Koronavirüs, devlet ve yaklaşan 1 Mayıs…

Düzenin krizinin derinleştiği bir dönemde yayılan salgını fırsata çeviren burjuvazi ve sınıf işbirlikçileri, 1 Mayısları oldubittiye getirmek için bir dizi adım atıyorlar. Uzun yıllardır 1 Mayıs’ın tarihsel ve sınıfsal kavga günü olduğu gerçeğini işçi ve emekçilerin belleğinden silmeye çalışanlar, bugün de Korona salgınını bu emellerine ulaşmak için bir fırsata dönüştürmüş durumdalar.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 17 Nisan 2020
  • 16:49

Koronavirüs salgını dünya genelinde gündemin birinci sırasında yer almaya devam ediyor. Salgının yaygınlaşmasının büyüttüğü çok yönlü fatura bir dizi tartışmayı beraberinde getiriyor. Kapitalist dünyanın kendini yeniden yapılandıracağı, otoriter-baskıcı uygulamaların yaygınlaşacağı, bireysel özgürlüklerin ortadan kalkacağı, sosyalizmin dünya halkları için güçlü bir alternatif haline geleceği vb. tartışmalar sürüyor. 

Burjuvazi ve sermaye iktidarı ise sistemin çok yönlü krizinin derinleştiği bir döneme denk gelen bu yıkıcı salgını fırsata dönüştürmek için bir dizi adım atıyor. Bunun önünü kesmenin tek yolu, sınıfı harekete geçirmekten, bunun için de sınıf eksenli örgütlenmeleri, saldırılara karşı sonuç alıcı mücadele zeminlerini güçlendirmekten geçiyor.

Devlet ve düzen

İnsanlık koronavirüs salgınının çok yönlü sonuçlarıyla boğuşuyor. Dünya ölçeğinde bakıldığında, bir dizi önlemin gerektiği gibi ve zamanında alınmadığını görülüyor. Salgına karşı etkin önlemler alma imkânları bulunduğu halde, burjuvazinin sınıfsal çıkarları bunun önüne geçiyor. Sermaye devleti sınıfsal misyonunun gereği neyse ona göre davranıyor. En gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi sistemin kara dayalı işleyişini zora sokacak ciddi önlemler alınmıyor. Böylece insanı faturayı her geçen gün büyüten bu süreç, düzen ve devlet gerçeğini, sermaye devletinin gerçek işlevini daha açık bir biçimde ortaya seriyor. 

İnsanlığın sınıflara bölünmesiyle ortaya çıkan, sınıflar arası uzlaşmaz karşıtlıkların ürünü olan devlet, her dönem iktisadi gücü elinde bulunduran egemen sınıfların devleti olmuştur. İktisadi bakımdan güçlü olan sınıf siyasal olarak da egemen konumda olmuştur. Kapitalist düzende de devlet, işçi ve emekçileri burjuvazi adına baskı ve sömürü altında tutmanın aracından başka bir şey değildir. Ama bugün düzenin çok yönlü kuşatmasıyla denetim altına alınan toplumun geniş kesimleri bu gerçekliğin ya yeterince farkında değiller ya da bilinç ve örgütlenme düzeyinin geriliği nedeniyle bu durumun değişemeyeceğini düşünüyorlar.

Sınıf mücadelelerinin sertleştiği, işçi sınıfının örgütlü bir sınıf olarak burjuvazinin karşısına dikilmeyi başardığı dönemlerde devlet her iki sınıfa eşit mesafede duruyor görüntüsü vermek zorunda kalır. Bunu sağlayan işçi sınıfının örgütlü bir sınıf olarak harekete geçmesinin yarattığı basınçtır. Sınıfsal güç dengelerindeki bu değişim işçi sınıfı ve emekçilerin bir dizi kazanım elde etmesini sağlar. Ancak bu egemen sınıf adına geçici bir katlanmadır. Burjuvazi, bu kazanımları ortadan kaldırmak ve geniş emekçi kesimleri baskı altına almak için, fırsatını yaratır yaratmaz, her türlü baskı ve zor aygıtlarıyla işçi sınıfı ve toplumun ezilen kesimlerine saldırır. Gerici faşist rejimler vb. ile mücadele bastırılır. Bunu da “toplumun çıkarı”, “din, vatan, millet”, “birlik beraberlik” vb. adına yapar. Esas mesele ise, burjuvazinin sınıfsal egemenliğinin daha güçlü biçimde tahkim etmektir.

Burjuvazinin sınıfsal egemenliğinin araçları

Burjuvazi yalnızca baskı ve zor aygıtları ile değil, her türlü ideolojik, siyasi, kültürel vb. araç ve kurumlarla, yanı sıra dernekler, vakıflar vb. aracılığıyla da sınıfsal-siyasal egemenliğini sürdürür.

İşçi sınıfı, emekçiler ve diğer ezilen kesimler üzerindeki baskı ve sömürüyü sürdürebilmek için ihtiyaç duyulan kurumlar, düzenli ordu, polis gücü, mahkemeler, zindanlar, vb.’dir. İşçi ve emekçiler, sermaye sınıfı adına kendilerini baskı ve denetim altında tutan bu kurumları, ödedikleri vergilerle kendileri finanse ederler. Bu kurumların insan kaynağı da büyük ölçüde emekçi sınıflardan sağlanır. Toplumun ezilen katmanlarının kendilerine karşı kullanılan bu kurumların gerçek niteliğini görememelerinin en önemli nedenlerinden biri de budur.

Burjuvazi geniş emekçi kesimleri kontrol altında tutmak için zor aygıtlarının yanı sıra, kitleleri sersemleten gerici ideolojileri de en etkin biçimde kullanır. Amaçlanan, sınıfsal baskı ve sömürüye kayıtsız şartsız boyun eğen, açlığına şükreden, yozluk ve yoksunluk içinde yaşamaya katlanan uysal bir toplumdur. 

Bunu başardıkları içindir ki, bugün fabrikalar işçi kanı öğüten değirmenler gibi çalışıyor. Eğitim kurumları bilim dışı her türlü gericiliğin hâkim olduğu merkezlere dönüşmüştür. Bütün kamu kaynakları kayıtsız şartsız sermayeye sınıfına sunuluyor. Doğa rant uğruna talan ediliyor. Salgınlar emekçiler için büyük bir felakete dönüşüyor. Emekçi çocukları sermayenin çıkarları uğruna kirli savaşlara sürülüyor. Burjuvazi ve sermaye devleti dini, milliyetçiliği vb. kendi gerici emelleri için etkin biçimde kullanıyor. 

İşçiler, emekçiler ve sınıf bilinci

İşçiler ve emekçiler örgütsüz, dağınık, en önemlisi de sınıf bilincinden yoksun oldukları için, sermaye devletinin misyonunu göremiyorlar. Yaşadıkları sorunların kaynağını kötü patron, kötü yönetici, kötü bakan vb. olarak düşünüyorlar. Sınıf bilinci planındaki bu gerilik yıllardır aşılamayan bir sorun olarak karşımızda duruyor. En ileri eylemleri gerçekleştirenler bile yaşadıkları sorunları fabrikaların kötü yöneticileri, patronla iş birliği yapan sendikacılar sınırlarında görüyorlar. Salgın sürecinde yaşananlar için de benzer bir algı hâkim. Devlet sınıflar üstü bir mekanizma olarak algılanıyor, sorunlar devletin kötü yönetilmesine bağlanıyor. Egemenler bunun için her türlü çabayı sarf ediyor. Din ve dini kurumlar da sınıfın bilinçsizlik, kimliksizlik durumunun sürdürülmesi için en etkili araçlar olarak kullanılıyor.

Bugün işçi sınıfının en temel ihtiyacı, “kendisi için sınıf” haline gelebilmesidir. İşçiler gündelik mücadeleler içinde bir parça işçi olma bilinci kazanabilseler de, sınıfın “kendisi için sınıf” olabilmesi için bu yeterli değildir. Aslolan devrimci sınıf bilincinin geliştirilebilmesidir. 

Bugün yaşanmakta olan süreç bunun imkanlarını giderek artırmaktadır. Salgının ve derinleşen ekonomik krizin büyüyen faturası, burjuvazinin ve sermaye iktidarının bu faturayı emekçilerin sırtına yüklemek dışında bir çıkış yolunun olmaması, bunun için gündeme gelen ve gelecek olan saldırı politikaları, sermaye devletinin gerçek misyonunun, düzen ve devlet gerçeğinin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. 

Salgın sürecinin getirdiği kısıtlamalara rağmen, içinden geçtiğimiz dönemin sunacağı imkanları en iyi bir biçimde değerlendirmek görev ver sorumluluğu önümüzde durmaktadır.

1 Mayıs: Tarihsel ve sınıfsal kavganın simgesi

İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs yaklaşıyor. Korona salgınını fırsata çeviren ve krizin faturasını işçilere ve emekçilere kesen kapitalistlere karşı, 1 Mayıs’ın tarihsel ve sınıfsal misyonu ile mücadeleyi büyütmenin zamanıdır. 

Düzenin krizinin derinleştiği bir dönemde yayılan salgını fırsata çeviren burjuvazi ve sınıf işbirlikçileri, 1 Mayısları oldubittiye getirmek için bir dizi adım atıyorlar. Uzun yıllardır 1 Mayıs’ın tarihsel ve sınıfsal kavga günü olduğu gerçeğini işçi ve emekçilerin belleğinden silmeye çalışanlar, bugün de Korona salgınını bu emellerine ulaşmak için bir fırsata dönüştürmüş durumdalar. Başta Avrupa’da olmak üzere sınıf işbirlikçisi sendikalar salgını bahane ederek, hiçbir alternatif geliştirmeden, 1 Mayıs etkinliklerini iptal ettiklerini açıklıyorlar. Ülkemizde de 1 Mayıs’a sayılı günler kaldığı halde atılmış hiçbir anlamlı adım bulunmuyor. 

Devrimci ve ilerici güçler salgın bahanesiyle 1 Mayıs’ı boşa düşürme çabalarına karşı durmalıdırlar. Korona günlerinde ağırlaşan ekonomik, sosyal, siyasal vb. saldırılara karşı “Sınıfa karşı sınıf!” bakışıyla 1 Mayıs’a hazırlanmalı, yaratıcı yol ve yöntemlerle hayata geçirmeyi bir an önce gündemlerine almalıdırlar.

Koronavirüs salgınıyla açığa çıkan tablo sınıfsaldır ve sınıfsal bir mücadele günü olan 1 Mayıs izlenmesi gereken yolu göstermektedir. İşçi sınıfının korona günlerindeki en temel talepleri 1 Mayıs gündemiyle birlikte ele alınmalıdır. 1 Mayıs günü, işçi sınıfının öfkesini, tepkisini ve mücadelesini daha güçlü ortaya koyduğu bir zemine dönüştürülmelidir.

“Kapitalist düzen ölüm demektir! İnsanca yaşam için sosyalizm!” 

İşçi ve emekçileri ölüme mahkûm eden, kapitalizmin çarklarının dönebilmesi için çalışmak zorunda bırakan, her türlü kölelik uygulamasını hayata geçiren bu sisteme karşı, “Kapitalist düzen ölüm demektir! İnsanca yaşam için sosyalizm!” şiarı öne çıkarılmalıdır. Sorunlar sınıfsal arka planı ve güncel boyutuyla ele alınmalıdır. Tüm toplumsal sorunlar işçi ve emekçilerin kapitalizm karşıtı bilincini güçlendirilecek biçimde işlenmelidir.

Kapitalistlerin korona sonrasına hazırlanırken, işçi sınıfı da kendi cephesinden mücadele mevzileri yaratarak hazırlığını yapmalıdır. Kapitalistler korona salgınını fırsata çevirerek her türlü esnek çalışma, ücretsiz izin, yağma ve talan, baskı ve sansür, sendikal hakların kullanımının engellenmesi vb. saldırıları hayata geçiriyorlar. Bunları toplum ölçeğinde meşrulaştırmaya, karşı çıkanları baskı ve zorbalıkla susturmaya çalışıyorlar. 1 Mayıs hazırlıkları kapsamında tüm bu başlıklar gündemleştirilmelidir. Bu süreçte öne çıkan “ücretli izin” talebi ile birlikte halk sağlığı önlemlerinin alınması, yağma ve talanın son bulması, insanca çalışma ve yaşam koşulları vb. talepler ileri sürülmelidir.

ILO tarafından yapılan açıklamada, Koronavirüs salgını sonrası yüz milyonlarıca insanın işsiz kalacağı ifade ediliyor. Kapitalistler daha az işçiyle daha fazla üretim yapmak için sürekli yeni adımlar atıyorlar. Salgın sonrasında da benzer bir yolu tutacaklardır. Daha şimdiden yasal düzenlemelerle bunun altyapısını oluşturmaya başladılar bile. Bu saldırıya karşı, diğer taleplerin yanı sıra “6 saatlik çalışma günü, 30 saatlik çalışma haftası!” temel bir gündem olarak işlenmedir. Bu, önümüzdeki aylarda çok daha ciddi boyutlara ulaşacak olan işsizlik ile mücadele kapsamında, bugünden bir dönemi kapsayacak temel bir talep olarak ele alınmalıdır. Uluslararası işçi sınıfı hareketi tarihinde 1 Mayıs’ın çıkışına da vesile olan çalışma saatlerinin kısaltılması talebi, bugün de aynı biçimde acil ve yakıcı bir taleptir. Üretici güçlerin ulaştığı muazzam gelişme düzeyi ve emek verimliliğindeki büyük artış, bunu her zamankinden daha gerekli, her zamankinden daha olanaklı kılmaktadır. İşçi hareketinin acil ihtiyaçlar gündemine bu talep çok özel çabalarla mutlaka yerleştirilmelidir.

Sınıf devrimcileri, başta fabrikalar ve işçi havzaları olmak üzere, çalışma yürüttükleri tüm alanlara işçi ve emekçilere bu talepleri taşımalıdırlar. Onları bu talepler uğruna mücadeleye çekmek için, olanaklı olan her yerde birlikler, komiteler, meclisler vb. türden örgütlenmeleri hedeflemelidirler. Korona günlerine özgü mücadele yöntemleri üzerine yoğunlaşmalı, emekçileri ve ilerici güçleri sindirmek ve edilgenleştirmek için sistematik bir çaba ortaya koyan gerici iktidarın her türlü saldırısına karşı devrimci yaratıcılıkla aktif bir mücadele hattı oluşturmayı hedeflemelidirler.

2020 1 Mayıs’ı, bugünü sınıfın belleğini silmeye çalışan gericiliğe karşı, “Sınıfa karşı sınıf!” tutumunun ete kemiğe büründürüldüğü bir kavga günü olarak, bir sıçrama tahtasına dönüştürülebilmelidir.

İLİŞKİLİ HABERLER