“Fakat nasıl belli bir gelişim evresinde, manifaktür, feodal üretim biçimiyle çatışmışsa, aynı şekilde şimdi büyük sanayi, manifaktürün yerini alan burjuva üretim düzeniyle çatışmaktadır. Bu düzenle, kapitalist üretim biçiminin dar çerçevesiyle bağlanmış, bir yandan tümüyle halkın büyük kitlesini gittikçe artan bir proleterleşmeye sürüklüyor, öte yandan, durmadan büyüyen bir miktarda satılması imkânsız ürün yaratıyor. Her biri diğerinin sebebi olan fazla üretim ve yığınların yoksulluğu; büyük sanayinin vardığı ve üretim biçimini dönüştürmek suretiyle üretim güçlerinin serbest bırakılmasını kaçınılmaz bir şart haline getiren saçma çelişme işte budur.” (Marx-Engels, Felsefe İncelemeleri, Doğan Yayınları, s.51)
İnsanların temel ihtiyaçlarının karşılanması yerine azami kâr hedefiyle üretim yapan küresel kapitalist ekonomi korona pandemisiyle çökme noktasına geldi. Toplumsal birikim ve zenginlikleri yağmalamada sınır tanımayan neoliberal saldırganlık politikaları sistemin ayaklarına dolandı.
Her geçen gün daha da merkezileşerek yoğunlaşan muazzam sermaye birikimi ve üretici güçlerdeki devasa gelişme “ulusal” sınırlara sığamıyor. Yeni pazarlar ve ucuz emek gücü peşine düşen kapitalist tekeller üretimi buna uygun bölgelere kaydırarak, kuralsız bir emek sömürüsüyle büyük karlar elde ettiler. Ancak bu süreç uluslararasılaşan toplumsal üretim ile “ulusal” kabuk arasındaki çelişkiyi daha da yoğunlaştırararak derinleştirdi. Pandeminin ağırlaştırdığı kriz, uluslararası üretim sürecinin kurduğu saadet (tedarik) zincirlerini parçaladı. Hava, deniz, demir, karayolu filoları kötürümleşti, üretim süreci kitlendi, çarklar durdu.
Kapitalizmin beşiği İngiltere’nin Maliye Bakanı, haziran ayında bu durum devam ederse aktarılan kaynağın 30 milyar sterlini aşacağından, böyle bir ödemenin sürdürülemez olduğundan yakınarak, “Şu anda Ulusal Sağlık Sistemi’ne harcadığımıza denk bir parayı bu programa harcıyoruz” diyor. Bu açıklama, kapitalist üretimin akıl dışılığının, azami kâr uğruna insanlığı nasıl bir felakete sürüklediğinin itirafı olmanın yanı sıra sistemin o çok övünülen büyümesinin nasıl bir yıkım pahasına sağlandığını anlatıyor.
Pandemi günleri günlük yaşamın vazgeçilmezleri olarak empoze edilenlerin anlamsızlığını da gösterdi. Yaşamın sürdürülmesinde bankaların, sigorta şirketlerinin, borsaların varlık- yokluğunu dert etmeyen insanlar, kendilerini tuvalet kağıdı, makarna, temizlik malzemesi gibi ürünlerin temini için kuyruklara dizilirken buldular. Yüz maskelerini temin etmekte bile aciz kalan devletler korsanlıkta sınır tanımadılar.
Yaşanmakta olan, uluslararasılaşan toplumsal üretim sürecinin “ulusal” mülkiyete karşı isyanıdır. Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında keskinleşen çelişkinin kriz sürecinde net bir biçimde kendini dışa vurmasıdır.
Küresel kapitalist ekonominin krizinin derinleştiği günlerde küçücük bir bez parçası üzerine yaşanan korsanlıkların da gösterdiği gibi, burjuvazi krize karşı çatışmaları tırmandırmaktan başka bir yol bulamıyor. Çürüyerek çöküş sürecine giren her toplumsal sistem gibi küresel kapitalist sistem de yerini gönüllü olarak yeni toplumsal düzene bırakmayacaktır. Pandemi döneminde yaşananların da gösterdiği gibi, burjuvazi kapitalist sistemin yaşatılması uğruna dünyayı daha büyük bir felakete sürüklemekten geri durmayacaktır. Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında derinleşen çelişkiyi emekçi halklar bir devrimle çözüme kavuşturamazlarsa, insanlığın ortak tarihsel-toplumsal birikimi olan üretici güçlerin tahribatı pandemi döneminde tanık olduğumuzdan katbekat daha fazla olacaktır.
Hasarları tespit etme zamanı!
Kapitalist ekonomilerin çöküşünü eli kolu bağlı izlemek zorunda kalan “ulusal” devletler ve merkez bankaları ile IMF ve DB gibi uluslararası kapitalist kuruluşlar hasarları tespit etmenin ötesinde bir işlev yerine getiremediler.
Büyük tekelleri kurtarma operasyonları için piyasayı paraya boğdular. IMF direktörü, küresel ekonominin salgından başlangıçta tahmin edilenden daha fazla etkileneceğine işaret etti. IMF’nin yüzde 3’lük daralma tahmini, 1930’ların büyük bunalımından bu yana yaşanacak en sert düşüşü temsil ediyor.
FED (Amerikan Merkez Bankası) başkanı ise, salgın nedeniyle ağır bir krizin içinde olan ABD ekonomisinin, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 30 küçülebileceğini, GSYH’nin yüzde 20 ila 30 arasında düşebileceğini, işsizlik oranının yüzde 20 ile 25 arasında artmasının beklendiğini belirtti.
2019’un son çeyreğinde yüzde 7.3 oranında küçülen Japonya ekonomisi ise savaş sonrası dönemin en büyük ekonomik kriziyle karşı karşıya.
Almanya Ekonomi Bakanı, ekonomide bu yıl yüzde 6.3 daralma ile İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük resesyonu beklediklerini kaydetti.
İngiltere ekonomisi 2020’nin ilk çeyreğinde hızlı bir daralma yaşadı. Merkez Bankası’nın tahminine göre, sokağa çıkma kısıtlamaları haziran ayında gevşetilse bile ülke ekonomisi bu yıl yüzde 14 küçülecek.
AB’nin 27 ülkesinde, yaklaşık 42 milyon kişi için kısa süreli çalışma talep edildi. Volkswagen grubu yaptığı açıklamada, bu yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre %23 daha az araba satabildiklerini açıkladı. İngiltere’de otomobil satışları, 1946’dan bu yana en düşük seviyeye indi. Nisan ayında sadece 4 bin yeni araç plakası başvurusu yapıldı. Bu, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 97’lik bir düşüşü ifade ediyor.
Turizm ve otelcilik sektöründe de durum farklı değil. Almanya’da 70 bin civarında şirketin iflası bekleniyor. Büyük tekelleri kurtarma politikaları orta sınıfları ve işletmeleri yıkıma sürüklerken, sermayenin yoğunlaşmasıyla birlikte tekellerin gücü daha çok artacak.
Çıkış yolu arayışları
Kapitalist sistem bir çöküşten kurtulabilecek mi? Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı her kesim tarafından dillendirilse de, yeni şeyin ne olacağı kıyısından köşesinden tartışılıyor. Korona pandemisinin başında tedarik zincirlerinin işlevsizleşmesi üzerine Fransa Ekonomi ve Maliye Bakanı, üretimi dışarıya kaydırmakla hata yaptıklarını, şirketlere sözlerini dinletemediklerini söyleyerek, üretimin yeniden geri getirileceği ütopyasını dillendirdi. Ancak, devasa bir üretim kapasitesine ulaşan tekelci kapitalizmi artık bir ülkenin sınırlarına hapsetmek olanaksızdır.
Küresel bir finans kuruluşun başında olmanın rahatlığıyla olaylara bakabilen IMF Başkanı, burnunun ucundan ötesini göremeyen çapsız bakanlardan çok daha gerçekçi sonuçlar çıkarabiliyor. Küreselleşme sürecinin geri döndürülemeyeceğine, fakat “ABD ile Çin arasında alevlenmesi muhtemel olan ticaret savaşı tehlikesinin” küresel kapitalist ekonomide yıkıcı sonuçlara yol açacağına işaret ediyor ve taraflara bundan “kaçınma” telkininde bulunuyor. Ancak, IMF Başkanı, küreselleşme sürecinin geri döndürülemeyeceğini söylerken ne kadar gerçekçiyse, taraflara yaptığı “itidal” çağrısı da o kadar ütopik.
Sermaye iktidarlarının büyük tekelleri kurtarma politikaları zorunlu olarak küçüklerin ve zayıfların yutulmasını getirecektir. Böylece sayıları azalırken ellerindeki sermaye ve sahip oldukları üretim kapasitesi daha da büyüyecek olan kapitalist tekelleri bir ülkenin sınırlarına hapsetme isteği ise gerici bir ütopya olarak kalacaktır.
Gümrük duvarlarını yükseltip ticaret savaşlarını başlatan Trump, yükselmekte olan rakibine karşı başlattığı saldırganlığını perdelemek için de Amerikan şirketlerine ülkeye geri dönmeleri çağrısı yaptı, dönmeyenleri cezalandırılacağını açıkladı. Ancak bu tehditler küreselleşen tekelci kapitalist üretimin duvarlarına çarparak boşlukta kaldı.
Kapitalist ekonominin yasalarının dışardan müdahale yoluyla değiştirilemeyeceği gerçeğini Trump da kafasını tekellerin duvarlarına çarparak öğrendi. Trump, Çin’e yönelen sermaye akışı ve üretimin yönünü değiştirerek, Çin’in bölgede önemli rakiplerinden biri olan Hindistan’a yönlendireceklerini açıkladı. Kapitalist tedarik zincirlerini yeniden yapılandırmak üzere Hindistan ve Güneydoğu Asya ülkeleriyle temasta olduklarını belirten ABD Dışişleri Bakanı da, Çin’i komşuları üzerinden de kıskaca alacakları mesajını verdi.
Bu stratejik değişikliğin nedeni, ABD’nin ticaret dengesinin yeniden sağlanması ya da Covid-19 salgınının neden olduğu sıkıntılarla baş edilmesinden çok, Çin ekonomisin gelişmesinin frenlenmesidir. Kimin bu politikalardan ekonomisini, dolayısıyla dünya pazarları üzerindeki iddiasını güçlendirerek çıkacağı bir yana, küreselleşen kapitalist üretimi bir ülkenin sınırlarına sığdırmak olanaklı değildir. ABD’nin yapmaya çalıştığı, küresel kapitalist tedarik zincirlerini “yeniden yapılandırmak” adına, sermaye akışının yönünü değiştirmektir.
Çin, kapitalist dünya pazarına entegre olurken emperyalist tekeller için sunduğu geniş pazarlarıyla bir çekim merkezi olmanın yanı sıra kapitalist sistemin nefes almasına da tarihi bir hizmette bulunmuştur. Ekonomik olarak büyüyen Çin’in dünya pazarlarına giriş yapması tersinden de kapitalist sistemin hastalıklarının nüksetmesini hızlandırmıştır. Kapitalist tedarik zincirlerinin Hindistan’a yönlendirilmesinin sonuçları da farklı olmayacaktır.
Soruna bir de dünya düzleminden bakalım.
Uluslararası danışmanlık ve denetim şirketi Ernst&Young’un 45 ülkeden 3 bine yakın orta ve büyük ölçekli şirket yöneticisinin görüşüne başvurarak hazırladığı raporda ilginç bilgilere yer veriliyor. Araştırmaya katılan yöneticilerin yarısından fazlasının (%54) önümüzdeki 12 ay içinde birleşme ve satın alma faaliyeti gerçekleştirmeyi planlandıkları ifade ediliyor. Yöneticilerin yüzde 38’i potansiyel birleşme ve satın alma işlemlerini değerlendirirken, hedef şirketin işletme direncine odaklanacaklarını belirtiyor.
Alman hükümetinin Alman tekellerinin yabancılar tarafından satın alınmasına karşı hazırladığı yasa da aynı korkuya dayanıyor. Daha önce AB dışından bir yatırımcının bir Alman şirketini satın almasına güvenlik ve kamu düzenine yönelik “gerçek bir tehlike oluşturması” durumunda müdahale edilebilirken, 8 Nisan’da Bakanlar Kurulu’nda alınan kararla “bir tehlike oluşturabileceği öngörüsü” müdahale için yeterli hale getirildi.
Bu değişikliğe büyük tekeller anında tepki gösterdiler. Alman Sanayicileri Federal Birliği, özellikle de korona krizi döneminde yabancı yatırımın önüne yeni engeller çıkarılmaması uyarısında bulunurken, Kimya Sanayisi Birliği, yeni düzenlemenin özel mülkiyet hakkına kapsamlı müdahale anlamına geldiği eleştirisini yaptı.
Kapitalist tekellere sözünü dinletemeyen Fransız hükümeti gibi Alman hükümetinin satın almalara karşı aldığı karar da büyük tekeller tarafından “özel mülkiyet hakkına kapsamlı müdahale” olarak nitelendirildi.
Pandemi sonrası…
Pandemi sonrasının sınıf kavgası birbirinden temelden farklı iki perspektif ve program etrafında sürecektir.
Evet, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluk artacaktır. İş güvencesinin budanmasını bir dizi kuralsızlık tamamlayacaktır. Düşük ücret saldırısıyla yetinmeyecek olan tekeller sosyal hakların gaspı için topyekûn saldırıya geçeceklerdir. Dolaylı ve dolaysız vergiler artırılacaktır. Tedarik zincirleri ücretlerin daha düşük olduğu ülkelere kaydırılacaktır. Bu durum metropollerdeki işçi ücretleri ve çalışma koşulları üzerindeki olumsuz baskıyı daha da artıracaktır.
Eski İngiliz Başbakanı Gordon Brown ve eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın, Covid-19 krizini ABD önderliğinde “Yeni Küresel Düzen” kurulmasının olanağına dönüştürme çabaları, emperyalist devletler arasındaki anlaşmaların tek taraflı olarak lağvedilerek silahlanma harcamalarının artmasına yol açacak, savaşı daha somut bir tehdit haline getirecektir.
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’ın 56. Münih Güvenlik Konferansı’nın açılışında yaptığı konuşma, dünya siyasetindeki “yıkıcı dinamikler”i vurguluyor ve “Klasik güvenlik ikilemine geri dönüyoruz. Bunun sonucu, daha fazla kuşku, daha fazla silahlanma, daha az güvenlik olacaktır” sözleriyle kapitalist dünyanın açmazlarını ortaya koyuyordu.
Pandemi dönemi, küresel kapitalist sistemin biriktirdiği sorunları, çelişki ve çatışmaları bütün kapsamıyla açığa çıkartarak, bu sorunların çözümünde orta yolun kalmadığını ortaya koymuştur. Ya küreselleşen üretimi temel çelişkisinden, “ulusal” özel mülkiyet ilişkilerinden arındırarak teknolojik gelişmeyi toplumsal üretimin dünya çapında planlı ve koordineli bir sistemin, sosyalizmin kuruluşunun olanağına çevireceğiz, ya da dağılan saadet (tedarik) zincirlerini başka ülkeler/bölgeler üzerinden kurmak isteyen emperyalist tekellerin kârları uğruna yok oluş girdabında boğulup gideceğiz. Pandemi sonrasının sınıf kavgası birbirinden temelden farklı bu iki perspektif ve programla, “ya sosyalizm ya barbarlık” ikilemi etrafında sürecektir.