Küresel ölçekte yaşanan korona virüsü salgını, kapitalizmin bu tür sorunların üstesinden gelemeyeceğini açıkça göstermiş bulunuyor. Aşırı üretim ve tüketime dayalı sömürü çarkı tekliyor. Çoğu insan sosyal izolasyon gereği evine kapanmış durumda. Tabi yine de çalışmak zorunda kalanlar işyerlerine her gün gitmeye, toplu ulaşımı kullanmaya devam ediyorlar. Ancak turizm, eğlence, hava-kara-deniz ulaşımı gibi bazı sektörler diken üstündedir. Bundan dolayı sermayedarların yardımına kapitalist devletler koştu. İndirimler, kredi ödemelerinde kolaylıklar, para aktarımı, kaynak ayırma gibi önlemler içeren “acil durum paketleri” ilan ettiler.
Salgın öncesinde de ekonomik krizin faturası yine işçi ve emekçilere ödetiliyordu, şimdi buna salgın faturası da ekleniyor. Bunun dışında, bütçeden yeterli kaynak işçi ve emekçilere ayrılmıyor ama “Biz bize yeteriz Türkiyem” kampanyası ile halkı soyamaya çalışıyorlar. Gösteriş için birkaç aylıklarını bağışlayan Erdoğan ve diğerleri, yeni bir vurgun kapsısı arıyorlar. Tıpkı Elazığ depreminde olduğu gibi yine halktan para topluyorlar. Bu aymazlık dini duygular istismar edilerek yapılıyor. Büyük sermayedarlar söz konusu ise bütçeden kaynak ayrılıyor ama işçi ve emekçilere sıra gelince ‘biz bize yeteriz’.
Kapitalistler kendilerini kurtarmayı planlayabilirler ancak yaygınlaşan yoksulluğa, işsizliğe -özellikle genç işsizliğe- üretecekleri bir çözüm yok. Dünya genelinde gönüllü karantinalar zaman içerisinde zorunlu karantinalara dönebilir ve bunun ne kadar süreceği belirsizliğini koruyor. Böyle bir durumda halkın temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacakları, marketlerin boşalacağı, belirli talepler üzerinden sosyal patlamalardan, açlık isyanlarına kadar farklı senaryoların gerçekleşmesi ihtimali uzak görünmüyor.
Kapitalist devletlerin bir miktar bütçe ayırabileceği üzerine kurgular yapılıyor. Zaten devlet bütçesini yağmalayan takım kendilerini ve diğer zenginleri kurtarıyor. Sözü edilen bir diğer durum ise ülkelerin kendi ulusal sınırlılıklarına yönelmesi ve baskıcı, despot rejimlerin yaygınlaşabilecek olması. Tabi tüm bunlar bir süre sonra bitip, salgın kontrol altına alınıp, eskisi gibi sömürü çarkı dönmeye devam da edebilir. Yine de şurası önemli, virüsler bir anda ortaya çıkmıyorlar. İnsanlara dayatılan yaşam alışkanlıkları ve doğaya verilen büyük zararlar sonrasında oluşan bir takım sonuçlardır bunlar.
Araştırmacıların yayınladıkları makalelerde uzak olmayan gelecekte insanlığın çözümsüz kalabileceği, ilaçlardan kaynaklı güçlenmiş bakterilerin yeni sorun alanları yaratabileceği öngörüyorlar. Yani bugün Covid-19 belki kontrol altına alınabilir ama kapitalist yaşam devam ederse, daha yıkıcı başka salgın hastalıkların yaşanma ihtimali yüksektir. Hele ki insan ve doğa sağlığını hiçe sayan kapitalizm barbarlığını ısrarla sürdüreceğini her icraatıyla ispatlarken…
***
Dünyanın bir diğer önemli sorunu iklim krizidir. Gezegenin doğal döngüsüne verilen tahribatın sonuçlarını belki şu zamanlarda o kadar yoğunlukta yaşamıyoruz. Ama uzak olmayan bir gelecekte büyük felaketler bizi bekliyor olacak. Bilim insanlarına göre kritik eşiğin aşılmasına yani geri dönüşümsüz sürecin başlamasına 10 yıl kaldı. Eğer en acil adım olarak karbon emisyonları sıfırlanmazsa, dünyanın sıcaklık ortalaması 1.5 santigrat derece artış ile sınırlandırılmazsa o en kötü senaryolar yaşanacak.
2020 dünyasında 2 milyar insanın temiz suya erişemediğine artık emperyalist kuruluşların raporlarında bile yer veriliyor. Yine araştırmalar gösteriyor ki, sadece 10 yıl sonra 700 milyon insan susuzluk nedeniyle bölgelerini terk edecek. Yani önümüzdeki yıllarda ‘iklim göçmenleri’ dünyanın temel gündemlerinden biri olacak. Suriye savaşında 5 milyona yakın insanın göç etmesi sonrası Türkiye’de yaşanan sosyal ve ekonomik sıkıntılar biliniyor. Avrupa ülkeleri ile insan canı üzerinden iğrenç pazarlıklar yapılıyor. Peki, 700 milyon göçmen sorununa nasıl çözümler getirilecek?
Önümüzde ki yıllarda bu döngünün böyle devam edemeyeceği açıktır. Kapitalistler sorunun kaynağıdır. Dolayısıyla bu sistemden gerek bir çözüm beklenemez. Aksine yabancı düşmanlığının, ırkçılığın yeniden pompalandığı bir sürece de girilebilir. ABD başkanı Trump, korona için ‘Çin virüsü’ demeyi tercih ediyor. Aşı çalışmalarına bakış açısında değişen bir şey yok. Önce hangi ulusun bilim insanları bulurlarsa bulsunlar, patentinin satın alınması ya da ilk olarak zenginlerin kullanması için pazarlıkların yapıldığı gözleniyor.
Virüs salgınının gösterdiği bir şey varsa o da kapitalizmin gezegen ve insanlık için sürdürülebilir bir sistem olmadığıdır. Şurası açıktır ki, bugün insanlık iki seçenekle karşı karşıyadır. 100 yıl önce Rosa Lüksemburg’un dile getirdiği “ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm” ikilemi her zamankinden de somuttur.
“Bu sistem şimdiye kadar çeşitli salgınlar, 1929 buhranı, iki emperyalist dünya savaşı, atom bombaları vb. krizler yaşadı ve bu salgında da yıkılmaz” diyor kapitalizmin akıl hocaları. Oysa sonucu işçi sınıfıyla emekçi yığınların tutumu belirleyecek. Artık vurgulanması gereken nokta, bu olayların insanlığa ve gezegene dayattığı yıkımların günden güne ağırlaştığı, gelecek on yılların ise daha da zor olacağıdır. Ya sosyalizm için mücadele edilecek, planlı bir ekonomi modeline geçilecek; kaynakların kullanımı bilinçli ve tüm uluslara eşit bir şekilde, zamanla da ulusal, sınıfsal ayrımların da kalktığı, doğa ile uyumlu bir dünya düzeni kurulacak. Ya da kapitalist vahşet yıkmaya devam edip gelecek nesillere her yönüyle tahrip olmuş bir dünyayı miras bırakacak.