Korona salgınının ağırlığı her geçen gün artıyor. AKP iktidarının rakam cambazlıkları şu sıralar sıklıkla tartışılan gündemler arasında. Sinekten yağ çıkartmakta pek hünerli olan gerici iktidar, şimdi de kepazeliklerden “başarı öyküsü” devşirip siyasal rant hesapları yapıyor. Bu arada esas işi olan ekonomik vurgun-talan icraatlarını da sürdürüyor. Tüm bunların tuzu biberi olarak ise dinci-şoven gericiliğin her türlüsü arsızca kullanılarak, toplumsal hareketin gelişimi baltalanmak isteniyor.
AKP-MHP ortaklığıyla ihya edilen sermaye ise, yandaş olan ya da olmayan, ulusalcısı, milliyetçisi, dincisi, faşisti vb. bir bütün olarak işi arsızlığa vardırmış durumda. Kelimenin gerçek anlamıyla “ölü soyuculuğu” anlamına gelen icraatlar şu sıralar sermayenin “en hatırı sayılır kesimleri”nin bile ‘gözdesi’. Duruşa geçen fabrikaların bunu işçilerin sağlığı için değil tedarik sıkıntısından dolayı yaptıklarını ifade etmeleri, söylem planında bile artık çirkeflerini gizleme ihtiyacı hissetmediklerini gösteriyor. Koç Holding'e bağlı Arçelik fabrikalarında, “solunum cihazı üretiyoruz” diye izin alıp sokağa çıkma yasağı varken bile televizyon, bulaşık makinası vb. üretiminin devam etmesi, sermayenin “en güzide temsilcisi” şahsında çok şey anlatıyor.
Her şeyleriyle çürüyorlar. Başta işçi ve emekçiler olmak üzere topluma açlık, yoksulluk ve yıkım dışında verebilecek bir şeyleri yok. Salgının yarattığı ağırlık, yaşamın her alanında daha büyük yıkımların haberini veriyor. Burjuva iktisatçılar da ‘kara bir senaryo’ yazmaktan kendilerini alamıyor. Onlar da yıkımın kapıda olduğunu söylüyor. Sermayeyi temsil eden burjuva partileri ise günü fırsata çevirmeye çalışırken, gelmesi kaçınılmaz olan derin kriz için hazırlık yapıyorlar. Ekonomik krize dünya ölçüsünde salgının yarattığı bilanço eklenince sorunlar katlanacak. Türkiye için ise felaketin tsunami boyutlarında olacağı farklı çevrelerin öngörüsüdür.
***
Salgının geride kalmasıyla belirginleşecek olan kabarık faturanın kimlerin sırtına yıkılacağı, önümüzdeki sürecin temel gündemi olacak. Dünya’da ve Türkiye'de kapitalist devletler, kendileriyle birlikte işçi sınıfını bir uçurumun kenarına mı sürükleyecekler? Yoksa işçi sınıfı öncülüğünde gelişecek kitle hareketi yeni bir dünyanın yaratılması için kapılar mı açacak? Bugünün ve yarının en temel soruları bunlardır.
Korona salgınıyla birlikte sınıf ayrımları, sınıf çıkarlarının zıtlığı, emekçilerin kapitalistler ve onların devletleri için sömürü nesnesinden başka bir şey olmadıklar gerçeği çıplak gözle görülmeye başladı. Bu aşamadan sonra işçi sınıfı artık örgütlenmeli, fabrika fabrika birliğini kurmalı, talepleri ve gelecek özlemleri için harekete geçmelidir. Krizlerin ve yıkımın faturasını ödemeyeceğini ortaya koymalı ve tüm sorunların kaynağı olan kapitalist düzenin temellerini hedefleyen mücadelesini güçlendirmelidir. Bunu bugünden başlayarak yapabilmelidir. İşçi sınıfıyla birlikte toplumun tüm ezilen ve sömürülen emekçi katmalarının da kurtuluşu için hareket etmesini sağlayacak tek gerçek devrimci yol budur.
Ancak sorunların, çelişkilerin giderek ağırlaşması sınıf mücadelesinin de aynı paralelde gelişeceği anlamına gelmiyor. Tarihsel deneyimlerin de gösterdiği gibi, işçi sınıfının atalet tablosundan sıyrılabilmesi, bir sınıf olarak hareket edebilmesi, öncü-devrimci müdahalenin ve önderliğin başarısıyla da sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak bu alanda başarı sağlandığında işçi sınıfı toplumun diğer ezilen/sömürülen katmalarını kendi etrafında toparlayabilir. İşçi sınıfı ve emekçilerde dinci faşist rejime karşı biriken hoşnutsuzluk yaygın olmasına rağmen halen devam eden suskunluk, öncü devrimci müdahalenin güncel önemine işaret ediyor. İlerici-öncü işçilerle devrimci siyasal akımlar içinden geçtiğimiz sürecin görevlerine bu gözle bakabilmelidirler.
Gelinen yerde esas sorun, yaşanan kafa karışıklıkları ya da tepkinin şiddeti-yoğunluğu değil, bunu açığa çıkartabilecek, doğru hedeflere yönlendirebilecek kanalların nasıl açılacağıdır. Sınıfın ve bir bütün olarak toplumun kurtuluşu uğruna devrimci bir sınıf hareketinin önündeki engelleri aşmak için sistematik, soluklu bir çabanız, bu ana hedefe kilitlenmiş gündelik bir müdahale pratiğiniz yoksa yarına dair de söyleyebilecek hiç bir şeyiniz yok demektir.
***
Devrimci teori ve pratiğin, her gelişmede bir kez daha yadsıdığı sınıf dışı çözüm arayışının hiç bir hükmü yok. Bu tür çabalar konum, bakış ve kimlik olarak kapitalist düzenin sınırları içine hapsoluyor. Bu zeminde yapılanların, en iyimser tabirle ‘iyi niyetli çabalar’ olmanın dışında bir karşılığı yok. Oysa artık yaşamın katı gerçekleri ve ihtiyaçları kendini her zamankinden daha çok dayatıyor. Şimdi tüm dikkatler sınıfın büyük devrimci kalkışmasını örgütleyebilecek, toplumsal kurutuluşun kapılarını aralayabilecek görevlere verilmelidir. Bunun için sınıf devrimcileri diyor ki; “güne yükleniyor, geleceğe hazırlanıyoruz!”