Günlerdir ülke genelinde, sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi tartışılıyor. Bu konuda uzmanlar, siyasetçiler, demokratik kitle örgütleri, işçi ve emekçiler görüşlerini beyan ediyorlar. Toplumun farklı kesimleri tarafından sokağa çıkma yasağı ilan edilmesinin dile getirilmesine rağmen hükümet bu konuda somut adım atmıyor. Bunun ekonomik, sosyal ve siyasal nedenleri olduğu açıktır. Hükümetin, toplumun geniş kesimlerinin çıkarını gözetmediği de atılan adımlarla bir kere daha görülmüştür.
Salgının kontrol altına alınamadığı, hayata geçirilen sınırlı önlemlerle de alınamayacağı ortadadır. Bu da bir yerden sonra gecikmeli olarak sokağa çıkma yasağını kaçınılmaz biçimde dayatacaktır. Belki de o aşamada İtalya’da olduğu gibi iş işten geçmiş olacaktır…
İşçi sınıfı sokağa çıkma yasağı konusunda ne düşünüyor?
İşçi ve emekçiler sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi konusunda çeşitli kaygılar taşıyorlar. Basına vb. yansıyan haber, yorum, değerlendirmelerden bunu görmek mümkündür. Yansıyanlar sadece gerçekliğin sınırlı bir kısmıdır. İşçi ve emekçilerin büyük bir kısmı hem salgın kaygısı yaşıyor hem de işe gidip geliyor. Hükümetin ülke genelinde, patronların ise fabrikalarda aldığı önlemlerin yetersiz olduğunu biliyorlar. Özellikle birçok fabrikada önlemler göstermelik olmanın ötesine geçmiyor. Birkaç yere jel ve lavabolara sabun koymayı kapitalistler önlem olarak görüyor. Devletin ve sermayenin keyfi, ihmalkâr, hayatları hiçe sayan tutumlarını fabrikalarda yaşayarak gören işçi ve emekçilerin önemli bir kısmı sokağa çıkma yasağı ilan edilmesini istemiyor. Bunun en önemli nedeni temel ihtiyaçların karşılanması yönünde devlete karşı duyulan güvensizlikten kaynaklanıyor.
İşçi sınıfının verili bilinci ve örgütlülüğü kendi gücüne güvenerek davranmasını sınırlıyor. Sendikal örgütlülüğün olduğu yerlerden yansıyan bilgiler de işçi sınıfının gerçekte örgütsüz olduğunu gösteriyor. Bazı fabrika ve işletmelerde sınırlı tepkiler gelişiyor. Bunların önemli bir kısmı ise işçi ve emekçilerin kendiliğinden tepkisiyle açığa çıkıyor. Bu tepkilerin talepleri ve kendini dışa vuruş biçiminin gayet sınırlı olduğu açıktır. Birçok fabrikada işten çıkarma ve ücretsiz izin dayatması hayata geçirilmiş bulunuyor. Bu konuda ciddi bir tepkinin açığa çıktığını söyleyemeyiz. Keza işçi sendikalarının yaptığı açıklamalar patronların bu konuda rahat davranmasını adeta teşvik ediyor. Hükümetin basın ve medya kuruluşlarını, düzen muhalefetini kendine yedeklediği, demokratik kitle örgütlerinin vb. büyük ölçüde baskı altına alınarak susturulduğu ya da ses çıkaramaz hale getirildiği, herkesin birlik, beraberlik görüntüsü vermeye zorlandığı koşulları düşünürsek tablo daha anlaşılır olacaktır. Düşünün ki toplum sağlığını birinci önceliği gören TTB bile hükümetin baskısı altında bazı gerçekleri açıklamaktan imtina ediyor, ettiriliyor. Bazı bilgileri üstü kapalı biçimde ifade etme yoluna gidiyor…
Yaratılan bu atmosferin etkisiyle tüm kaygı ve endişelerine rağmen işçi ve emekçilerin bir kısmı fabrikaların çalışmasını istiyorlar. Fabrikalar durursa hiçbir gelirleri kalmayacağını ve virüs belasından daha ağır belalarla karşılaşacaklarını düşünüyorlar. Geleceklerini güvende hissetmedikleri için belirsizlik içinde günü kurtarmaya çalışıyorlar.
İşte tersine çevrilmesi gereken tablo da budur.
Sendikalar ne yapıyor?
Kabaca ifade edecek olursak bu koşullarda dahi işçi sınıfını kontrol altında tutmaktan başka hiçbir iş yapmıyorlar. Basında öne çıkarılan konfederasyonların yöneticileri ise hükümete akıl hocalığı yapmaya çalışmak, patronlardan ricada bulunmak dışında hiçbir işe yaramıyorlar. Temel yaklaşımları; sermaye de “işçiler de” bu süreçten çok fazla kayıpla çıkmasın. İşçilerin emeğiyle oluşturulmuş fonların yağmalanmasını öneren sendikacılar, patronların, SGK’nın vb. yapması gereken her şeyin üzerinden atlıyorlar. İşçi sınıfının birikimlerinin yağmalanmasını meşrulaştırıyorlar. Önerdikleri kadarının bile nasıl hayata geçeceği konusunda tek bir kelime dahi ifade etmiyorlar. Medine dilencisi gibi davranıyorlar. “Başkan” Erdoğan ve adamlarından medet umuyorlar.
Gerçek görevleri olan işçi sınıfı ve emekçileri sermayenin ve onun hizmetindeki devletin saldırılarına karşı koruma, örgütleme ve harekete geçirme sorumluluklarından hayli uzaklar. Virüs günlerinde direniş, mücadele vb. onlar için “milli birlik ve beraberliğe” aykırı bir durum. Gerçi virüs günlerinden önce de böyleydi. İşbirlikçi-ihanetçi sendikacıların, sendikal anlayışların sermaye ile münasebeti virüs günlerinde daha da perçinlenmişe benziyor. Eylemli hat örmemek için daha güçlü bahaneleri de var…
Hükümet ve sermaye cephesi
Gelişmeler hükümetin toplum sağlığı için gerekli adımları atmadığını, bir müddet daha atmayacağını gösteriyor. Şimdiye kadar atılan adımların, alınan “önlemlerin” büyük bir kısmı sermayenin istekleri doğrultusunda şekillendi. Koronavirüsle “mücadele” için ayrılan 100 milyarın neredeyse tamamı sermayeye peşkeş çekilecek. Üretimin durdurulması, tüm çalışanların ücretli izne çıkarılması ise gündemlerinde dahi değil. Sermayeye hizmette sınır tanımayan ve her biri sermaye sahibi olan bakanlardan oluşan bakanlar kurulunun ve çevrelerindekilerin durduk yere böyle adımlar atmaları da mümkün gözükmüyor. Onlar için kasalarına girecek paranın azalması sorundur. İşçilerin sağlıksız koşullarda çalışması ise bu zor günlerde “birlik beraberliğin” bir gereğidir.
Dünyayı saran salgının etkisiyle üretimin durduğu bazı fabrikalarda ise işçiler ücretsiz izne çıkarılarak başlarının çaresine bakmaları istenmektedir. Sağlık Bakanlığı koltuğunda oturan tüccar dahi kendi işletmelerinde çalışan işçileri ücretsiz izne çıkarmaktan geri durmamıştır. Ülke genelinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi halinde yapacakları da işçileri kendi kaderine terk etmek olacaktır. Kapitalistlerin karlarından zarar etmemesi için işçi ve emekçileri açlık ve yoksulluğa mahkûm etmekten geri durmayacaklardır. Hükümet, İşsizlik Sigortası Fonu dâhil işçi ve emekçilerden kesilen vergilerle oluşmuş fon ve kaynakları sermayeye daha fazla açacaktır. Emekçilere ise sabır, şükür, biattan başka hiçbir şey sunmayacaklardır…
İşçi ve emekçiler cephesi
İşçi ve emekçilerin örgütsüzlüğünü her seferinde fırsata çeviren sermaye ve devlet istediği gibi at koşturuyor. Sendikal hareketin büyük ölçüde devletin denetiminde olması, tamamen denetleyemediklerinin ise uysallaştırılmış olması sınıf cephesinin zayıf yanlarını oluşturuyor. Buna rağmen bazı bağımsız sendikalar başta olmak üzere bir dizi sendika ve işçi birliği gibi örgütlenmeler işçi ve emekçilere gerçekleri anlatmak ve sınıf mücadelesini örgütlemek için çaba sarf ediyor. Bu çabalar baskı ve zorbalıkla boğulmaya çalışılıyor. İçişleri Bakanlığı “provakatif” yayın yaptığı gerekçesiyle devrimci-ilerici güçleri hedef alıyor, susturmaya çalışıyor. Saldırı ve baskılara rağmen işçi sınıfı ve emekçilere salgının sınıfsal arka planını anlatmak devrimci-ilerici güçlerin temel görevidir.
Hükümetin öne çıkardığı “birlik-beraberlik” çağırısı gerçekte tüm baskı ve dayatmalar karşısında susmakla eş değerdir. İşçi sınıfının devrimci birliği ise sömüren sınıfların ve onların iktidarının alt üst edilmesi, tüm zenginliğin toplumun çıkarına kullanılması demektir. Bunun başarılması ise devrimci ilerici kurumları, yayınları desteklemekten, işçi ve emekçilerle bütünleşmesi için çaba sarf etmekten geçiyor.
Talepler ve mücadele
Komünist, devrimci ve ilerici basında işçilerin, emekçilerin ve toplumun geniş kesimlerinin taleplerini işleyen fazlasıyla açıklama ve değerlendirme yayınlanmış bulunuyor. Bu konuda erken bir zamanda ve derli toplu yayınlanan DEV TEKSTİL ve MİB’in açıklamaları fazlasıyla önemlidir. Başka bir dizi kurumun açıklaması da aşağı yukarı benzer içerikleri kapsıyor. Temel fark ise kimi açıklamalarda bazı maddelerin formüle edilişinde sınıfsal öz ve mevcut devlet kurumlarının görev ve sorumluluğunun görmezden gelinmesidir.
Salgın ve benzeri gelişmeler karşısında alınan tutumlar işçi ve emekçilere kapitalist sistemin temel gerçeklerini göstermeli, devletin sınıfsal kimliğini teşhir etmeli ve kalıcı çözümün nereden geçtiğini ortaya koyabilmelidir. Her formülasyon enine boyuna düşünülmeli, sınıfın eylemini ve bilincini güçlendirecek biçimde olmalıdır. Zira günü kurtarmak adına ortaya atılan bazı söylem ve talepler orta vadede sınıfın bilincinde ve eyleminde ciddi gedikler açmaktadır. Bunlardan kaçınmak devrimci bir görevdir. Ancak gerçekleri sınıfsal bir eksende ortaya koyan, müdahale eden, örgütleyen ve harekete geçiren çabalar iktidarın toplumun çıkarına bazı adımlar atmasını sağlayabilir.
Salgın koşullarında kuşkusuz ilk olarak tüm işçi ve emekçiler için yıllık izin haricinde ücretli izin hakkını talep etmek olmalıdır. Fakat bu talebin mevcut tepki ve örgütlülük düzeyiyle kısa sürede hayat bulması kolay gözükmüyor. Çalışmak zorunda kalan işçi ve emekçilerin çalışma şartlarının düzeltilmesi, çalışma sürelerinin kısaltılması, sağlıklı ulaşım ve beslenme hakkının sağlanması vb. talepler de öne çıkarılmalıdır.
İşçi ve emekçilerin gerekli önlemler alınmadan çalıştırılmasının önüne geçmek için iş durdurma eylemlerinin örgütlenmesi için somut adımlar atılmalıdır.
Ücretsiz izin dayatmaları ve işten atmalara karşı bütün işçiler birlikte davranmalı, dayatmaları kabul etmemelidir.
Günde 6 saat çalışma uygulanmalı, çalışılan günler azaltılmalıdır. 6 saatten fazla çalışmanın olduğu yerlerde 6 saat dolduğunda işçilerin fiilen iş bırakması örgütlenmelidir.
Ara dinlenmelerin çeşitli vesilelerle kaldırılması kabul edilmemelidir. Ara dinlenme ortamları sağlık kurallarına uygun biçimde düzenlenmeli ve süreleri uzatılmalıdır.
Bütün çalışanların ücretli izne çıkarılması için fabrikalarda birlik ve dayanışmayı güçlendiren adımlar atmak ve kazanımlar elde etmek önemli bir yerde duruyor. Fabrikalarda birliği güçlendirmek ve iletişimi sağlıklı kurmak için WhatsApp grupları vb. oluşturmak bazı adımları daha hızlı atmayı kolaylaştıracaktır. Aynı zamanda DEV TEKSTİL ve MİB gibi devrimci işçi örgütlerinin olanaklarına başvurarak ve sosyal medya hesaplarını kullanarak da fabrikalardaki örgütlenmeleri güçlendirebiliriz. Atılan adımların sonuç vermesi fiili süreçlerin örgütlenmesiyle mümkün olacaktır. Tek tek fabrikalarda hayata geçirilecek fiili mücadeleler, işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak davranmasını ve görülmesini sağlayacaktır.
***
Ücretli izin talebi haklı ve meşrudur. Sermaye ve devlet işçi ve emekçilerin ürettiği değerlerin önemli bir kısmına el koyuyor. Devletin işçi ve emekçilerden aldığı vergiler vb. toplumsal ihtiyaçlar için kullanılması gerekirken patronların kasasına aktarılıyor. İşçi ve emekçilerin bu günlerde en temel talebi olan ücretli izin hakkı ise görmezden geliniyor. Toplum sağlığı için tüm çalışanlar ücretli izne çıkarılmalıdır. Ücretli izinin kaynağı patronlar ve SGK tarafından sağlanmalıdır. Ücretli izin hakkının finansmanını sağlamak için temel talep bu olmalıdır. İzin koşulları genel bir sağlık sorunu üzerinden hayat bulmaktadır. Düzenin mevcut yasaları dahi bu konuda patronlara ve SGK’ya sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumlulukları görmezden gelerek işsizlik sigortası fonunu işaret etmek sermayenin yağma ve talanına meşruiyet kazandırmaktan başka bir işlev görmeyecektir.
Sonuç olarak; kapitalist sistem ölüm demektir. Kapitalist sistemin efendileri kendi çıkarları için insanlığı ve tüm canlı hayatını ölüme götürmekten bir an bile geri durmuyor. İnsanca yaşam koşulları için tek çözüm ise işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesindedir. İşçi sınıfının önderliğinde sosyalizmi inşa etmek için mücadele etmektedir.
Devrimci ilerici güçlerin temel ve güncel görevi; kapitalizmin krizinin derinleştiği, salgınla dünya ölçüsünde daha görünür olduğu bu dönemde gerçek alternatif olan sosyalizmi toplumun geniş kesimlerine göstermek ve sosyalizm mücadelesini büyütmektir...