İşçi sınıfının, emekçilerin, geçim sıkıntısı çekenlerin, işsizlerin, kadınların ve gençlerin gündemi ile kapitalistlerin hizmetindeki iktidarın gündemi arasında dağlar kadar fark var. Bu kadarı şaşırtıcı değil. Zira çıkarları, beklentileri zıt olan iki farklı sınıftan, iki farklı dünyadan söz ediyoruz. Ancak iktidarın dümeninde bulunan AKP-MHP rejiminin icraatları, çığırından çıkmış bir tür histeri hali almış durumda. Medyanın %95’i ile troller ordusunu kullanan bu din istismarcısı faşist rejim, neredeyse her gün saldırı dizisine birbirinden iğrenç halkalar ekliyor.
İktidar sahte gündemlerle zihinleri bulandırmaya çalışıyor
Son dönemde, saraydan yönetilen rejimin sahte gündemlerle kutuplaştırma politikasına ağırlık verdiği görülüyor. İşi öyle bir noktaya vardırdılar ki, din istismarında sınır tanımıyorlar artık. 1970’li yıllarda “komünistler cami yaktı” diyerek faşist katil sürülerini emekçilerin üzerine salanlar, bugünlerde cami minarelerinden Çev Bella çalınmasını vesile edip saldırganlığı tırmandırıyorlar. Bir trole direktif vererek darbe tartışmaları başlatıp ortalığı velveleye veriyorlar. Bir meczuba “kız çocuklarının evlenmesi caizdir” diye vaaz verdirip, yandaş medya üzerinden bu çürümüşlüğü yaymaya çalışıyorlar. “Ezan susmaz-bayrak inmez” gibi safsataları tekerleme gibi kullanıyorlar; ama tam bu esnada Amerikan emperyalizmi ile flört edip, İsrail’le kur yapıyorlar.
Bu türden sayısız yapay gündemi saray borazanı medya aracılığıyla topluma empoze ediyorlar. Bu “büyük” olaylar”ın biri başlayınca öbürü unutulmuş oluyor. Güya “hayati önem” atfedilen şeyler kısa sürede piyasadan çekilerek, yerlerini yeni safsatalara bırakıyor. Kendi uydurmaları olan bu gündemlere dayanarak muhalefete arsızca saldırıyorlar.
Bu kirli oyunlarla işçileri-emekçileri kendi gerçek dünyalarından uzaklaştırıp, zorba rejimin uydurduğu yapay gündemlerle boğmak istiyorlar. Emekçilerin bilincini bulandırıp, rejimin kutuplaştırma tuzağına çekme derdindeler. Çünkü kutuplaşma ile parçalanan işçileri ve emekçileri sömürmek daha kolay. Başka sefil emelleri olsa da onlar için öncelikli olan, kriz derinleşirken emekçileri parçalayıp, sersemlerek mücadele azimlerini kırmaktır.
Kapitalistlere hizmete devam
Ekonomik kriz de olsa, korona vebası milyonları da vursa, AKP-MHP rejimi asalak kapitalistlere hizmeti bir an bile aksatmıyor. Mesela, yandaş müteahhitlere yaptırdıkları köprü, havaalanı, tünel, şehir hastaneleri için halen milyarlar akıtıyorlar. Geçmeyen araçların, olmayan yolcuların parasını halktan alıp dolar milyarderi yandaşlarına dağıtıyorlar. Koronavirüs salgınıyla ilgili tek icraatları sokağa çıkma yasağı ilan etmekten ibaret ama salgını fırsata çevirmeye dönük uygulamaların ardı arkası kesilmiyor. Çin’den ya da başka ülkelerden sermaye çekme hayali kuruyorlar. Bunun için ise Türkiye’yi “modern köleler ülkesi” haline getirmenin yollarını arıyorlar.
“Yerli-milli” zırvalarını her fırsatta kullanan, dini adeta bir ‘sos’ gibi her şeye bulaştırarak istismar eden AKP-MHP rejimi, bu kirli propaganda ile işçileri sınıfsal kimliklerinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Zira, uluslararası sermayeyi çekmek için sendikasız, grev hakkından yoksun, ucuz-köle işçi vaat ediyorlar.
Sınıf çatışmalarının şiddetlenmesi kaçınılmaz
Şoven ırkçılığı, dinci mezhepçiliği kullanan saray rejiminin her icraatı tepeden tırnağa sınıfsaldır. Bu rejim kapitalistlerin, tüccarların, spekülatörlerin ve her türden soyguncu takımının sınıfsal çıkarlarını temsil ediyor. Bu asalaklara hizmet ise, ancak işçilere ve emekçilere saldırarak mümkün olabilir. Bundan dolayı AKP-MHP koalisyonun her icraatı, sınıfsal bir saldırıdır aynı zamanda. Onların varlık sebebi budur. Bunun karşılığında zorba bir saltanatın başında oturuyor, saraylarında sefahat sürebiliyorlar.
Görüldüğü üzere, 18 yıldan beri işbaşında olan zorbalar uğursuz misyonlarını yerine getirmeye devam ediyor. Ne koronavirüs salgını ne ekonomik kriz onları durduruyor. Kabul etmek gerekiyor ki, halen rolünü hakkıyla oynamaktan uzak olan taraf işçi sınıfı ve emekçi müttefikleridir. Nitekim saray rejiminin bu kadar pervasız olması da bu sayede mümkün oluyor. Bu suskunluk fesadı kırılana kadar AKP-MHP koalisyonu durmayacak, emekçileri daha çok sefalete sürükleyen adımlar atmaya devam edecektir. Çünkü ortada derinleşen bir kriz var. Fatura kabarıyor. Bu faturayı hangi sınıfın ödeyeceğini ise mücadelenin seyri belirleyecek.
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde artan saldırılar karşısında işçi sınıfının önünde tek bir seçenek duruyor: ‘Sınıfa karşı sınıf’ eksenli meşru-militan mücadele! Bu açıdan 50 yıl önce gerçekleşen görkemli 15-16 Haziran Direnişi, bugün de işçi sınıfına yol gösteriyor.
İşçi sınıfı açısından, zaman yitirmeden tabanda örgütlenip birliği sağlamak, sınıf bilincini geliştirip rejimin empoze ettiği yapay ayrımları ortadan kaldırmak, grev silahı dahil bütün meşru mücadele araçlarıyla mücadeleyi geliştirmek için seferber olma zamanı geldi. Elbette bu konuda sınıf devrimcilerine, ilerici ve öncü işçilere, samimiyetle emekten yana olan herkese büyük sorumluluklar düşüyor.