“Çanlar kimin için çalıyor?”

Eğer “tek başına bir ada” değilse insan, insanlığın ve tahrip edilen doğanın bir parçasıysa, çanlar her şey ve herkes için çalıyor demektir.

  • Mücadele postası
  • |
  • Güncel
  • |
  • 16 Nisan 2020
  • 18:12
ikon

“İnsan ada değil ki

Yetsin kendi başına

Bir çakıl yerkürede

Okyanusta bir damla

 

Bir kum tanesi kopsa kıyısından

Küçülür Avrupa

Bir burun eksilmiş gibi anakaradan

Kendi toprağını yitirmiş gibi ya da bir dost yurtluğunu

 

Bir kişi bile ölse eksilirim ben

Tüm insanlığın parçasıyım dedim ya

Sorma her seferinde

Çanlar kimin için çalıyor diye…”

John Donne 

(Ernest Hemingway’in “Çanlar kimin için çalıyor” romanınından…)

Covid-19 salgınının ortaya çıkışı ile ilgili onlarca komplo teorisi ortaya atılıyor. Ancak Harvard Üniversitesi İklim, Sağlık ve Küresel Çevre Merkezi Direktörü Dr. Aaron Bernstein, iklim değişikliğinin dünyadaki diğer türlerle ilişkimizi değiştirdiğini ve bunun enfeksiyon riski açısından önemli olduğunu belirtiyor. Aaron’a göre; “Gezegen ısınırken, karada ve denizde yaşayan çeşitli türler sıcağın artan etkisi sebebiyle kutuplara yöneliyor. Bu da normalde temas etmemesi gereken pek çok türün temas etmesi anlamına geliyor ve patojenlere yeni türlere yerleşmek için bir fırsat doğuruyor. Ayrıca ormansızlaşma, dünyadaki habitat kaybının en büyük nedeni. Yaşam alanı kaybı da hayvanları göç etmeye, yeni türlerle temas etmeye ve dolayısıyla yeni patojenlerle tanışmaya zorluyor.

Bu görüşü destekleyen çok sayıda bilim insanı ve araştırmacı bulunuyor.

Salgının yıkıcı boyutlar kazanmasının gerisinde, kapitalistlerin kar hırsı için doğayı acımasızca katleden ve insanlığı yok oluşun eşiğine getiren politikalarının durduğu gün gibi ortadadır. Geçtiğimiz yıl boyunca iklim krizi için örgütlenen küresel çaptaki eylemlilikler, bugün insanlığın yaşadıklarına ve yaşayacaklarına bir uyarı niteliğindeydi. Ancak bu gerçeği göz ardı ederek itibarsızlaştırmaya çabalayan emperyalist merkezlerin efendileri bugün acizliklerini tüm dünyaya duyuruyorlar.

Marx Gotha Programı Eleştirisi'nde, “Emek, bütün zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da tıpkı bir doğa gücünün, insan emek-gücünün deyimlenmesinden başka bir şey olmayan emek gibi kullanım-değerlerinin (ve kuşkusuz maddi zenginlik de bu değerlerden meydana gelir!) kaynağıdır” diyerek, zenginliklerin kaynağının tek başına emek-gücü olmadığını vurgular. Kapital’de ise, “... kullanım değerlerinin yaratıcısı, yararlı emek olarak emek, insanın bütün toplum biçimlerinden bağımsız bir varoluş koşulu, insan ile doğa arasındaki madde alışverişini ve dolayısıyla insan hayatını mümkün kılan ezeli ve ebedi bir doğal zorunluluktur. (… ) … emek, kendisi tarafından üretilen kullanım değerlerinin, yani maddi servetin biricik kaynağı değildir. William Petty'nin dediği gibi, emek onun babası ve toprak onun anasıdır.”  değerlendirmesiyle, doğa ile insan arasındaki karşılıklı ilişkinin bütünlüğüne dikkat çeker.

Yine Marx, kapitalizmin daha büyük karlar uğruna doğa ile insan arasındaki bu zorunlu ilişkiyi bozacağını öngörerek, şu tespitte bulunur:

“... insan, daha başından, bütün emek araçlarının ve konularının birincil kaynağı olan doğaya karşı onun sahibi gibi hareket ettiği, kendi malıymış gibi davrandığı ölçüdedir ki, onun emeği, kullanım-değerlerinin ve dolayısıyla zenginliğin kaynağı olur. Burjuvalar, yanlış olarak, emeğe doğa-üstü yaratıcı güç yüklemeleri için pek iyi temellere sahiptir; çünkü salt emeğin doğaya bağlı olması olgusundan, emek-gücünden başka bir mülkiyete sahip olmayan insanın, toplumun ve kültürün bütün koşullarında, emeğin maddi koşullarının sahibi hâline gelen başka insanların kölesi olmak zorunda olduğu sonucu çıkar.” (Gotha Programı Eleştirisi)

Sonuçta, doğa ile insan arasındaki karşılıklı alışveriş tek yönlü hale gelmiş, doğanın hoyratça sömürüsüne dönüşmüştür. Su ve toprak gibi ortak kaynakların mülkiyetini eline alarak piyasaya meta olarak süren burjuvazi, toplumsallaşmış bilgilerin, canlılara ait gen dizilimi ve moleküllerin bile patentini alarak metalaştırmaktadır.

Marx Kapital'de, kapitalist üretim tarzında doğa ile kurulan ilişkiye şöyle yorumlar:

Kapitalist üretim... insan ve toprak arasındaki madde dolaşımını altüst eder. Yani toprağın ürettiği ve insanın beslenme ve giyinme biçiminde tükettiği maddelerin toprağa geri dönmesini engeller; böylece toprağın verimliliği için gerekli olan koşulları bozar... Ayrıca, kapitalist tarımdaki bütün ilerleme bir bilim ilerlemesidir; sadece emek değil toprak da soyulmaktadır, belli bir zaman için toprağın verimliliğinin artırılması, uzun dönemde verimliliğin kaynaklarını yok eden bir ilerlemedir.

Sonuçta, kapitalizmin tüm icraatları, toplumda ve doğada çok yönlü bir yıkım sürecine yol açmış durumda. Doğanın sömürüsünün ve sanayinin kontrolsüz gelişiminin yol açtığı karbon salınımı küresel ısınmayı tetikledi. Okyanuslar canlı yaşamını yok eden kimyasal atıklarla doldu. Ormanlar katledi ve türler yok olmaya terk edildi. Bugün dünyanın uydusu Ay bile şirketlerin maden faaliyetine açılıyor. Tüm bunların sonucu, insanlık ve doğa için büyük bir yıkım yaratan iklim krizi oldu.

Çeşitli araştırmalara göre, dünyanın başlangıcından bu yana aynı miktarda su vardı. Doğal döngü içerisinde tarihi boyunca hep aynı sular kullanıldı. Ama gelinen aşamada 2 milyar insanın içilebilecek su ile bağlantısı kopmuş durumda. Yılın en az bir ayında 4 milyar insan susuzluk sorunu yaşıyor. 20 yıl sonra 18 yaş altında 600 milyon kişi suya hiç ulaşamayacak. 10 yıl sonra ise 700 milyon insan susuzluk sebebi ile yaşadığı yeri terk edecek. Tıpkı Covid-19 salgınını ortaya çıkaran koşullar gibi, bu durum “normalde temas etmemesi gereken pek çok türün temas etmesi anlamına geliyor ve patojenlere yeni türlere yerleşmek için” fırsat yaratıyor.

Doğanın ve insanlığın korunmasını için yapılması gerekene yine on yıllar öncesinden Marx işaret ediyor:

Daha yüksek bir sosyo-ekonomik formasyon (yani sosyalizm) açısından yeryüzünün bireysel mülkiyeti tıpkı bir insanın başka bir insanın mülkiyetinde olması kadar çirkin görünecektir. Bütün bir toplum, bir ulus ya da çağdaş bütün toplumlar hepsi bir arada ele alınsa bile yeryüzünün mutlak sahibi değillerdir. Onlar sadece maişet sahipleri, geçici olarak yeryüzünden yararlanan ve ona yararlı olmak zorunda olan varlıklardır ve onu sonraki nesillere daha iyi koşullarda devretmek zorundadırlar.

16. yüzyılda yaşamış bir rahip olan John Donne'nin girişteki sözleri, bugün Covid-19 salgını ile insanlık tarihinin yaşanan en büyük krizlerinden birine ışık tutuyor. Kapitalizmin uzlaşmaz çelişkilerinden doğan ve giderek çok daha büyük yıkımlara yol açan krizleri, her seferinde bizlere, Donne'un sorma dediği soruyu sorduruyor: “Çanlar kimin için çalıyor?”

Eğer “tek başına bir ada” değilse insan, insanlığın ve tahrip edilen doğanın bir parçasıysa, çanlar her şey ve herkes için çalıyor demektir. Kapitalizmin çürütücülüğü ve yokediciliği, dünya ölçüsünde bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Onun daha çok üretim ve daha çok artı-değer odaklı yaklaşımının sonucu, bugün çanların kulakları tırmalarcasına çalması oluyor.

İnsanlığı, doğayı ve gezegenimizi kurtarmanın tek yolu, her şeyi kendi özel mülkü haline getirmeye çalışan kapitalist sınıfın ve kapitalist mülkiyet ilişkilerinin yok edilmesinden geçiyor. 

A. Kemal