Ücretli izin lütuf değil haktır!

Halk sağlığı için virüsten bile daha tehlikeli olan bu düzende işçi sınıfının yaşamı kapitalistlerin sermayeleri kadar değer taşımaz. Onlar bizim yaşamsal haklarımızı vermeyecekler. Biz üretimden ve tarihsel haklılığımızdan gelen gücümüzü kullanarak haklarımızı söke söke alacağız.

  • Mücadele postası
  • |
  • Güncel
  • |
  • 06 Nisan 2020
  • 09:33
ikon

Bu satırlar kaleme alındığında resmî açıklamalara göre koronavirüs bulaşan hasta sayısı dünyada 1 milyonu, Türkiye'de 18.500’ü aşmıştı. Ölü sayısı ise dünyada 50 bine, Türkiye'de 356’ya ulaşmıştı.

Türkiye'de alınan ‘önlem’leri inceleyecek olursak; hükümet 100 milyar liralık bir ekonomik önlem paketi (burjuvazinin acil yardım paketi de diyebiliriz) açıkladı. Tabii bir de sefalet içinde(!) yüzen iktidar, nüfusunun 17 milyonu yoksulluk sınırının altında yaşayan vatandaşlarıyla IBAN numarası paylaşarak destek talebinde bulundu ve ‘birlik’ çağrısını yeniledi. Ama bu yardım doğrudan iktidarın kasasına gitmek zorunda, bu nedenle belediyelerin bağış hesaplarına İçişleri Bakanlığı’nca el konuldu. T. Erdoğan AKP’si daha önce deprem parasını gasp ettiği için, IBAN üzerinden toplayacağı paranın akıbeti de şimdiden tartışma konusu oldu.

T. Erdoğan, “üretimin ve çarkların dönmeye devam etmesi”nin zorunlu olduğunu söylüyor. Bu pervasız açıklama ilk yansımasını Sarkuysan’da buldu. İşçilerden birinin koronavirüs testi pozitif çıkmasına rağmen fabrika yönetimi üretime devam edilmesi kararı alarak işçilerin sağlığını hiçe saydı. Sermayenin temsilcisi olan T. Erdoğan’ın demecine yaslanan burjuvazi, Sarkuysan’daki pervasızlığıyla işçilere “ücretli izin yok” mesajını verdi.

Bir de liberal basın ve burjuva muhalefet partilerince övülerek göklere çıkarılan, örnek gösterilen Avrupa ülkelerine ve ABD'ye göz atalım. Hastalığın yayılması ve ölümler alanında rekor kırarak neo-liberal politikaların başarısızlığını gözler önüne seren İtalya ve İspanya’yı dışta tutalım. Hastalığın kabinedeki bakanlara bile bulaştığı, buna rağmen toplum sağlığı için ayırdıkları bütçenin büyük şirketlere ayrılan bütçenin kat kat altında kaldığı Avrupa ülkelerini es geçelim. Evsizlerin yattıkları bölgeye ‘sosyal mesafe' adına beyaz boyayla sınır çeken, fakat aynı zamanda bu ‘sokak karantinası'nın fotoğrafının viral olmasıyla evsizlik sorununu çözemediği kanıtlanan ABD'yi de bir kenara atalım.

Virüsün dünya çapında yayılmasıyla beraber ‘örnek’ ülke liderleri ve onların basını tarafından gündeme getirilen pragmatist olduğu kadar bencil, bencil olduğu kadar insanlık-dışı olan ve daha 19. Yüzyılda Marx ve hatta burjuva ekonomistler tarafından tarihin tozlu sayfalarına gömülen Malthusçuluğun hortlamasından bahsetmiyoruz bile! Yine bu ‘örnek’ ülkelerdeki yoksulluğun yansımasından doğan ‘kira grevi’ hareketinden; dünya çapında ama özellikle de Latin Amerika ve Afrika’da, açlığın pençesinde kıvranan halkların virüs tehdidine rağmen ‘sosyal mesafeyi’ umursamaksızın (ne düşüncesizlik ama!) sokaklara çıkarak gerçekleştirdiği protestolardan da aynı şekilde bahsetmiyoruz. Tüm bu küçük kusurları görmezden geldiğimizde kapitalizm ne kadar da güzel! ABD bir hayaller ülkesi, Avrupa ise gönencin kıtaya yayılmış hali!

Yukarıda ‘bahsedilmeyen ve es geçilen’ sorunlar hastalıkla beraber hortlamadı. Tüm bu problemler kapitalist üretim biçiminin nüveleridir. Bunlar, sermaye diktatörlüğü yıkılana kadar var olacak ve tıpkı bu nüveler gibi kalıcı olan krizlerle beraber patlama noktasına ulaşacaklar. Günümüz salgını bu periyodik krizlerden biridir aynı zamanda. Ve dünya çapında olduğu gibi Türkiye'de de kapitalizm, her kriz anında yaptığı üzere faturayı işçi sınıfı ve emekçilere kesmeye çalışmaktadır.

Peki ya biz; işçiler, emekçiler, ay sonunu getiremeyenler, biz ne yapacağız? Hükümete 48 saat süre verip bu sürenin sonunda bir imza kampanyası mı başlatalım? Ya da hükümete en temel haklarımızı sağlaması için rica-minnet taleplerde mi bulunalım?

Halk sağlığı için virüsten bile daha tehlikeli olan bu düzende işçi sınıfının yaşamı kapitalistlerin sermayeleri kadar değer taşımaz. Onlar bizim yaşamsal haklarımızı vermeyecekler. Biz üretimden ve tarihsel haklılığımızdan gelen gücümüzü kullanarak haklarımızı söke söke alacağız. İtalya’da Fiat ve Mercedes, Türkiye’de ise Sarkusyan işçileri yürümemiz gereken yolu gösterdiler. ‘Birlik’ naraları atarken işçilere hastalıktan ya da açlıktan ölüm seçeneklerini dayatan, serveti toplumun değil, banka ve şirketlerin bekası için harcayan düzene karşı mücadele etmek zorundayız. Krizin faturasını ödemek istemiyor, temel haklarımızı kazanmak istiyorsak bundan başka çıkış yolumuz yoktur.

Ücretli izin bir lütuf değil haktır!

Haklarımız için mücadele edelim!

Mücadele için grev silâhımızı kuşanalım!

İzmir’den bir DGB’li