Koronavirüs salgınının etkisi, boyutları ve sonuçları ağırlaşıyor. Gündelik yaşamda işçi sınıfı ve emekçi kitleleri bir dizi araç ile manipüle eden sermaye düzeni, gelinen yerde bunda fazlasıyla zorlanıyor. Zira salgın gibi dünya çapında yaşanan ağır bir olay karşısında alınan tutumlar, katı bir sınıf karakteri taşıyor. Söylenen sözler, alınan tutumlar, hayata geçirilen uygulamalar sınıf çelişkilerini daha da belirginleştiriyor. Dünyanın gelişmiş kapitalist merkezleri tam bir tükenişi yaşıyor. Türkiye'de ise bu süreç, burjuva partilerinde, devlet kurumlarında, sermaye örgütlerinde, medyada ve sendikal bürokraside çürümenin ne boyutlara geldiğini tüm açıklığıyla ortaya seriyor.
“Her şartta üretimi devam ettireceğiz” söylemi, AKP şefi tarafından her gün üzerine basa basa tekrarlanıyor. Kimse sokağa çıkmasın, çalışan sadece işçi servisleri ve fabrikalar olsun isteniyor. İşçi sınıfı ve emekçiler için hiçbir önlem alınmıyor, talepleri görmezden geliniyor. Yaşanmakta olanlar, tüm sorunların kaynağının kapitalizm olduğu gerçeğini görmek istemeyenlerin bile gözüne sokuyor. Bu temel gerçeklik bir an bile unutulmadan, bu hedefe bağlı olarak işçi ve emekçilerin gündelik talep ve istemleri üzerinden mücadeleye girmesi yakıcı bir ihtiyaç durumunda.
***
Salgının ülkede yayılmaya başlamasıyla, fabrikalarda artan kaygıyla birlikte öne çıkan talepler de belirginleşmiş durumda. Sermayenin ve AKP iktidarının pervasız tutumları karşısında yapılması gereken, sınıfın mücadelesini örgütleyebilmek.
Hemen her fabrikanın temel gündemi ve talebi, zorunlu işkolları dışında ücretli-idari izinler, işten atmaların yasaklanması, herkese ücretsiz, ulaşılabilir sağlık hizmeti ve test imkanı, temel tüketim maddeleri, faturalar, borçlar vb... Bugün hangi işçiye sorulsa, bu ve benzeri güncel yakıcı talepleri tekrarlayacaktır. Yine büyük bir çoğunluk, sermaye düzeninin bu talepler karşısında aldığı sınıf düşmanı tutumunu, şu ya da bu tarzda ifade edecektir. Ya açlık ya salgın ikilemi içinde yaşadıklarını, işçilerin ve ailelerinin hayatlarının bu düzen için hiçbir önemi olmadığını kendi dillerinde ortaya koyacaklardır.
Peki eksik olan ne? Toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin giderek artan bu tepki ve hoşnutsuzluğuna rağmen, sermaye düzeninin temsilcileri nasıl böylesine pervasız tutumlar sergileyebiliyor, arsızca açıklamalar yapabiliyor?
Çünkü işçi sınıfı ve emekçiler örgütsüzler. Tepki ve yakınmalar somut mücadele pratiğine dönüşemiyor. Sınıfın sendikaları bürokratlar tarafından işgal edilmiş durumda. Türk-İş ve Hak-İş gibileri açıktan sermaye ve AKP iktidarının yanında tutum alırken, DİSK gibi sözde mücadeleci olanları ise birtakım talepler ileri sürmenin ötesine geçemiyor.
İşçi sınıfı ve emekçiler harekete geçemediği sürece bugünün yakıcı taleplerinin karşılanması olanaklı değil. Her geçen gün daha da derinleşecek olan yıkımın önüne geçebilmesinin yolu birtakım talepler belirlemekten değil, bu talepler doğrultusunda mücadeleden, bu mücadeleyi örgütlemekten geçiyor. Dolayısıyla günün en acil görevi, sınıfın bunu bilince çıkartılabilmesini sağlayabilmektir. İlerici, öncü işçilerin ve sınıf devrimcilerin adımlarını buna göre atması gerekiyor.
***
Bu süreçte işçi sınıfı ve emekçiler cephesinde sınıfa karşı sınıf tutumunu geliştirmek büyük bir önem taşımaktadır. Yaratıcı yol ve yöntemlerle sınıfın geniş kesimlerinin bilinci üzerine örtülen perdeyi kaldırmayı hedefleyen etkili bir teşhir faaliyeti yürütülebilmelidir. Ancak işçi ve emekçilerin bilinç ve örgütlülüğünü geliştirmenin esas halkasının pratik mücadelenin örgütlenmesi olduğu unutulmamalıdır.
Fabrikalarda, sanayi havzalarında yakıcı talepler üzerinden pratik mücadelenin örgütlenmesi çabası asıl yüklenilmesi gereken alandır. Bugün kimi fabrikalardan patronların pervasızlıkları karşısında tepkilerin açığa çıktığı eylem haberleri, üretimi durdurma adımları geliyor. Kendiliğinden gelişen bu hareketlilikleri güçlendirmek, birleştirmek, yaygınlaştırmak, yol gösterici pratikler olarak sınıfın geniş kesimlerine taşımak, “sınıfa karşı sınıf” mücadelesinin bir yanını oluşturuyor. Diğer yanı ise, fabrikalar zemininde taban örgütlülükleri kurmak, var olanları güçlendirmek ve somut talepler üzerinden bir mücadele pratiğini geliştirmek hedefleriyle davranmaktır.
Uzun bir dönemdir ağırlaşmış bulunan ekonomik krizin faturasının salgın ile birlikte daha da kabaracağı açıktır. Sermaye ve dinci-gerici iktidar büyümekte olan faturanın emekçilerin omuzlarına yıkılmasının hesaplarını yapıyorlar. Kapitalizmin krizinin de, salgının yıkımının da kime fatura edileceğini sınıf mücadelesinin seyri belirleyecektir. Bugünkü somut talepler, yakıcı ihtiyaçlar temelinde mücadeleyi örgütleme bakışı ve pratiği, emekçiler için yıkım anlamına gelecek olan faturaya karşı mücadele ile birleştirilebilmelidir. Bu konuda bilinç açıklığı yaratma çabasına hedefli bir örgütlenme pratiği eşlik edebilmelidir.
***
Şu sıralar sermaye ve gerici iktidar, “fırsat bu fırsat” diyerek, çalışma ve yaşam koşullarında yasal ve fiili olarak bir dizi uygulamayı gündeme getiriyor. Sendika ağaları da bu saldırılara çanak tutuyorlar. Sürecin ağırlığının yarattığı atmosferden yararlanarak esnek ve kölece çalışma koşullarının yaygınlaştırılması anlamına gelen bu adımlar yer yer işçi ve emekçiler cephesinden de destek bulabiliyor. Bu durum, ileri sürülen ve sürülecek olan talepler konusunda devrimci sınıf bakış açısının önemini ortaya koyuyor.
MESS TİS sürecinde, denkleştirme ve telafi çalışma sürelerinin uzatılması dayatmalarıyla masaya oturmuştu. Metal işçilerinin büyük bir bölümü tarafından tepkiyle karşılan bu dayatmalar hayata geçirilememişti. AKP, kapitalist patronların bu isteğini salgın kargaşası içinde genel bir uygulama haline getirdi. Salgın vesilesiyle Türk Metal, kapitalist patronlarla imzaladığı protokolle, yine aynı dayatmalara imza atmış oldu. TİS sürecinde satışa imza attıkları halde dayatmaları boşa çıkarttık yaygarası kopartanlar, gelinen yerde üç yıllık sözleşme dışında herşeyi onaylamış durumdalar.
Altı çizilmesi gereken bir diğer nokta, işsizlik fonunun kullanımı. DİSK gibi sendikaların da çözüm olarak önerdiği, işçilere izin verin, masraflar fondan karşılanabilir yaklaşımı, sınıf tutumu olamaz. Yıllardır işçilerden toplanan vergilerle oluşturulan devlet bütçelerinin, şu ya da bu ad altında oluşturulan fonların patronlara teşvik adı altında kapitalistlerin kasalarına akıtıldığı gerçeği ortada duruyorken, işçi sınıfı ve emekçilerin sömürüsü üzerine kâr rekorları kıran kapitalistlere söylenebilecek tek şey, “bizden çaldıklarınızı geri verin” olmalıdır. Fonlar, amacı ve işçi sınıfının ihtiyaçları dışında kullanılamaz.
İşçilere salgın riski geçene kadar ücretli-idari izin verilmeli, tüm faturası kapitalist patronlar tarafından karşılanmalıdır. Zorunlu işkollarında tüm önlemler alınmalı, çalışma süreleri düşürülmelidir. Fabrikalarda işçilerden oluşturulacak komisyon ya da komiteler bu süreçte etkin bir oynayabilmelidir. İşçiler alınacak önlemleri tartışmalı, hayata geçirilmesini denetlemelidir.
Asgari ücretten alınan vergi kaldırılsın, artan oranlı gelir ve servet vergisi! Tüm sağlık kurumları kamulaştırılsın, herkese ücretsiz sağlık hizmeti ve test imkânı sağlansın! İşten atılmalar yasaklansın, 6 saatlik işgünü vb. bir dizi talep ileri sürülmelidir.
Son olarak şu noktanın altı çizilmelidir. Salgına karşı önlem adı altında gündeme getirilen yasaklar, demokratik hak gaspları, temel bir mücadele gündemi olabilmelidir. Zira toplumun büyük bir bölümünü hedefleyen baskı ve yasaklar, önümüzdeki zor günlerde sermaye diktatörlüğünün cisimleşmiş siyasal ifadesi olan tek adam rejiminin daha sık kullanacağı araçlar olacaktır.