Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2020 yılında ekonominin yüzde 1.8 büyüdüğünü açıkladı. TÜİK’in hesabına göre geçen yıl ekonomi, sadece Covid-19 salgınına karşı en katı kısıtlamaların uygulandığı yılın ikinci çeyreğinde yüzde 10.3 küçüldü. TÜİK’e göre yılın diğer çeyreklerinde ekonomi hızlı bir büyüme kaydetti. İlk çeyrek büyümesi yüzde 4.5, üçüncü çeyrek büyümesi yüzde 6.3 ve son çeyrek büyümesi yüzde 5.9 oldu. Sonuç olarak yılın toplamında yüzde 1.8’lik bir büyüme ortaya çıktı.
Vahşi sömürünün resmi
Gerçek işsizliğin yüzde 30’ları bulduğu, yüzbinlerce emekçinin işini kaybettiği, ücretsiz izin adı altında yüzbinlerce ailenin günde 39 lirayla açlığa mahkum edildiği bir yılda ekonomi nasıl oldu da büyüdü? Büyümenin hangi koşullarda ortaya çıktığına biraz daha yakından bakalım.
2020 büyümesi istihdam yaratmadı, tam tersine istihdamda tarihin en yüksek düşüşlerinden birisi yaşandı. 2020 yılının ortalamasında istihdam 1 milyon 272 bin kişi azaldı. Sözde işten çıkarma yasağı vardı ama TÜİK verilerine göre bile ücretli ve yevmiyeli çalışan sayısı yıllık ortalamada 495 bin kişi azaldı. Ücretsiz aile işçisi olarak çalışanların sayısında da 432 bin kişilik bir düşüş yaşandı. Kendi hesabına çalışan sayısında da 289 bin kişilik bir düşüş oldu.
TÜİK’in hesaplamasında ücretsiz izne çıkartılan veya işyeri salgın önlemleri nedeniyle kapalı olduğu için işini kaybedenler hala istihdamda sayılıyor. Bunu hesaba kattığımızda aslında istihdamdaki kayıp daha da yüksek. TÜİK’in hesabına göre toplam istihdam yıllık ortalama olarak 26.8 milyon olmasına karşın, fiilen işbaşında olanların yıllık ortalaması 24 milyon kişi. Yani aslında istihdamdaki yıllık ortalama kayıp 1 milyon 272 bin kişi değil 2 milyon 767 bin kişi.
Çalışan sayısı bu kadar yüksek bir düşüş gösterirken üretimin artması, ekonominin büyümesi, işçilerin salgın tehlikesine rağmen aşırı yoğun çalışmaya zorlanmasıyla mümkün oldu. TÜİK verileri de emekçilerin bir tarafta hastalık ve ölüm tehdidi, diğer tarafta işsizlik ve açlık tehdidi altında vahşi bir sömürüye maruz kaldığını ortaya koyuyor.
İşçiler adeta toplama kampı haline getirilen fabrikalarda, Covid-19 olduklarını gizlemeye zorlanarak, salgını önlemeye dönük önlemlerin yeterince alınmadığı koşullarda çalışmaya zorlandılar. Covid-19 nedeniyle ölümlerin ezici çoğunluğunun emekçi kentleri ve mahallelerinde olması bu vahşi zorlamanın bir sonucuydu.
Vahşi sömürünün bir ifadesini de milli gelirden emeğin aldığı payın küçülmesinde görüyoruz. Milli gelirden emeğin aldığı pay 2020 yılında bir önceki yıla göre 2 puan birden düşerek yüzde 29.4’e geriledi. Buna karşın sermayenin payı yüzde 61’e çıktı. Yılın son çeyreğinde milli gelirden emeğin aldığı pay, yüzde 25.4’e kadar düştü.
2020 yılında emekçiler ölüm tehdidi altında daha yoğun çalıştırılarak daha fazla sömürülürken, sermayenin büyüdüğü ortada. Gerici faşist iktidarın, salgına karşı mücadele diye izlediği politikalar da buna hizmet etti. İktidarın uygulamaları sömürüyü artırırken, sermayenin kârını garanti altına aldı.
2020 yılı gelir ve servet dağılımındaki dengesizliğin emekçiler ve yoksullar aleyhine daha da bozulduğu bir yıl oldu.
Dengesiz ve hastalıklı büyüme
Vahşice artan emek sömürüsünün bir ürünü olan bu büyüme, aynı zamanda dengesiz ve hastalıklı bir büyüme. Bu haliyle mevcut büyüme, ekonomiyi güçlendirmek bir yana kırılganlıklarını artıran, risklerini yükselten ve sorunları geleceğe yığan niteliksiz bir büyüme.
Öncelikle istihdamın sert bir şekilde düştüğü, gerçek işsizliğin yüzde 30’lara tırmandığı ağır bir tablo ile karşı karşıyayız. İstihdamdaki bu kayıp ve kemikleşen yüksek işsizlik, gelecek yılları da ipotek altına alan bir yük olmaya devam edecek.
Yüksek işsizliğin üstüne binen yüksek enflasyon, yoksulluğun artması ve derinleşmesi sonucunu doğuruyor. Gelir dağılımında zaten bozuk olan denge daha da bozuluyor.
2020 büyümesinin yarattığı bir diğer dengesizlik de artan borçluluk tarafında. Erdoğan yönetimi, kamu bankaları üzerinden başta ucuz kredi pompalayarak büyümeyi sağlama ve sermayenin kârını ayakta tutma politikası izledi. Ancak bu politika bir tarafta batık kredilerin artmasına, diğer tarafta cari açığın yükselmesine ve döviz rezervlerinin erimesine yol açtı. Bu politika sonunda duvara çarptı ve ekonomi her an bir ödemeler dengesi krizine sürüklenme tehlikesine girdi.
Bunun üzerine Kasım başında damat bakan Berat Albayrak görevden alındı, Merkez Bankası Başkanı ve ekonomi bakanı değişti. Para politikası de değişti ve faizler sert bir şekilde yükseldi. Bunun önümüzdeki dönemdeki faturası, hızla artan banka hacizleri, iflaslar ve artan işsizlik olacak.
İzlenen ekonomi politikasının artırdığı bir diğer dengesizlik dış ticaret ve cari açık cephesinde oldu. 2020 yılında ekonominin yüzde 1.8 gibi düşük bir büyüme kaydetmesine karşın, cari açığın milli gelire oranı yüzde 5.1’e fırladı. Bu uluslararası ölçekte yüksek bir oran ve ekonominin dış şoklara karşı son derece kırılgan hale geldiğinin bir ifadesi. Bu oranın ne kadar yüksek ve dengesiz olduğunu görmek açısından 2017 ile karşılaştırabiliriz. 2017’de ekonomi yüzde 7.5 büyürken cari açığın milli gelire oranı yüzde 4.8 olmuştu. 2020’de ekonomi 2017’nin dörtte birinden daha düşük bir hızla büyümüş olmasına karşın, ondan daha yüksek bir cari açık yarattı.
Bu durum döviz rezervlerinin eriyip eksiye düşmesine yol açmasının yanında dış borçların milli gelire oranının 2001 krizindeki düzeyin bile üstüne çıkmasına neden oldu. 2001 yılında dış borçların milli gelire oranı yüzde 56.1 iken 2020 yılında yüzde 60.7’ye çıktı.
Dış denge böyle bozulurken içeride de zaten kötü olan bütçe dengesi aşırı bir şekilde bozuldu. Bütçe açığı yüzde 38.5 artarak 124.7 milyar liradan 172.7 milyar liraya fırladı. Bütçeden faize giden para miktarı da yüzde 34’lük bir artışla 99.9 milyar liradan 134 milyar lirayı tırmandı.
Milli gelirin ve kişi başına gelirin dolar karşısındaki değerinde ise tam bir çöküş var. 717 milyar dolara düşen toplam milli gelir 12 yıl geriye gitmiş durumda. Kişi başına gelir ise 8 bin 599 dolar ile 2007 yılındaki düzeyinin bile gerisine düştü. Aslında bu hesaba başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere Asya ve Afrika’dan gelen göçmen nüfusu da katmak gerekiyor. Bu durumda kişi başına gelir 8 bin 160 dolara düşüyor.
Bu tablo, önümüzdeki süreçte işçi ve emekçiler için daha da ağırlaşacak sorunlar, daha da büyüyecek bir yıkım faturası anlamına geliyor.