Emekçi sınıflar için çalışma ve yaşam koşulları, uzun bir dönemdir tüm dünya ölçeğinde olumsuz bir eğri çiziyor. Zira uzun saatlere varan çalışma saatleri, düşük ücretler, esnek-güvencesiz çalışma genel bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Pandemi bu olguyu hızlandırıcı bir etkide bulunuyor.
Great Place to Work Enstitüsü'nün 13 Avrupa ülkesini kapsayan 2020 tarihli araştırmasına göre, Avrupa kıtasında, son iki yılın haftalık çalışma saati ortalaması 40.4 saat. Türkiye haftalık 48,5 saatlik çalışma süresiyle en uzun çalışma saati sıralamasında ilk sırada yer alıyor. Listenin diğer ucunda haftalık en kısa çalışma süresi uygulayan ülke olarak Danimarka yer alıyor. Bundan olumlu bir sonuç çıkarmak -kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada- pek mümkün değil. Bu ülkelere yakından baktığımızda, bu durumun yaygın esnek çalışma yöntemlerinin karşılığı olduğunu, düşük ücrete çalışmakla birlikte işçilerin tazminat/emeklilik/sağlık haklarından yoksun bırakıldığını görürüz. Örneğin Amerika'da ortalama çalışma süresi haftalık 34 saat olarak ölçülüyor. Öte taraftan, ücretli ebeveyn izni, zorunlu hastalık izni ya da haftada çalışılabilecek maksimum saat sınırlaması yok.
Açıklanan haftalık çalışma saatleri Türkiye'de işçilerin sürekli olarak mesaiye kaldığını gösteriyor. Bu durum ücretlerin düşüklüğü ve işçilerin borçluluk haliyle doğru orantılı. Mesailerin zorunlu tutulmasını da ayrıca ekleyebiliriz. Halihazırda bankalara borçlu olan, hayat pahalılığı nedeniyle krediyle/taksitle alışveriş yapan işçiler, pandemi döneminde esnek çalışma yöntemleriyle fabrikaya da borçlandırılmış durumdalar ve zorunlu mesailere bırakılıyorlar. Araştırmaların ortaya koyduğu bir başka veri, Türkiye’de sendikal örgütlülüğün de hayli düşük olduğunu kaydediyor. (Toplam çalışan kesim içerisinde sendikalı işçi oranı %13,7)
İşçiler için çalışma, hem yaşamında büyük bir zaman dilimini kapsadığı hem de karşılığında aldığı ücretle işten geri kalan zamanını farklı etkinliklerle değerlendiremediği için temel bir belirleyicidir. Peki, çalışma yaşamında zihnen ve bedenen oldukça yıpranan, buna karşın çalışma dışında çok çok sınırlı bir zamanı ve kısıtlı maddi imkânı olan işçiler nasıl dinlenir? Yapmak zorunda olduğu görevlerin dışında ne gibi etkinlikler yapar? Dinlenme ve eğlenme, işçi sınıfı için ne ifade eder? (Ev içi işler düşünüldüğünde kadınlar için dinlenme ve eğlenmeye dönük faaliyetlerin çeşitliliğinde ve yapılabilmesindeki sınırlılık daha belirgin şekilde ortaya çıkıyor)
Bu konuda evde oturmak, televizyon seyretmek, kahveye gitmek, maça gitmek, kursa katılmak, güne gitmek, mahalle/parkta kısa gezinti, piknik, aile ve arkadaşlarla vakit geçirmek, AVM’lere gitmek, sosyal/kültürel etkinlere katılmak, bilgisayar-telefon üzerinden mobil platformlarda zaman harcamak vb. aktiviteler sıralanabilir. Tabii bunların bir kısmı salgın koşulları nedeniyle pek mümkün değil, ya da sınırlandırılmış durumda. Bu aktivitelerden bilgisayar-tablet-akıllı telefonlarla meşguliyet daha sık başvurulan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Son dönemde artan bu yönelim, koronavirüsün zorunlu kısıtlamalarına takılmadığı için de yaygın olarak sürdürülüyor.
Teknolojideki gelişmeler uzun bir süredir insanların günlük rutinini, dinlenme/eğlenme faaliyetlerini değiştirmiş durumdadır. Günümüzde tüm dünyada internet kullanımı ve ihtiyacı artmaktadır. Dijital 2020 Nisan Raporu’ndan yansıyan veriler bu oranların pandemi döneminde ayrıca yükseldiğini göstermektedir. Mobil teknolojilerindeki gelişmeler, bu alanda özellikle akıllı telefonlar öne çıkmakta ve insanlar için vazgeçilmez bir unsur olmaktadır. Mobil İletişim Sektörü Raporu’na göre Türkiye nüfusunun %77’si akıllı cep telefonu kullanmaktadır. Yine bu rapora göre Sosyal medya kullanımı, özellikle emekçi kesimler için rutin bir aktivite, bir eğlence aracı olarak kullanılagelen TV izleme süresini geride bırakmaktadır.
Mobil iletişim sektörünün, özellikle akıllı cep telefonları alanında yaygınlaştığı görülüyor. Bu alanda mobil oyun endüstrisi özellikle dikkat çekiyor. Mobil reklam platformlarından AdColony’nin verilerine göre Türkiye’de yetişkinlerin %79’u mobil oyun oynuyor. Türkiye’deki mobil oyuncuların bir günde mobil cihazlarında geçirdiği zaman 4 saatten fazla. Bu süre Rusya’da 3,5, İspanya’da 2.5, Almanya’da ise 2 saat.
Mobil oyunlar, işçiler arasında da oldukça yaygın. İşçiler stres atmak, deşarj olmak, eğlenmek için mobil oyunlara yönelebiliyor. Yaygınlaşan internet kullanımıyla birlikte akıllı telefonlar ve bunların kullanılmasında düşen yaş ortalamasından yola çıktığımızda, yeni kuşak işçiler için sosyal ağ sitelerinin ve video paylaşım sitelerinin, mobil oyunların temel platformları haline geldiğini söyleyebiliriz. Mobil oyunlar her ortamda oynanabildiği için pratik, aynı zamanda ucuzdur. Bu açıdan zamanı, parası olmayan, fiziken- ruhen yıpranan işçiler açısından “cazip” kılınmıştır. Örneğin takım çıkarmak, parasını ödeyip saha tutmak, işten ya da evden atlayıp sahaya gelmek ve maç yapmak, mobil maçla kıyaslandığında daha yorucu ve pahalıdır, daha fazla vakit almaktadır. Öyle ya, akıllı telefonla bu faaliyet çok hızlı ve basit bir şekilde yapılabilir!
Tüm bu nedenlerden dolayı işçiler, artan oranda bu basit ve hızlı mobil oyunlara yönelmektedir. Aynı fabrikada çalışmasına rağmen tanışıklığını mobil oyun üzerinden sağlayabilen, aynı servise binip birbirinin yüzüne bakmayan, çalıştığı yere yeni giren işçiden bihaber olan, sokakta gördüğünde çalışma arkadaşını tanımayacak ya da tanısa da selam vermeyecek olan işçiler; mobil oyunlarda yana yan gelmekte ve “keyifli” zaman geçirmektedir. Çalışma alanlarındaki kısa molalarda dahi telefonu ellerinden düşürmeyen, oyun oynamaya devam eden işçiler bulunmaktadır. Sanal ortam dışında, iletişim aracı olmaksızın arkadaşlık kurmak, paylaşımda bulunmak, yardımlaşmak giderek sınırlanmaktadır. İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarındaki sorunlar ve insan ilişkilerindeki sınırlılık ortadayken, mobil oyunların kullanımındaki artışı, yaşanan duruma alışkanlık göstermek ve sorunlardan kaçmak olarak okumak mümkündür. Bu durum başlı başına üretim sürecinin yarattığı yabancılaşmanın ve uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, sürekli borçluluk haliyle doğrudan ilintilidir.
Günümüz dünyasında işçilerin yaşamı basit, sıradan ve değersiz görülmektedir. Fakat elinden dakikada, hatta saniyede çıkardığı ürünler bir o kadar değerlidir. Pandemi dönemi, bu çelişkiyi gittikçe derinleştirmektedir. İşçi sınıfı çok daha ağır koşularla yüz yüze bırakılmaktadır. Çıkarılan ekonomik paketler, açıklanan torba yasalar ise işçi sınıfından daha fazla çalmanın belgeleridir ve özü itibarıyla işçiden sadece sermaye için yaşaması beklenmektedir.
Yapılması gereken nedir? İşçi sınıfının 1848’de 10 saatlik, 1 Mayıs 1886’da 8 saatlik çalışma hakkını kazanan ve “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!” şarkısını haykıran öncülerinden öğrenmesi ve çok daha fazlasını istemesi ve bunun için mücadele etmesi gerekmektedir. Bu ise, sanal dünyanın tüketici oyunlarından kafasını kaldırıp gerçek yaşama ve sınıf çelişkilerine gözlerini açmakla mümkündür.