Pandemi sürüyor... Yaşam hakkımız hala tehdit altında!

Sağlık emekçileri ölüme terk edilmiş durumda, işçi ve emekçiler kâr hırsı uğruna ölümüne çalıştırılıyorlar, toplumun yoksul kesimlerinin güvenli aşıya erişiminin nasıl sağlanacağı ise cevaplanmıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 06 Ocak 2021
  • 08:00

Koronavirüs pandemisi yayılmaya devam ediyor. Dünyanın büyük bir merak ve umutla beklediği konu ise aşı çalışmaları. Aşı konusunda bir yol alınsa ve kimi ülkelerde aşı çalışmaları başlasa da virüsün yayılım hızı yavaşlatılabilmiş değil. Dünya genelinde ikinci dalga olarak ifade edilen yükseliş kesilemedi ve günlük vaka sayıları halen hemen her ülkede on binlerde seyrediyor.

Türkiye’de ise durum çok daha vahim. Akıl ve bilime aykırı biçimde hasta-vaka ayrımının yapıldığı Türkiye’de açıklanan resmi günlük “vaka” sayısı 30 binlere dayanırken, vaka artış hızında dünya zirvesine oturmuş durumda. Aşı çalışmalarında ise belirsizlik ve keşmekeş sürüyor. Çin’den gelecek aşıların Aralık ortalarında uygulanmaya başlanacağı söylense de Aralık ayının sonuna geldiğimiz şu günlerde aşı halen gelmiş değil. Son olarak Sağlık Bakanı tarafından 28 Aralık’ta yapılan bir açıklamayla Pekin’de görülen Covid-19 vakaları ve Pekin gümrüğünün bu sebeple kapanmasından dolayı aşıların gelişinin gecikeceği ifade edildi.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı ve Sağlık Bakanı aşılar ile ilgili topluma umut pompalasa da aşılama programına dair herhangi bir bilgi paylaşılmış değil. Kimlerin öncelik sahibi olacağı, bu belirlemede kıstasın ne olduğu, aşıların ücretsiz yapılıp yapılmayacağı, aşılamanın nasıl organize edileceği, aşıların hangi ülkeden ve şirketten temin edildiği soruları cevapsız bir şekilde önümüzde duruyor. AKP iktidarının süreci şeffaflıktan uzak ve yalnızca algı yaratmaya yönelik işletmesi, her gün resmi açıklamalarla çelişen bilgilerin açığa çıkması doğal olarak toplum sağlığı adına kaygıları derinleştiriyor. Diğer taraftan Tayyip Erdoğan sık sık “yerli ve milli” aşı ile ilgili açıklamalar yapmaktan da geri durmuyor. Türkiye’deki aşı çalışmalarında faz 2 denemelerinin tamamlandığı, faz 3 denemelerine başlandığı ifade edilirken denemelerin sonuçları, elde edilen artılar ve eksiler ise ne bilim dünyası ile ne de kamuoyuyla paylaşıldı. Ayrıca tüm faz denemelerinin tamamlanması ve aşının onay alması durumunda dahi Türkiye’de nerede seri bir şekilde üretilip saklanacağı da belli değil.

“Aşıya Dair Tutum Belgesi”ni açıklayan Türk Tabipleri Birliği (TTB) "Pandemi nedeniyle aşı çalışmalarının sürecinin hızlandırıldığını, aşı geliştirme süresinin kısaltıldığını biliyoruz. İçinde bulunduğumuz salgın gibi olağandışı durumlarda, aşının uygulanmasına izin verilmesi için gerekli ölçütler bir dereceye kadar esnetilebilir. Ancak zamanın dar olması ya da aciliyet gibi gerekçelerle olağan incelemeler göz ardı edilmemeli ve her koşulda yapılmalıdır. Alınacak riski olabildiğince bilmek, öngörmek ve en aza indirmeye çalışmak önemlidir” dedi ve geçtiğimiz günlerde sağlık alanındaki emek-meslek örgütlerinden hiçbir görüş alınmaksızın ve kamuoyuyla paylaşılmadan yürürlüğe giren “Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”e değindi. 18 Aralık’ta Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmeliğe göre, ruhsatlandırmaya esas etkililik, güvenlilik ve kalite ile ilgili kapsamlı verilerin henüz sağlanamadığı aşılar için bu veriler sağlanıncaya kadar Türkiye İlaç Tıbbi Tetkik Kurumu tarafından acil kullanım onayı verilmesi kararlaştırıldı. Açıklamanın muğlaklığına dikkat çeken TTB, “Burada ilgili kapsamlı verilerin neler olduğu açık ifade edilmeli, ucu açık bir açıklama ile kapsamlı olmayan veriler Faz 3’e başlamış ama hiç veri üretmemiş klinik faz çalışmalarına genişletilerek kullanılmamalıdır” dedi ve acil kullanım onayı için gereken asgari koşulları şöyle sıraladı: Faz 1, faz 2 ve faz 3 denemelerinin tamamlanması, değerlendirmelerinin kamuoyuyla paylaşılması, bu raporlarda aşının “güvenli” ve “etkili” olduğunun kanıtlanmış olması.

***

Yüksek vaka sayıları ile aşı tartışmaları Türkiye’de ana gündem olsa da diğer taraftan pandeminin yarattığı ve derinleştirdiği sosyal sorunlar da temel bir konu olmaya devam ediyor. Covid-19’un meslek hastalığı ilan edilmesi yönündeki yoğun basınç sonucu bir genelge yayınlanmıştı. TTB başta olmak üzere sağlık alanındaki emek-meslek örgütleri bunun bir oyalama olduğunu vurguluyor ve acilen Covid-19’u sağlık emekçileri için amasız-fakatsız meslek hastalığı ilan eden bir yasanın çıkarılmasını talep ediyor. Sağlık emekçilerinin salgından toplumun diğer kesimlerine nazaran 14 kat fazla etkilendiği biliniyor. 30 Aralık itibariyle Covid-19 nedeniyle yitirdiğimiz sağlık emekçisi sayısı en az 310 oldu. Buna rağmen devletin bu konuda ayak diremesi, talepleri duymazdan gelmesi de onun sınıf karakterini gösteriyor. Sağlık emekçileri “tükeniyoruz” diye haykırırken kılını kıpırdatmayanlar, yaratacağı maddi “yük”ten dolayı Covid-19’u meslek hastalığı kapsamına almayanlar; kapitalizmin çarkları dönsün diye milyonlarca işçi ve emekçiyi virüsle iç içe çalışmak zorunda bırakanlar, bu süreci esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerini hayata geçirmek için adeta fırsata çevirenler kapitalistleri ise ihya ediyor. Sağlık Bakanı’nın hastanesi, Eğitim Bakanı’nın özel eğitim kurumları kâr rekorları kırarken bu zatlardan emekçiler lehine iyileştirmeler beklemek de safdillik olur elbette.

***

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yakın zamanda düzenlediği Uluslararası Salgına Hazırlık Günü’nde yeni tip koronavirüs salgının bilim dünyası için sürpriz olmadığını ifade etti. DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus toplantıda şunları ifade etti: “Uzun zamandır dünya aynı döngü içinde panik ve umursamazlıkla ilerliyordu. Bir salgına para harcıyor ve bittiğinde unutuyoruz. Bu çok tehlikeli bir döngü.” Ghebreyesus konuşmasında insan sağlığının iklim kriziyle mücadele ve hayvan yaşamını iyileştirme adına atılacak adımlardan bağımsız olmadığını vurguladı. 2019’da yaptıkları bir toplantıda olası bir pandemiye karşı dünya devletlerini uyardıklarını fakat çağrılarının umursamazlıkla karşılandığını, hemen hiçbir ülkede halk sağlığı adına yatırımların yapılmadığını söyledi ve en azından bundan sonrası için olası pandemi ve salgınlara hazırlık çağrısı yaptı.

DSÖ Genel Direktörü’nün bu çağrılarının kapitalizmin duvarına çarptığının en açık göstergesi oldu Covid-19 pandemisi. Dünya genelinde kapitalist yönetimler her gün binlerce insanın ölümünü büyük bir kayıtsızlıkla izliyorlar. Zorunlu olmayan işkollarında üretimin durdurulması, topluma gelir güvencesi sağlanması, piyasanın insafına terk edilmeden yürütülecek aşı çalışmaları ile kontrol altına alınabilecek ve giderek sönümlenecek olan salgın kapitalistlerin elinde tam bir katliam süreci olarak işletiliyor. Sağlık emekçileri ölüme terk edilmiş durumda, işçi ve emekçiler kâr hırsı uğruna ölümüne çalıştırılıyorlar, toplumun yoksul kesimlerinin güvenli aşıya erişiminin nasıl sağlanacağı ise cevaplanmıyor.

Artık insanlığın ve gezegenimizin geleceği için işçi ve emekçilerin mücadele sahnesine çıkması çok daha yaşamsal bir zorunluluk halini almış bulunuyor. Kendi bencil çıkarları uğruna doğayı acımasızca talan eden kapitalist sistem yarattığı krizlerin, salgınların bedelini işçi ve emekçi kitlelere ödetmek istiyor. Buna karşı çıkmak, faturayı reddetmek ve tüm canlılar için yaşanabilir bir dünya yaratmak ancak emekçilerin sosyalizmle taçlanacak mücadelesiyle olanaklıdır.