basit hastalıklar sonucu ölmek zorunda kalmasının, temel sağlık haklarından yoksun olmasının gerisinde bu temel gerçek yatmaktadır. Bu da sağlık sorununun her zaman için bir sınıf sorunu olduğu gerçeğini gösteriyor.
Böyle bir küresel salgın felaketi ve yaşanan kitlesel insan kıyımı karşısında bile emperyalist ülkelerin gösterdiği davranışın utanç verici olduğu kadar sistemin kokuşmuşluğunun da çarpıcı örneği olduğunu ayrıca belirtelim. Emperyalistler, karşılıklı dayanışma ve ortak mücadele yerine emperyalizmin kendi içindeki uzlaşmaz çelişkilerin de bir sonucu olarak iğrenç rekabete tutuştular. İlaç ve aşı geliştirme, bilim insanı satın alma yarışına giriştiler. Dahası dünyanın jandarması ABD başta olmak üzere işi, maske korsanlığına ve tıbbi araç hırsızlığına kadar vardıracak denli çürümüş olduklarını gösterdiler.
Sınıfsal sorunlar sınıfsal çözümün konusudur
“Koronavirüsün gösterdikleri” üzerine çok şeyler söylendi ve daha da söylenecek. Biz virüsün gösterdikleri arasında iki temel gerçeği hatırlatmakla yetinelim. Birincisi, sınıflardan oluşan ve sömürüye dayanan özel mülkiyet düzeninin her türlü sorunun ve felaketin hem sorumlusu hem de bunların aşılması önünde temel bir engel olduğu gerçeğidir. İkincisi ise, işçi sınıfının toplumdaki benzersiz konumunun yeniden ve net bir şekilde görülmesine ışık tutulmuş olmasıdır. Korona günlerinde milyarlarca insan evlerine kapanarak kendilerine karantina uygularlarken, işçi sınıfı dünyayı omuzlarında taşımaya ve insanlığın yaşamını idame etmesini sağlamaya, buna öncülük etmeye devam etmektedir.
İşçi sınıfı tersanelerde, fabrikalarda, tarlalarda, madenlerde, atölyelerde emek ordusu olarak çalışmaya, toplumun yaşamını sürdürmesi için üretmeye devam ediyor. İşçiler çarkları hem üretim araçlarına sahip olan sınıfın sermayesini büyütmek için, hem de hayatın akışının devam etmesi için çeviriyorlar. Bir an için de olsa bu çarkların durduğu, sınıfın üretim yapmadığı düşünülsün. Bu, yaşamın durması, hayatın idame edilememesi demektir. İşte kapitalist toplumda böylesine bir nesnel konumu ve rolü olan bu sınıf, bu rolünü bilinçli bir inisiyatifle sermaye sınıfına ve iktidarına karşı oynadığı koşullarda insanlığın önünde başka ufuklar açılacaktır.
Salgın hastalıklar, ekolojik yıkım, iklim değişikliği, çevre kirliliği, nükleer tehdit vb. gibi sınıflar üstü kabul edilen ve evrensel insanlık sorunları olarak görülen meselelerin tümü de elbette ki tüm insanlığın aleyhinedir. Ama soru ve sorun, bu sorunların gökten zembille inmediğidir. Bunların hemen tümü, kârdan başka amaç gözetmeyen kapitalist işleyiş yasasının kaçınılmaz sonuçlarıdır. Salgınları, iklim değişikliğini, çevre kirliliğini önleyecek tedbirler, teknikler ve yatırımlar büyük maliyetler gerektirdiği ve yeterli kâr elde etmeye imkan tanımadığı için kapitalist sınıfın bu konularda adım atması düşünülemez. Oysa üretici güçlerin vardığı düzey, bilim ve teknikteki gelişmeler bu sorunların büyük bölümünü ortadan kaldıracak, ötekilerini de önleyecek ya da yıkımı en aza indirecek olanakları yaratmıştır. Fakat bunlar üzerinde kapitalist özel mülkiyet tekeli bulunduğu için insanlık tanık olduğumuz acı ve yıkımların her geçen gün daha beterini yaşamak zorunda kalmaktadır.
Kapitalist çıkarların insanlığın genel çıkarlarıyla çelişki içinde olduğu gerçeğini, evrensel insanlık sorunlarının tümünün de sınıf savaşımı sorunu olduğu gerçeği tamamlamaktadır. İnsanlığın karşılaştığı sorunlara gerçek ve kalıcı yanıtlar getirecek programı ancak işçi sınıfının bilinçli tarihsel eylem ve inisiyatifi gerçeklik haline getirebilir. 19. ve 20. yüzyıldaki büyük altüst oluşlara ve toplumsal dönüşümlere bu sınıf damgasını vurmuş, toplumsal özne bu sınıf olmuştur. Bundan sonra da sınıfsız ve sınırsız bir topluma geçisin öncü ve yönetici rolünü bu sınıf oynayacaktır.
Bugünkü somutluğunda salgının önlenmesi önündeki en büyük engel özel mülkiyet düzenidir. Özel mülkiyet düzeni insanlığın yaşadığı tüm sorunların ve acıların da kaynağıdır. Bu düzen ortadan kaldırılmadan bu sorunların köklü ve kalıcı çözümü de söz konusu olamaz. Bunu ise üretim süreci içinde oynadığı temel rolden dolayı sadece işçi sınıfı başarabilir. Makinalaşma, otomasyon, üretim sürecinde robotların kullanılması, yapay zeka vs. -tüm bunlar işçi sınıfının toplumdaki benzersiz yerini, tarihsel rolünü ve misyonunu ortadan kaldırmıyor. Zira kapitalizm kapitalizm olmaya devam ettiği sürece işçi sınıfını bir sınıf olarak yok etmesi mümkün değildir.
Korona salgının ağırlaştırdığı ekonomik kriz, büyük işsizlik dalgasına, ücretlerin ve sosyal hakların budanmasına, büyük sosyal yıkımlara, derin ve yaygın bir yoksullaşmaya, baskı ve terör aygıtlarının güçlenmesine, dünya çapında hegemonya kavgalarının yeni bir evreye taşınmasına vesile olacaktır. Kapitalizmin bir sistem olarak tarihsel sınırlarına dayandığı, neo-liberal politika, program ve uygulamaların evrensel düzeyde iflas ettiği, emekçiler tarafından bir de virüs vesilesiyle görülecek ve sorgulanacaktır. Bu da işçi ve emekçi kitleleri kaçınılmaz şekilde arayışa yönlendirecek, can çekişen asalak kapitalizme karşı “başka bir dünya” özlemi yükselecektir.
Bu özlem ve arayışın karşısına alternatif olarak sosyalizm çıkacak, umut yeniden orada aranacaktır. Zira koronavirüs, kapitalizmin yaklaşmakta olan kaçınılmaz yıkımını ilan etmiş bulunmaktadır.