Küresel salgın birinci yılını geride bırakırken…
Küresel salgın nedeniyle dünya çapında olağanüstü koşulların hüküm sürdüğü bir yılı geride bırakıyoruz. Büyük bir hızla ülkeleri pençesine alan pandemi, 2020 yılında toplumsal yaşamın her alanını etkileyen bir dizi sonuç yarattı ve yaratmaya devam ediyor.
İlk olarak Çin’in Wuhan kentinde tespit edilen ve kısa bir zaman diliminde neredeyse dünyaya yayılan koronavirüs salgını birinci yılını geride bırakmak üzere. Pandeminin ortaya çıkardığı bilanço ise adeta emperyalist-kapitalist sisteme ayna tutuyor. Resmi verilere göre dünya ölçeğinde bir yılda bir buçuk milyon insan yaşamını yitirdi. Yaklaşık 70 milyon insan hastalığa yakalandı. Kapitalist sistemin metropollerinde dahi sağlık ve eğitim sistemleri kilitlendi. Fabrikalar adeta can pazarına dönüştü. Milyarlarca insan pandemi koşullarında kaderine terk edilirken, bunlara işsizliğin tırmanması, yoksulluğun yaygınlaşması eşlik ediyor. Sadece bu olgular bile salgının bilançosunu ortaya koyuyor.
Gelinen süreçte tablo çok daha vahim bir boyut kazanmış durumda. Bugün başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, dünyanın birçok bölgesinde koronavirüs salgını en yüksek yayılma hızına ulaşmış bulunuyor. Günlük vaka sayısı ve ölümlerdeki artışta adeta zirve yaşanıyor. Aşı tartışmaları sürerken, salgının ne zaman ve hangi yöntemlerle kontrol altına alınabileceği hala da belirsizliğini koruyor.
Salgınla birlikte ortaya çıkan yıkımın gerisinde ise tartışmasız olarak kapitalist sistem yer almaktadır. Bu gerçeklik “Pandemi ve sosyalizm” başlıklı temel önemde bir değerlendirmede (www.tkip.org) şöyle ortaya konulmaktadır:
“Kapitalist sistem salgın ve hastalıkların yalnızca asıl kaynağı değil, fakat onlarla başarıyla başa çıkabilmenin de temel engelidir. Covid-19 salgını karşısında kapitalist dünyanın patronu ABD’nin düştüğü durum ve hala da izlemekte olduğu politika, bunun çok açıklayıcı bir örneğidir. O ABD ki halen dünyanın en zengin ülkesidir, ama salgın karşısında en aciz ülke olarak durmaktadır orta yerde. Peki ama neden? Çünkü sahip olduğu o muazzam zenginlikler üzerinde sımsıkı bir sermaye tekeli vardır. Sermaye içinse insan, insanın temel maddi ve kültürel ihtiyaçları değil, fakat sonu gelmez birikim, bunun için de insanın ve doğanın hoyratça sömürülüp yağmalanması esastır.”
***
Salgının Türkiye’deki seyri ise çok daha vahim boyutlara ulaşmış durumda. Dinci-faşist iktidarın tüm çarpıtma ve manipülasyonlarına rağmen salgının yarattığı insani yıkım artık gizlenemiyor. Resmi rakamlara göre Türkiye’de gündelik olarak 30 binin üzerinde insan hastalığa yakalanıyor ve her gün 200 civarında insan yaşamını yitiriyor. Bu rakamlar bile Türkiye’nin salgında dünya ölçeğinde başı çektiğini gösteriyor. Gerçek rakamların ise bunun çok çok üstünde olduğu, yalnızca İstanbul’da bu sayıda insanın yaşamını yitirdiği biliniyor.
En başından itibaren şeffaf davranmayan, tüm verileri gizleyerek toplumsal algıyı yönetmeye odaklanan, bilimi ve sağlık-meslek örgütlerini dikkate almayan AKP-MHP rejimi, bu tablonun oluşmasının bir numaralı sorumlusudur. Salgın politikasının merkezine sermaye birikiminin kesintisiz olarak devam ettirilmesini koyan sermaye iktidarı, bugün binlerce insanın kanını elinde taşımaktadır.
Wuhan’dan başlayarak büyük bir hızla dünyaya yayılan ve toplumları adeta kasıp kavuran pandemi, AKP-MHP rejimine göre Türkiye’ye Mart ayında ancak ulaşabildi. Oysa o tarihlerde hemen yanı başındaki İran’da salgın hızla yayılıyor ve kitlesel ölümler yaşanıyordu. Dahası, Türkiye’nin üzerinden “atlayarak geçen” koronavirüs batı ülkelerinde de ciddi bir yayılım gösteriyordu. Mart ayına kadar salgın konusunda kılını kıpırdatmayan, önleyici tedbirleri almaktan uzak duran AKP-MHP rejimi, böylece koronavirüsün ülke sathına yayılmasına kapı araladı. Pandeminin tüm ülkeyi pençesine aldığı günlerde ise, sarayın karanlık odalarında toplanan sözde “Bilim Kurulu”nun masasında topluma servis edilecek rakamlar saptandı.
Erdoğan’ın iki dudağından çıkacak söze bakan “Bilim Kurulu” ve Sağlık Bakanlığı aylarca dezenformasyon merkezi gibi işletildi. Pandemi toplum sağlığını ciddi bir şekilde tehdit ettiği halde “üretimin devamını” esas alan politikalar hayata geçirildi. Salgının etkisiyle üretimde sorunlar yaşayan sermayedarlar, sunulan teşvik ve desteklerle ihya edildiler. Tablonun öteki tarafında yer alan işçi sınıfı ve emekçilere ise ölümle burun buruna çalışmak dayatıldı. Fırsatçı iktidar ve kapitalistler salgın koşullarında bile emekçileri hedef alan kapsamlı saldırıları hayata geçirmekten geri durmadılar. Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin gibi uygulamalar, işçi ve emekçilerin yaşadığı yıkımı çok daha boyutlandırdı.
AKP-MHP rejimi Haziran ayında “yeni normale” geçileceğini duyurduğunda, Türkiye pandemide daha ilk dalgayı bile atlatamamıştı. Salgın belli bir düzeyde yayılmaya devam ediyor, gerçekte yaşanan ölümler çarpıtılmış rakamlarla gizlenmeye çalışılıyordu. Durumun vahameti ilerleyen süreçte daha da belirginleşti ve “normalleşme” adımının gerçekte kriz içinde debelenen kapitalist ekonominin bir nebze soluk alması için atıldığı tartışmasız bir şekilde gözler önüne serildi. Pandemi döneminde kapitalist devletlerin uyguladığı “normalleşme” politikalarının arka planında yatan gerçeklik, “Pandemi ve sosyalizm” başlıklı değerlendirmede şöyle ortaya konuluyor:
“Aynı tutum kendini ‘normal’e dönüş politikaları üzerinden de gösterdi. Hemen her ülkede hükümetlerin bu konudaki politikasını belirleyen de tekellerin çıkar ve tercihleri oldu. Salgının seyri ve muhtemel başka etkileri hala belirsizliğini koruyorken, özellikle üretim ve ticari alanlarda ‘normal’e dönüş aceleciliğinin gerisinde bu var. Hayatın ‘normal’e dönmesi, tekeller için sermaye birikim sürecinin yeniden eski formatına dönmesi anlamına geliyor.”
***
Bugün dünya ölçüsünde yansıyan veriler, salgının yayılma hızı ve ölüm oranları açısından pandeminin birinci dalgasında ulaşılan zirve noktasının kat kat aşıldığını gösteriyor. Günlük olarak onbinlerce insan salgına yakalanıyor, binlercesi hayatını kaybediyor.
Bilimsel yöntemlerle ve toplum sağlığını esas alan uygulamalarla hızla kontrol altına alınabilecek olan bir salgının yüz binlerce insanın yaşamına mal olması, kapitalist sistemin ne denli insanlık dışı bir sistem olduğunu ve ne denli çürüdüğünü gözler önüne sermektedir. “Pandemi ile mücadele” edildiği yanılsaması yaratan ve sorunu bireylerin alacağı önlemlere indirgeyen burjuva iktidarlar, yaşanan yıkım tablosuna rağmen, birkaç hafta kapanmayı hayata geçirmekten geri durmuşlardır. Sırf kapitalist sistemin sömürü çarklarının dönebilmesi uğruna yüzbinlerce insanın yaşamı hiçe sayılmıştır.
Pandemi süreci, insanlığın şu yol ayrımına doğru sürüklediğini bir kez daha ve çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır: Ya kapitalist barbarlık içinde yok oluş, ya sosyalizm!