AKP-MHP iktidarı adına her açıdan zorlu bir döneme giriliyor. Ekonomik kriz, siyasal belirsizlikler, pandemi, toplum yaşamında artan hoşnutsuzluklar, iktidar içindeki çatlakların derinleşmesi vb. gibi içeride birikmiş olan çok yönlü sorunların yanı sıra, uluslararası ilişkiler alanında artan gerilimler, önümüzdeki günlerde gerici-faşist rejimi çok daha bunaltacağa benziyor. Özellikle seçim takviminin yaklaşması, iktidarı tüm bu sorunlar karşısında giderek açmaza alıyor.
“İki ip, tek cambaz” dönemi kapanırken
AKP-MHP iktidarı son yıllarda uluslararası ilişkiler alanında emperyalist güçler arasında ortaya çıkan çatlaklarda politika yapmayı esas alan bir çizgi izliyordu. Keza, emperyalist dünyada yoğunlaşan hegemonya krizi ve güç mücadeleleri geçici de olsa gerici-faşist rejime kimi manevra alanları da açtı. Ortadoğu’da, somutta ise Suriye ve Libya gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler ve bu süreçte NATO üyesi sermaye devletinin Rus emperyalizmi ile geliştirdiği ilişkiler bu olgunun güncel örnekleri olarak öne çıktı.
Gerici-faşist rejim, emperyalistler arası çelişkilerin sunduğu “imkanları” sonuna kadar kullandı. Başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmine göbekten bağlı olan sermaye devleti, bir yandan Karadeniz üzerinden Kafkasya bölgesinde tırmandırılan gerilimde Amerikan politikasını “kraldan çok kralcı” bir tutumla savunurken, öte taraftan Suriye’de Rusya ile iş tutuyor, S400’ler satın alıyor, yeni ekonomik-ticari anlaşmaların altına imza atmanın hesabını yapabiliyordu. “Kazan kazan” bakışı ve günü kurtarma hesabıyla kurulan pragmatist ve karmaşık ilişkilerin elbette bir sonu ve faturası olacaktı. Bir diğer ifade ile “iki ip, tek cambaz” dönemi nihai değildi ve hem ABD emperyalizminin hem de Rusya’nın masasında Türkiye dosyası günden güne kabarıyordu.
T. Erdoğan’ın BM Genel Kurulu için gittiği New York’ta gördüğü muamele ve yaşadığı hüsran, “ip cambazı” için rüyanın sonuna yaklaşıldığını gösterdi. Öyle ki, yaşadığı şokun da etkisiyle olacak, “Daha önce hiçbir ABD lideriyle bu durumu yaşamadım” demek zorunda kaldı. Konuşmasının devamında ise “İki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş pek hayra alamet değil. Benim Başbakan, Cumhurbaşkanı olarak yaklaşık 19 yıllık yöneticilik hayatımda Amerika ile olan münasebetlerimde geldiğimiz nokta maalesef iyi bir nokta değil.” diyen Erdoğan, “Ey Amerika” naraları atma döneminin de kapanmaya başladığını idrak etmiş görünüyor.
BM Genel Kurulu’nda yaşananlar Erdoğan’ın iddia ettiği gibi AKP’nin ABD emperyalizmi ile yaşadığı ilk gerilim ya da en büyük kriz değil. Hatırlanacağı üzere, Irak işgali sürecinde ABD’nin Irak ve Güney Kürdistan politikasıyla uyum sağlamak noktasında “Tezkere Kazası” vb. gerilimler yaşanmış, bunun üzerine işgalci ABD güçleri Güney Kürdistan’daki işgalci Türk askerlerinin başına çuval geçirmişti. Aynı sürecin devamında ise Erdoğan’ın baş danışmanı, “Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın” diyerek, ABD emperyalizmine tavsiyelerde bulunmuştu. Gelişmelerin devamını biliyoruz; dışarıda ABD emperyalizme tam uyum, içeride “Ergenekon Operasyonları”, “Kürt Açılımı” vb…
ABD ile yaşanan bugünkü gerilim ve tırmanan kriz, henüz kapsamlı yaptırımlar ya da Irak sürecinde olduğu gibi kaba müdahaleler üzerinden ilerlemiyor. Daha çok diplomatik baskılar, söylem düzeyinde kalan tehditlerle işbirlikçi AKP iktidarının çıkıntıları törpülenmeye çalışılıyor. Son örnekte yaşandığı gibi… Ama gelişmelerin seyri, AKP-MHP iktidarı adına Erdoğan’ın da itiraf ettiği gibi ABD ile ilişkiler bağlamında pek de “hayra alamet değil.”
Rusya ile ilişkiler alanı da iktidar açısından kolay bir seyir izlemiyor. Zira, gerici-faşist iktidarın Rusya ile ilişkiler konusunda attığı her adım, çok geçmeden bumerang misali kendine daha büyük bir fatura olarak dönüyor. Türk sermaye devletinin Ukrayna ve Suriye’de izlediği politika ise henüz büyük bir krize dönmese de Rusya’yı fazlasıyla rahatsız ediyor. Bu nedenle, Rus emperyalizminin tamamen kendi çıkarları üzerinden şekillendirdiği Türkiye politikası, emperyalist dünyada yaşanacak bir dizi gelişmeye de bağlı olarak hızla başka bir yöne doğru ilerleyebilir. Başka bir ifadeyle, Putin’in Suriye’de, Libya’da ya da başka mecralarda Erdoğan’ın üzerinde durması için sunduğu ipi ne zaman ve ne şekilde keseceği belirsizliğini koruyor. İdlib’de yaşanan son gelişmeler bu yönelimin ilk sinyalleri olarak değerlendiriliyor.
İçeride derinleşen açmazlar
AKP-MHP iktidarı açısından işler ülke içerisinde de pek yolunda ilerlemiyor. Zira iktidarın 2015’ten beri yaşadığı zayıflama süreci çok daha hızlanmış durumda. Gerici-faşist koalisyon, “güçlüyüz, ayaktayız” pozları vererek toplumun karşısına çıksa da içten içe kaynıyor. Kürt sorununa yaklaşım, rejim tartışmaları vb. siyasal konulardaki çatlaklar belirginleşiyor. İktidar ve rant kavgası kızıştıkça “içeriden ifşaatlar” dizisine yenileri ekleniyor.
Hal böyleyken toplumsal desteğini de giderek kaybeden bir rejim gerçekliği ile karşı karşıyayız. Düne kadar iktidara destek veren fakat kriz-pandemi ikilisinin yıkıma uğrattığı farklı toplumsal kesimler, AKP-MHP iktidarı için yaklaşan seçimlerde “çantada keklik” değil artık. Bunun böyle olduğunu son yerel seçimlerde dolaysız olarak gördüler.
Özetle, gerici-faşist iktidar bloğu hem dışarıda hem de içeride 19 yıllık tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyor.
***
Tablo böyleyken yapılması gereken şey gerici-faşist iktidarın kendiliğinden dağılıp çözülmesini beklemek değildir. Ya da seçim hayallerinin peşinde koşmak da olamaz…
Çünkü, sınıf eksenli toplumsal mücadeleleri geliştirmeksizin; işçi-emekçi kitleler açısından yakıcı hale gelen haklar, özgürlükler ve gelecek talebini sokaklarda örgütleyip odak haline getirmeksizin, açmazları derinleşen ve krizlerle boğuşan sermaye düzenine gerçek ve kalıcı darbeler vurulamaz. Her açıdan karanlık ve boğucu atmosfer dağıtılamaz. İşçilere, emekçilere, gençlere, kadınlara, Kürt halkına, ezilen ve sömürülen tüm kesimlere nefes aldıracak yegâne şey sosyal mücadelelerdir, toplumsal hareketliliğin ileri taşınmasıdır.
Genel olarak sermaye düzenini, siyasal alanda ise gerici-faşist rejimi belirleyen çok yönlü sorunlar, önümüzdeki süreçte bunun imkanlarını giderek olgunlaştıracaktır. Bu noktada sorun, ortaya çıkacak imkanların devrimci bir bakış açısıyla, inisiyatifle ve kararlılıkla sınıf eksenli toplumsal mücadeleleri geliştirmek için ne kadar değerlendirileceği ile ilgilidir.