Koronavirüsün Çin’de görülmesinden itibaren, ABD Başkanı Donald Trump onu “Çin virüsü” diye nitelemiş, bir bakıma sebebinin Çin olduğu algısını yaratmaya çalışmıştı. Virüs sınırları aşıp dört kıtaya yayıldıktan sonra bile önlem almak yerine, “Çin virüsü, geldiği gibi gider” diyerek, dalga geçmeye devam etmişti.
Trump, ancak salgın bir karabasan gibi ABD metropollerini sardıktan sonra adım attı. Fakat bu aşamadan sonra bile hatasını görmek yerine, kendisine yaraşır bir tavırla, kendi dışında herkesi suçlamaya başladı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ta başından itibaren önlem alınması yönünde sürekli uyarmasına rağmen, DSÖ’yü “doğru bilgi vermemekle” suçladı ve örgüte verilen ödenekleri kestiğini açıkladı. Tabii bu arada CIA de boş durmadı. Bir yandan dışarıda maske korsanlığını koordine ederken, diğer yandan da suçlu aramayı sürdürdü. Ve nihayet aradığını buldu da! Daha önce alttan alta dolaşıma sokulan, “Virüs Çin’de bir laboratuvarda üretildi ve insanlara öyle bulaştı” iddiası, büyük bir yaygarayla dillendirilmeye başlandı. Bu iddianın çığırtkanlığını ise elbette ki Amerikan istihbaratından feyz alan ABD medyası yapıyor.
İddiaya göre, “Wuhan Viroloji Enstitüsü’nde bir çalışan virüsü farkında olmadan aynı adı taşıyan şehre getirdi. Milyonluk metropolde, salgın yaklaşık dört ay önce başladı. Sonra Çin olayı örtbas ederek tüm dünyayı ölümcül bir salgına maruz bıraktı.” Washington Post gazetesine göre, “ABD’li diplomatlar korona virüslerinin araştırıldığı bu laboratuvarı iki yıl önce ziyaret etmiş ve yetersiz güvenlik önlemi olmaması nedeniyle uyarılarda bulunmuşlardı.”
15 Nisan Çarşamba akşamı basının karşısına çıkan ABD Başkanı, “gizli belgelere” dayanan komplo teorisini açıkça doğrulamak istemese de bir olasılık olarak canlı tutmaya çalışarak, “Bu hikâyeyi her geçen gün daha fazla duyduğumuzu söyleyebilirim” dedi. Ardından CIA raporuna övgüler dizdi ve “bu korkunç durum hakkında kapsamlı bir soruşturma” sözü verdi.
ABD Savunma Bakanı Mark Esper ve Genelkurmay Başkanı Mark Milley, “İstihbarat kaynakları, virüsün bir Çin laboratuvarından gelmiş olabileceği varsayımının göz ardı edilemeyeceğine işaret ediyor. Bunu bir süredir yakından izliyoruz”, “Şimdiye kadarki, sonuçlar kesin olmadığından, virüsün doğal bir salgın olduğu görüşü şu anda daha olasıdır” şeklinde açıklamalar yaptılar. Mark Esper, Çin’i başından beri her şeyi örtbas etmek, kendilerini yanlış yönlendirmekle itham etti.
Bütün bu iddialar Pekin tarafından şiddetle reddedildi. Çin Dışişleri Bakanı Sözcüsü Zhao Lijian, virüsün bir laboratuvarda üretildiği ve oradan sızdığını gösteren hiçbir kanıt olmadığını belirtti. Virüsün kökeninin bilim insanları tarafından araştırılması gerektiğini vurgulayan Çinli sözcü, açıklamasında şunları dile getirdi: “Dünya Sağlık Örgütü (virüsün) laboratuvarda üretildiğine dair hiçbir kanıt olmadığını, pek çok tanınmış tıp uzmanı, virüsün laboratuvardan çıkmış olabileceği iddiasının bilimsel bir dayanağının olmadığını da doğrulamıştır.”
Trump bu komplo teorisini neden yayıyor?
Trump DSÖ’nün ve bilim insanlarının uyarılarına rağmen, Brezilya’nın faşist Devlet Başkanı Bolsonaro gibi salgını başından beri küçümsedi ve önlem almadı. Gelinen aşamada ABD’de salgın kitlesel boyutlara ulaşmış bulunuyor. 19 Nisan gecesi rakamlarına göre toplam ölüm vakası 40 bini aşmış bulunuyor. Öte yandan ABD ekonomisi salgın nedeni ile serbest düşüşe geçti. İşsizler ordusu çığ gibi büyüyor. Bir ay içinde 22 milyon kişi işini kaybetti. Her işini kaybeden sağlık güvencesini de kaybediyor. Nüfusun üçte birinin sağlık güvencesinden/sigortasından mahrum olduğu biliniyor.
Altı ay sonra yeniden seçilmek isteyen Trump için bu elbette bir kabus olmalı. Bu nedenle Trump’a bütün günahları üstüne atacağı bir günah keçisi gerekiyor. 14 Nisan’da, “Bizi yanlış bilgilendirdiler” diyerek, yeniden DSÖ’yü suçladı. 15 Nisan’da laboratuvar/virüs teorisini yeniden canlandırdı.
Trump’a göre liderliği altında her şey çok iyi gidiyordu. DSÖ ve Çin onu yanlış yönlendirdiler ve bu sonuca yol açtılar. Trump’a bakılırsa, 19 Nisan itibariyle ABD’de yaklaşık 765.000 kişinin enfekte olmasından ve en az 40.000 kişinin ölümünden kendisi hiçbir şekilde sorumlu değildir.
Salgın gölgesinde ticaret savaşı
ABD ve Çin arasında son üç yıldır karşılıklı hamlelerle süren ticaret savaşı sürecine 15 Ocak’ta imzalanan bir ticaret anlaşmasıyla ara verilmişti. ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Devlet Başkan Yardımcısı Liu He, Beyaz Saray’da düzenlenen törenle ABD-Çin birinci faz ticaret anlaşmasına imza atmışlardı. Her iki tarafın da tarihi adım olarak niteledikleri anlaşmaya bir ateşkes gözüyle bakılıyor. Ateşkes, bir sonraki hamleye hazırlık için verilen ara demektir. Bu arada her iki taraf da karşı tarafın gücünü iyi hesap ederek, kendi gücünü daha iyi konumlandırmayı ve ateşkesten sonraki hamlede güçlü çıkmayı hesap eder.
Trump ticaret anlaşmasından hemen sonra, koronavirüs salgınına vurgu yaparak, Çin’in şeffaflığına ve virüsle mücadelesine atfen defalarca övgüler yağdırdı, methiyeler dizdi. 24 Ocak’ta attığı bir tweette şöyle diyordu: “Çin, korona virüsünü baskılamak için çok çalıştı. ABD Çin’in çabalarını ve şeffaflığını takdir ediyor.” Ancak Trump’ın Çin’e karşı retoriği mart ayı itibariyle sinir bozucu bir hal aldı. “Çin virüsü, Wuhan virüsü” tekerlemelerini daha sık dillendirdi.
Pekin bu söylemlere öfkeyle tepki gösterdi ve bunun bir damgalama “retoriği” olduğunu söyledi. Öte yandan Çin de mart ayında komplo teorisyenlerinin ateşine benzin dökmekten geri kalmadı. Trump’ın “Çin virüsü” iddiasına karşılık olarak, Pekin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bir başka iddia ileri sürdü. ABD ordusunun koronavirüs salgınının patlak vermesinden sorumlu olabileceğini içeren bir başka komplo teorisi ortaya attı.
Bu dalaşmanın arka planında emperyalist rekabetin keskinleşmesi yatıyor elbette. ABD, karşısına bir süper güç olarak çıkan Çin’i stratejik bir rakip sayıyor. “Dünya Jandarması” rolünün özellikle Çin’den dolayı tehlikeye girdiğini ve giderek elinden kaydığını görüyor. Ayrıca Pekin’in Asya’da artan nüfuzu nedeniyle, ABD’nin hakimiyet alanları ekonomik ve jeostratejik olarak tehdit altında.
Çin ise nüfuz alanlarını genişleterek dünyadaki eski konumunu yeniden elde etmek istiyor. “Çin rüyasını” yerine getirmek için, “Yeni İpek Yolu” (Bir Kuşak Yol) projesi kapsamında, ekonomik ve politik nüfuzunu Kuzey Kutbu’na kadar genişletmeyi hedefliyor. Çin’in bu yoldaki azim ve sabrı ABD emperyalizminin uykularını kaçırıyor. ABD emperyalizmi ve Trump, salgın nedeniyle Çin ekonomisinin, ABD ekonomisinden daha az zararla çıkmış olmasını ve Çin’de hayatın yavaş yavaş normale dönüyor olmasını da hazmedemiyor.
Bir yandan bu denli büyük hesaplar içinde olan emperyalistler, diğer yandan salgın karşısında acz içinde kıvranıyorlar. Dünyayı birkaç defa yok edebilecek kadar kitle imha silahlarına sahip olan emperyalist kapitalist sistemin efendileri, maske ve dezenfektan gibi en basit koruyucu ekipman tedariğinde bile çaresiz kalıyorlar. Böyle bir aşamada sağlığa yatırım yapmak ve geniş önlem almak yerine, insan ve toplum sağlığını göz ardı ediyor; işçilerin, emekçilerin, yoksul halkın kitleler halinde ölümünü hiçe sayarak, ticaret savaşlarını yeğliyorlar. Bu, kapitalizmin doğasında var, çünkü o kâr etmeksizin duramıyor.
* İnfodemi: doğruluğu veya yanlışlığı bilinmeyen haber salgını.