2020’nin ilk günlerinde “felaketler yılı”na girildiğine dair bir dizi senaryo gündemi meşgul etmişti. Yerküreyi sarsacak doğa-çevre olaylarından toplumsal yaşamı etkileyebilecek başka gelişmelere kadar, çeşitli söylentiler günlerce gündemin ilk sıralarında yerini korumuştu.
Çok geçmeden dünyayı kasıp kavurmaya başlayan pandemi bu söylemlerle ilişkilendirildi. Fakat, insanlığı ve doğayı yıkıma uğratan her “felaketin” arka planında emperyalist-kapitalist sistemin yer aldığını görmek uzun sürmedi. Zira, bilimsel yöntemlerle ve toplum sağlığını esas alan politikalarla önüne geçilebilecek olan bir salgın, kapitalist sistemin işleyiş yasalarının kaçınılmaz sonucu olarak gerçek bir felakete dönüştü.
Pandeminin en ağır sonuçlarını dünya ölçeğinde işçi sınıfı ve emekçiler yaşadılar. Öyle ki, aradan geçen bir yıl içerisinde fabrikalar salgının yayılma merkezleri haline gelmiş, milyonlarca işçi hastalığa yakalanmış ve binlercesi yaşamını yitirmiştir. Yine dünya ölçeğinde salgının da etkisiyle ağırlaşan ekonomik krizin faturası işçi sınıfı ve emekçilere kesilmiş, kitlesel işten çıkarmalar yaşanmış, hak kayıpları görülmemiş boyutlara ulaşmıştır.
Türkiye işçi sınıfı açısından zorlu geçen bir yıl
Pandemi yılı, Türkiye işçi sınıfı açısından çok daha ağır sonuçlar yaratarak geride kalıyor. Sınıf hareketinin en geri noktada seyrettiği ve ekonomik krizin ise emekçilerin belini büktüğü bir dönemde baş gösteren salgın, çok geçmeden sermaye ve devleti tarafından sınıfa dönük yeni ve kapsamlı saldırıların dayanağı haline getirildi.
İkiyüzlüce “evde kal” çağrılarının yapıldığı ilk günlerde, işçi ve emekçiler ölüm kamplarına dönen fabrikalarda çalışmaya zorlandılar. AKP-MHP iktidarının “üretime devam” politikası aleni bir şekilde işçilerin yaşam hakkının gaspına dönüştü. İlerleyen süreçte hemen her gün fabrikalardan vaka ve ölüm haberleri gelmeye başladı. Yaşam hakkının gaspını, insanlık onurunu hiçe sayan politikalar izledi. Vestel ve Dardanel fabrikalarında olduğu gibi, bir dizi fabrikada işçilere köle muamelesi yapıldı. AKP iktidarının tam desteği ile sözde karantina adı altında işçiler fabrikalara kilitlendi, bu sayede gece gündüz üretime devam edildi.
Süreç ilerledikçe sermayenin ve dinci-faşist iktidarın işçi sınıfını hedef alan saldırılarına yenileri eklendi. İşten atma sözde yasaklandı, fakat paralel bir düzenleme ile ücretsiz izin saldırısı yasal zemine kavuşturuldu. Aynı günlerde devreye sokulan kısa çalışma ödeneği ile milyonlarca işçi açlık ve sefaletin derin çukuruna terk edildi. Uzaktan çalışma vb. esnek çalışma modelleri daha etkin kullanılarak sömürü çarklarının dönmesi ve sermaye birikiminin kesintiye uğramaması sağlandı. İşçi ve emekçiler çok yönlü bir yıkımı yaşarlarken, asalak kapitalistlere bir dizi destek paketi sunuldu.
Pandemiyi TİS sürecinde karşılayan fabrikalarda ya görüşmeler askıya alındı ya da sermayedarlar tarafından salgın fırsata çevrilerek TİS’ler oldu bittiye getirildi. Kapitalistler olağan TİS süreçlerinde hayata geçiremedikleri saldırıları sendika bürokratlarının da açık desteği ile salgın günlerinde bir bir imza altına aldılar.
Sağlık, eğitim, ulaşım, beslenme ve barınma gibi en temel insani haklara ulaşmak işçi ve emekçiler için çok daha zor bir hale gelmiştir. Günümüz Türkiye’sinde test dahi yaptıramayan, hastalığa yakalandığında tedavi olamayan, çocuklarına eğitim imkânı sağlayamayan, yeterince beslenemeyen ve sağlıklı konutlarda barınamayan milyonlarca emekçi yaşam kavgası içerisinde gün be gün tükenmektedir.
Pandemi yılında işçileri hedef alan bir diğer saldırı, AKP-MHP rejiminin baskıcı politikaları oldu. Salgını kontrol altına almak için kılını kıpırdatmayan, sözde karantina önlemleri ile günü geçiştirmeye çalışan, fabrikaları birer ölüm kampına çevirmek pahasına “çarklar dönecek” diyen iktidar, işçi sınıfının zaten çok sınırlı olan demokratik hak ve özgürlüklerini de rafa kaldırdı. Grev başta olmak üzere her türlü eylem ve etkinlik aylarca yasaklandı. İşçi sınıfının kendisini ifade edeceği kanallar keyfi genelgelerle tıkandı. Sendikal örgütlenme hakkı ücretsiz izin vb. saldırılarla gasp edilmeye çalışıldı.
Bugün bakıldığında, pandemi yılında işçi ve emekçileri hedef alan saldırıların nasıl bir yıkım tablosu yarattığı çok daha açık bir şekilde görülüyor. Ücretsiz izin saldırısı ya da doğrudan işten çıkarmalar nedeniyle emekçiler kaderine terk edilmiş durumda. Hala çalışabilenler ise alınmayan önlemler ve erişilemeyen sağlık hakkı nedeniyle ölümle koyun koyuna yaşam mücadelesi veriyor. Zaten açlık sınırının altında olan ücretler kriz ortamında alabildiğine erimiş, emekçilerin alım gücü dibe vurmuş bulunuyor.
Bu tablonun gerisinde, en başta işçi sınıfının pandemi sürecini örgütsüz ve dağınık karşılaması yer alıyor.
2021 yılını mücadele yılı yapmak için!..
Pandemi yılını elbette hareketsiz geçirmeyen işçi bölükleri de oldu. Sürecin başında kimi metal ve tekstil fabrikalarında (Sarkuysan, Akkar Tekstil vb.) “çalışmaktan kaçınma” hakkını kullanmak isteyen işçiler çeşitli eylemler gerçekleştirdiler. Yine o süreçte TİS’de uzlaşma sağlanamayan belli fabrikalarda (Novares vb.) kısa süreli de olsa grevler yaşandı. Yıl içerisinde kimi fabrikalarda sendikalı işçiler, yeri geldi kadına yönelik şiddeti protesto etmek için, yeri geldi kıdem ve emeklilik hakkının gaspına tepki göstermek için eylemler düzenlediler. Çocuklarının eğitim hakkına sahip çıkan işçiler sınırlı da olsa fabrika eylemleri ile tepkilerini ortaya koydular. İlerleyen süreçte gerek işten atma saldırısına gerekse ücretsiz izin uygulamasına ve hak gasplarına karşı sınıfın farklı kesimleri direnişe geçtiler. Bunların belli başlıcaları; maden işçilerinin Ankara yürüyüşü, Bimeks direnişi, PTT direnişi, Cargill direnişi, Atlas Global direnişi, HSK Systemair direnişi, Özer Elektrik direnişi, Ekmekçioğulları direnişi, KT Deri direnişi, Grup Tekstil direnişi ve etkisi ve kazanımıyla diğerlerinden ayrılan Sinbo işçilerinin direnişi oldu.
Ücretsiz izin uygulamasına ve sendikal örgütlemeyi hedef alan saldırılara karşı, işçi sınıfı ve emekçiler adına önemli kazanımlar elde ederek biten Sinbo direnişi, “felaketler yılını”nın son günlerinde umut veren bir deneyim, zorlu geçecek 2021 yılında işçi sınıfına yürümesi gereken yolu gösteren bir işaret fişeği oldu.
Bugün pandemi koşullarında örgütsüzlüğün ve dağınıklığın bedelini canıyla ödeyen ya da açlık-sefalet çukurunda yaşam mücadelesi veren işçi sınıfı, yeni yılda yeni Greiflar, Metal Fırtınaları ve Sinbolar yaratarak önünü açabilir. Ancak bu tür mücadelelere atılarak, bu direnişleri çoğaltarak içerisinde bulunduğu çok yönlü kuşatmayı parçalayabilir.
O halde işçi ve emekçilerin yapması gereken; onca baskı ve saldırı karşısında “Korkmuyoruz!” diyerek hak mücadelesini kararlılıkla sürdüren maden işçilerinin, “Sinbo’da kazandık, sırada topyekûn mücadele var” diyen Sinbo işçilerinin çağrısına kulak vererek, 2021 yılını kavga yılına çevirmektir!